Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Türkiye’de vergi sistemi benzerine az rastlanır derecede sınıfsaldır; sermaye sınıfı kayırılmakta ve vergi işçi sınıfı ile orta sınıflardan alınmaktadır. Şöyle ki;
* Yüksek gelirliden daha fazla vergi almanın temel yolu olan artan oranlı gelir vergisi prensibi Türkiye’de sermaye sınıfına hiç dokunmuyor: 2024 yılı uygulamasına göre en yüksek gelir vergisi diliminde vergilendirme oranı yüzde 40 ve bu oran yılda brüt 3 milyon TL (yani ayda 250 bin TL) kazancın üzerine uygulanıyor. Yani muayenehanesi olan bir doktor ile Koç ya da Sabancı ailesinin herhangi bir üyesinin geliri aynı vergi oranlarına tabi. Üstelik sermaye sınıfı gelirini saklama ve kaçırma konusunda toplumun geri kalanının sahip olmadığı araçlara sahip ve bunları ziyadesiyle kullanıyor.
* Sermayeye yönelik temel dolaysız vergilendirme kalemi olan ve şirket kârlarından alınan kurumlar vergisi söz konusu olduğunda, Türkiye dünya çapında bu kalemin toplam vergi gelirleri içerisinde en düşük paya sahip olduğu ülkelerden biri.3 Burada da muafiyetler ve ödenmeyen vergilerin affedilmesi gibi uygulamaların yanı sıra, şirketlerin kârı düşük gösterebileceği pek çok yöntem mevcut.
* Vergilerin genel yapısına bakıldığında ise, Türkiye’de vergi gelirlerinin ortalama üçte ikisinin dolaylı, yani gelirden değil harcamalar başta olmak üzere gelirin kullanımından alınan ve zengin fakir ayırt etmeyen (Ali Koç da siz de bakkaldan bir şişe kola aldığınızda aynı KDV’yi, cep telefonu aldığınızda aynı ÖTV’yi ödersiniz) vergilerden karşılandığını görüyoruz.
Kısacası Türkiye, sermaye sınıfı için adeta bir vergi cenneti ve liberallerin papağan gibi tekrarladığı “devlet kocaman” yalanlarının aksine, sermaye sınıfı pek vergilendirilmediği için, Türkiye’de devletin vergi gelirlerinin ekonomideki payı yüzde 20,8 ile “gelişmiş” ülkelerin tamamının gerisinde. Örneğin bu oran liberalizmin kalesi olan ABD’de yüzde 27,7, sosyal devlet prensibinin en güçlü uygulandığı ülkelerden Fransa’da ise yüzde 46,1.