Türkiye’de yıllardır tartışılan sansür, ‘Alo Fatih‘ skandalıyla belki de ilk kez kamuoyu önünde itiraf edildi. Sansür yapılan HaberTurk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı da, sansürü yapan Başbakan Tayyip Erdoğan da açıkça anlattı her şeyi. Fakat kimileri ‘Fatihler’i yok saymakta ve basın özgürlüğünde ‘ileri‘ bir noktada olduğumuzu öne sürmekte ısrarcı. En son, hükümete yakın Star gazetesinin Medya Grup Başkanı Mustafa Karaalioğlu, köşesinde Türkiye basınının Avrupa ülkelerindekilerden bile özgür olduğunu savundu, örnekler gösterdi.
Bütün yayın organları aynı kefede
Karaalioğlu’na göre, söz konusu özgürlüğün nedeni bazı gazete ve televizyonların ‘muhalefet yapmaktan öte alenen hakaret ve küfür temalı yayınlar yapabilmesi’. Star Medya Grup Başkanı bu savıyla ‘toptancılık‘ yapıyor; yayın organlarını aynı kefeye koymaktan çekinmedi. Dahası, Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi ve Sınır Tanımayan Gazeteciler gibi saygın kuruluşların daha bu hafta yayımlanan raporlarını da görmezden geldi.
Dolaylı bir itiraf
Esasında bir noktada hakkını da vermek gerekir Karaalioğlu’nun… Zira ‘iktidarla iyi ilişki kurma’ gerekliliğini teslim etmiş: “Dahası… Çeşitli sebeplerden dolayı; en başta da gazete yönetimlerinin iktidarla iyi ilişki kurmak için işten attığı gazetecilerin tamamına yakını da bugün bir başka medyada köşe ve ekran sahibidir.“
Alo, tapeleri gördünüz mü?
Ancak Karaalioğlu ‘Alo Fatih‘ tapelerinden ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın beğenmediği sağlık sayfasını hazırlayan gazetecilerin işten çıkarıldığından habersiz görünüyor: “Basın üzerinde baskı, bir gazetecinin susturulmasıdır. Bugün hiçbir gazeteci gittiği her kapıya kadar takip edilmiyor, yazacağı, konuşacağı köşeler, ekranlar takip edilmiyor.”
Herkese bir medya kuruluşu mu, herkesin medyası mı?
Star gazetesinin Medya Grup Başkanı Mustafa Karaalioğlu, tarafsızlık ilkesini de hiçe sayarak ‘herkesin bir medyası olmalıymış‘ gibi sürdürüyor yazısını: “O yüzden Ergenekonun, laikçilerin, cemaatin, marjinal solun ve her türlü vesayetçilerin medyası kadar yeni Türkiye’nin ve yüzde 50’nin de medyası olacaktır. Olmazsa Türkiye’nin hukuk devleti karakterinden ve dolayısıyla demokrasiden söz edilemez.”