İklim değişimi tartışmaları, odağına fosil yakıtların yarattığı sera etkisi ve karbon salınımını alıyor. 2015 Paris Anlaşması sonrasında pek çok devlet net sıfır hedeflerini açıklamaya ve emisyon azaltımına dönük planlarını hayata geçirmeye başladı. Bu noktada genellikle solar, rüzgar ve dalga gibi enerji kalemleri işaret ediliyordu. Son 5 yıldır da buna nükleer enerji tartışmaları eklendi. Nükleer enerjinin düşük karbonlu bir enerji türü olduğu ve emisyon azaltımlarında devletlere, şirketlere yardımcı olacağı bu yönelimin ana fikri. ABD, Rusya, Çin ve Fransa zaten nükleeri emisyon oranlarını azaltan kolaylaştırıcı olarak görüyordu. İklim değişimi üzerinden getirilen bu yeni yaklaşımsa nükleer enerjiyi “katlanılması gereken bir kötülük” olmaktan çıkarıp “iklim değişimi çözümünün bir parçası” olarak sunup normalleştirmeyi hedefliyor.
Üstelik devletlerin yanına yeni aktörler de ekleniyor. Teknoloji şirketleri için veri hayati, özellikle yapay zeka destekli veri depolama ve işleme süreçleri ciddi biçimde elektrik talebine ve bunun beslenmesi gerekliliğine yol açıyor. İşte bu nokta özellikle teknoloji şirketleri, nükleer santral kurma ve olanlardan faydalanmayı iklim hedefleri ve emisyon oranlarını azaltmaya çözüm olarak görmeye başladı. Nükleer santralde meydana gelen bir patlamanın olası etkileri konusunda bilim insanlarının uyarılarında bir değişiklik yok. Doğanın mahvolmasına kapı araladığına da insanlık defalarca şahit oldu. Ancak belli ki bugün yeni bir denklemde eskisine nazaran daha küçük reaktörler yapmak tarihi unutmaya referans sayılabiliyor. Dahası nükleer enerjiye dönük yanıtlanması gereken bazı sorular bırakıldığı yerde duruyor.
Nükleer atıkların saklanması veya ortadan kaldırılmasına dönük nasıl bir ilerleme kaydedildi? Buna dönük tecrübemiz; bunların özel varillerle ya yoksul ülkelerin topraklarında saklanması ya da bir şekilde nükleer santralin olduğu ülkede depolanması. Ancak nükleer atıkların yok olmadığını biliyoruz. İkincisi, patlama riskine dönük/aşırı hava olayları, deprem dikkate alındığında geçmişten nasıl bir ders çıkarıldı? Bunu da bilmiyoruz, en güvenilen şirketlerin dahi santralin patlama riskine karşı nasıl caydırıcı yöntemler, sistemler kurduğu hala sır. Sonuç olarak nükleer enerjiye dönük sorular havada ve deneyimler ortada. İklim değişimi, beraberinde bir çok değişimi getirirken bazı sektörler ve aktörler için de yeni fırsat alanları yaratıyor ki buna son olarak nükleer enerji eklendi. Şirketlerin “ben de kendi santralimi kurarım” dediği eşikte yeterli güvenliğin sağlanacağından emin miyiz, yoksa durduğumuz yer sektör dönsün, kasalarımız dolsun, elektrik üretilsin de benden sonrası tufan yaklaşımı mı?