
DR. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
Sabah gözümüzü açmadan elimiz telefona gider. Bildirimler, beğeniler, indirimler… Ekrandan gelen o ilk ışık, beynimize minik bir zafer fısıldar. Bugün de haz almayı başardık. Ama ertesi gün daha fazlası gerekir. Çünkü haz geçer. Çünkü beyin alışır. Ve biz fark etmeden, mutlu olmak isterken aslında sadece daha çok istemeye bağımlı hale geliriz.
Günümüz dünyasında ‘mutluluk’ kavramı, pazarlanabilir bir ürün haline geldi. Reklamlar, algoritmalar ve sosyal medya bu kavramı hazla eşanlamlıymış gibi sunuyor. Oysa nörobilim, psikoloji ve sosyoloji çok daha farklı bir tablo çiziyor.
Haz mı mutluluk mu?
İlk farkı anlamak için nörobiyolojiye bakmalıyız.
Haz, beynin ödül sistemini çalıştırır. Sinirbilimci Kent Berridge’in çalışmalarına göre, dopamin bir şeyi ‘istememizi’ sağlar ama ‘sevmemizi’ değil. Bu yüzden bir şeye yöneliriz, tekrar tekrar isteriz; ama o şeyin bize gerçekten iyi gelip gelmediğini çoğu zaman fark etmeyiz.
Psikiyatrist Robert Lustig, haz ile mutluluk arasındaki farkı çok net çizer: Haz hızlı gelir ve gider, bağımlılık yapar; mutluluk ise daha durağan, daha uzun vadeli ve anlam temellidir. Modern insanın bu farkı gözden kaçırması, dopamini serotonin sanmasına neden oluyor, yani keyfi mutlulukla karıştırıyor.
Pozitif psikolojinin kurucularından Martin Seligman’a göre gerçek mutluluk üç ana unsurdan oluşur; keyif, bağlılık ve anlam. Başarı unsuru teoride önemli görünse de, pratikte kolayca haz odaklı bir gösteriye dönüşebildiğinden, bu kavramı mutluluğun temel bileşenleri arasında saymak yanıltıcı olabilir.
Beyin neden sürekli daha fazla ister?
Haz ile mutluluğun farkını kavradıktan sonra, bir sonraki adımda bu arzunun kaynağını anlamak gerekiyor.
Evrimsel olarak insan beyni, hayatta kalmak için ödül sistemine göre çalışır. Ancak modern dünyada bu sistem artık gerçek hayatta kalma sinyalleriyle değil, TikTok videoları, dijital alışverişler ve sürekli ekran uyarılarıyla tetikleniyor.
Stanford Üniversitesi’nden Anna Lembke, bu durumu ‘dopaminin egemenliği’ olarak tanımlar. Ona göre sürekli dopamin uyarımı, beynin kendi kimyasal dengesini bozmasına yol açar. Yani, önce keyif verir; sonra hiçbir şeyden keyif alamamaya başlarız.
Bu döngü yalnızca dijital içeriklerle sınırlı değil. Alışveriş, yeme davranışları, hatta başarı takıntısı bile aynı biyolojik mekanizmaları tetikleyebilir. Yale Üniversitesi’nden Judson Brewer, yeme ve satın alma davranışlarının kısa süreli bir rahatlama hissi yarattığını ama bu durumun ardından suçluluk ve tekrar eden arayış döngüsüne yol açtığını belirtir. Üstelik bu kısır döngü, zamanla zihinsel yorgunluğa ve tatminsizliğe dönüşür.
Benzer şekilde, UCLA’dan Dr. Jim Taylor, günümüz insanının ‘üretkenlik bağımlısı’ haline geldiğini savunur. Bitmeyen yapılacaklar listeleri, başarıya odaklı yaşam tarzları da dopamin sistemi üzerinde benzer bir etki yaratır. Ne kadar başarı elde edilirse edilsin, kişi daha fazlasını ister hale gelir; ama içsel bir huzura ulaşamaz.
Sosyal medya: Dopamin tetikleyici
Bu sistemin en belirgin çalıştığı alan ise hiç şüphesiz sosyal medyadır.
Her bildirim, her beğeni, beynimizde küçük bir ödül hissi yaratır. Anna Lembke’ye göre bu ödüller, tıpkı kumar makineleri gibi, rastlantısallıkla dopamin sistemini kandırır. Her ‘beğeni’, bir sonrakini daha da zorunlu hale getirir.
Ama mesele yalnızca kimya değil. Filozof Byung-Chul Han, modern bireyin artık kendi üzerindeki baskının uygulayıcısı olduğunu söyler. Yani sosyal medyada görünür olmak için çalışırız ama görünür oldukça içsel varlığımız silinir. Gösteri artar, derinlik azalır.
Hazın romantik versiyonu
Sosyal medya dışında bir başka görünmez bağımlılık alanı da kompulsif flört kültürüdür.
Dating uygulamaları, romantik ilişkiyi bir bağ kurma süreci olmaktan çıkarıp mikro hazlara bölüyor. Eşleşmeler, mesajlar, hızlı karşılaşmalar… Amaç artık biriyle bağ kurmak değil, biri tarafından arzu edilmek. Tıpkı sosyal medyada beğenilmek gibi, burada da arzulanmak bir ‘dopamin ödülü‘ne dönüşüyor.
Bağ kurmadan geçirilen ilişkiler, haz verirken yalnızlığı büyütüyor.
Gösterinin egemenliği
Bu bireysel örnekler aslında daha büyük bir sistemin parçaları.
Sosyolog Jean Baudrillard, tüketimin artık ihtiyaca değil, ‘göstermeye’ dayalı olduğunu belirtir. Artık insanlar kitap okumak için değil, kitapla poz vermek için bir kafeye gider. En güncel akıllı telefon iletişim aracı olmaktan çok, sosyal statü göstergesi haline gelmiştir.
Zygmunt Bauman da bu durumu ‘müşterileşmiş birey’ kavramıyla açıklar. Ona göre modern toplumda insanlar artık yurttaş değil, pazarlanabilir birer figürdür. Herkes kendi vitrininin ürünüdür. Değer, sahip olunanla ölçülür. Sonuç; aidiyet duygusu silinir, ilişkiler yüzeyselleşir, anlam kaybolur.
Hazın bedeli
Haz merkezli yaşamın maliyeti her geçen gün büyüyor:
• Bağımlılık yaratıyor: Daha fazlası için daha çok uyarı gerekiyor.
• Tatminsizlik üretiyor: Geçici zevk kalıcı boşluğu büyütüyor.
• İlişkileri yüzeyselleştiriyor: İnsanlar birbirini sevmiyor, tüketiyor.
• Toplumsal bölünmeleri derinleştiriyor: Hazza ulaşabilen ile ulaşamayan arasında görünmez sınıflar oluşuyor.
• Zihinsel sağlığı çökertiyor: Anksiyete, depresyon ve yalnızlık salgına dönüşüyor.
Gerçek mutluluk nerede?
Bu tabloya rağmen mutluluk hâlâ mümkün ama başka bir yerden geçiyor.
Psikiyatrist Viktor Frankl, ‘İnsanın Anlam Arayışı‘ adlı eserinde, insanın temel güdüsünün haz değil, anlam bulmak olduğunu söyler. Frankl, Nazi toplama kampında bile hayatta kalmayı, bir amaç uğruna yaşama arzusuna bağlar.
Aynı şekilde, Harvard Üniversitesi’nin 75 yılı aşan araştırması da mutluluğun en güvenilir göstergesinin güçlü sosyal ilişkiler olduğunu ortaya koyar. Güven, sevgi, ait olma hissi… Bunlar serotonin üretir, huzur verir ve sürdürülebilir bir içsel tatmin sağlar.
Parlayan şeyler hep değerli değildir
Görünürde herkes çok mutlu. Instagram’da kahkahalar, YouTube’da başarı hikâyeleri, reklamlarda sınırsız haz… Ama bu parıltıların ardında gittikçe büyüyen bir yalnızlık, anlam kaybı ve zihinsel tükenmişlik var.
Haz, boşluğu susturur ama doldurmaz. Gerçek mutluluk, gösterişli değildir. Yavaş büyür, sessizdir, sabır ister. Ve en önemlisi; satın alınmaz, inşa edilir.