ATA SELÇUK
ataselcuk@hotmail.com
22-23 Nisan tarihlerinde gerçekleştirilen ‘İklim için Liderler Zirvesi’nde tüm liderlerin konuşmalarında ‘net sıfır emisyon’ sözünü sıkça duyduk. Peki nedir bu ‘net sıfır emisyon’? Paris Anlaşması kapsamında kabul edilen maksimum 1,5 °C’lik ısınma hedefini yakalayabilmek için ülkelerin ulaşması gereken sera gazı emisyon düzeyi.
Gelin şimdi bu hedefe ulaşmak için planlanan tüm eylemlerde çok çok başarılı olduğumuzu ve ‘net sıfır emisyon’ düzeyine hedeflendiği üzere 2050 yılında ulaştığımızı hayal edelim. Evet bu başarı, küresel ısınmayı yavaşlatabilmemiz ve iklim değişikliğini tersine çevirebilmemiz için büyük önem taşıyor.
Peki ama yeter mi?
Önce şu tabloya bir göz atalım.
- Dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin serveti, geri kalan yüzde 99’luk kesimin servetinin toplamına eşit.
- 800 milyondan fazla insan günde 10 TL’den (1,25 ABD Doları) daha az gelirle geçinmeye çalışıyor.
- 789 milyon insan elektriksiz yaşıyor.
- Yaklaşık 260 milyon çocuğun eğitime erişimi yok.
- 690 milyon insan aç yaşıyor ve açlık yüzünden her yıl yaklaşık 9 milyon insan ölüyor.
- Sağlık sorunları nedeniyle her yıl 6 milyondan fazla çocuk beşinci yaş gününü göremeden ölüyor.
- 2,2 milyar insanın temiz suya, 785 milyon insanın içilebilir suya erişemi yok ve bunun yol açtığı sağlık sorunları nedeniyle her yıl 829 bin insan ölüyor.
- Yetersiz önlemler nedeniyle dünya genelinde yaşanan yıllık 340 milyon iş kazası nedeniyle 350 binin üzerinde çalışan yaşamını yitiriyor.
- Toplumsal cinsiyet eşitliğinin ancak 135,6 yıl sonra kapatılabileceği öngörülüyor.
Böylesi bir dünyada küresel ısınmayı yavaşlatabilmemiz sizce yeter mi?
İklim değişikliğini durdurmak 17 sürdürülebilir kalkınma hedefinin sadece bir tanesi. Yaşanabilir bir dünya için üzerinde hep birlikte çalışmamız gereken 16 önemli hedefimiz daha var. Yani 2015 yılında Birleşmiş Milletler tarafından belirlenen Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri çevresel sorunlardan daha fazlasına çözüm getirmeyi amaçlıyor.
Burada Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nden önce sürdürülebilir kalkınmaya değinmem daha doğru olacak sanırım. Sanayileşmenin yarattığı çevre sorunlarının uluslararası boyutta ilk kez 1972 yılında Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen Stockholm Konferansı’nda ele alındığına bir önceki, ‘Yine Yeniden!..’ başlıklı yazımda değinmiştim. Adı ‘Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı’ olan ve her ne kadar çevresel sorunları tartışmak amacıyla düzenlendiyse de aslında adından da anlaşılacağı üzere konferans, insan ve kalkınma odaklıydı. Bir anlamda kavramsal olarak burada tanışmış olsak da ‘sürdürülebilir kalkınma’ ilk kez Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun (WCED) ‘Brundtland Raporu’ olarak da bilinen, 1987 tarihli ‘Ortak Geleceğimiz’ raporunda tanım olarak yerini aldı.
Raporda ‘sürdürülebilir kalkınma’ şöyle tanımlanıyor: “Gelecek kuşakların kendi gereksinimlerini karşılayabilme imkânlarını tehlikeye sokmadan bugünün ihtiyaçlarını karşılayabilen kalkınma.” Ayrıca ekonomik büyümenin çevre dostu bir yaklaşımla gerçekleştirilebileceğinin altı çiziliyor, hem dünyadaki çevre sorunlarının üstesinden gelebilmek hem de yoksulluğu önlemek için gelişmiş ülkelerin önemli rol oynayacağı yeniden yapılanmayı sağlayacak uzun dönemli bir büyüme çağına girilmesi gerektiğine dikkat çekiliyordu.
1990 yılında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından ilk kez yayınlanan ‘İnsani Gelişme Raporu’yla ekonomik büyümenin tek başına bir amaç değil insani gelişme için araç olarak ele alındığı yeni bir dönem başladı. Sürdürülebilir kalkınmayı çevresel, sosyal ve ekonomik boyutlarıyla ele alan bu yeni yaklaşım 2000 yılında New York’ta düzenlenen ‘Binyıl Zirvesi’ sonrasında yayınlanan ‘Binyıl Kalkınma Hedefleri‘yle yeni bir boyut kazandı. Ardından 2015 yılında yayınlanan ve 2030 yılına kadar hayata geçirilmesi planlanan ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’yle en kapsamlı ve son halini aldı.
Bugün artık sürdürülebilirlik kalkınma dendiğinde akla ilk olarak çevre gelse de aslında sürdürülebilirlik kavramı çevresel, sosyal ve ekonomik boyutları bir arada barındıran bütünsel bir yaklaşım olarak tüm dünyanın gündeminde yerini almış durumda. Sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için bu kavramların dengeli bir biçimde yönetilmesinin önemi herkes tarafından kabul ediliyor.
Sürdürülebilirliğin bu önemli bileşenlerine özet olarak değinmek gerekirse:
Çevresel Sürdürülebilirlik
Çevresel boyutuyla sürdürülebilirlik temel prensip olarak çevre ve doğada yer alan kaynakların tükenebilir olduğunu ve bu nedenle bu kaynakların akılcı yaklaşımlarla kullanılmasına ve korunmasına odaklanır. Çevrenin korunması, yenilenebilir enerjilere yatırım, sürdürülebilir lojistiği destekleme, sürdürülebilir inşaat ve mimaride yenilikçilik vb. çalışmalar çevresel sürdürülebilirliğin sağlanmasını mümkün kılar.
Sosyal Sürdürülebilirlik
Sosyla boyutuyla sürdürülebilirlik, dünya genelinde yaşam kalitesi, sağlık ve eğitim fırsatlarına erişimin adil ve tatmin edici bir düzeye ulaşması konusuna odaklanarak sosyal gelişimi destekler. Toplumsal cinsiyet eşitliği sosyal sürdürülebilirliğin temelini oluşturacak önemli bir unsurdur.
Ekonomik Sürdürülebilirlik
Sürdürülebilirlik, çevreye zarar vermeden, herkes için zenginlik üreten, toplumları refaha kavuşturacak ekonomik büyümeyi sağlamaya odaklanır. Yatırım ve ekonomik kaynakların eşit dağılımı tam bir kalkınma için sürdürülebilirliğin diğer bileşenlerini güçlendirecektir.
Bundan sonra üzerinde duracağımız ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ için önemli bir altyapıyı bugün tamamladık. Bir parça ‘Sürdürülebilirlik 101’ gibi olduysa affınıza sığınıyorum. Ama yaşanabilir bir geleceğin tek anahtarı olduğuna inandığım sürdürülebilirlik konusunda anlamları yerine oturtarak ilerlemenin daha doğru olacağına inanıyorum.
Sanırım şu ana kadar özetlemeye çalıştığım perspektiften bakınca yazımın başılığında yer alan sorumun cevabı: Net sıfır emisyon çok önemli ve gerekli, ama yetmez!..