Başbakan Erdoğan başlı başına bir muamma. Ayrıntısına girmeye gerek yok. Davranışları, sözleri ortada. Bunlara ne anlam verileceği, başlattığı gidişin nereye varacağı da belli; uzun boylu tartışılır şeyler değil. Her durumda Başbakan’ın arkasında durmaya karar vermiş, özellikle de sayıca azımsanmayacak bir kesim var memlekette. Ama Başbakan’ın tutumundan, eyleminden, üslûbundan rahatsız olanların sayısı gittikçe artıyor… Böylece, yukarıda değindiğim, ucu Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine kadar sorunla göğüs göğüse geliyoruz: diktatoryal eğilimlerini zaptetmekten vazgeçen ve demokratik rasyonalitenin sınırlarından dışarı taşan bir iktidar, bir “siyasî önder” karşısında toplum ne yapar? Toplum kendisi ne yapar?
Demokrasinin dünyada en köklü olduğu yer, Batı, yani Batı Avrupa ve Kuzey Amerika. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki tarih içinde, bu coğrafî (ama aynı zamanda tabii siyasî de) bölgede, Tayyip Erdoğan gibi bir Başbakan, bir Başkan çıksaydı, ne olurdu? Böyle bir kişi, Erdoğan’ın şu ana kadar yaptıklarını yapmış ve söylediklerini söylemiş kişi, Başkan mıdır, Başbakan mıdır, her ne rütbede, ne görevdeyse, orada kalmazdı. Ne olurdu da kalmaz, kalamazdı, bunun bütün demokrasileri kapsayan bir formülü muhtemelen yoktur. Muhtemelen bu bir “teamül” sorunudur. Her yerde farklı işleyecektir, ama işleyecektir.