NURAY MERT
Siyaset bilimci Levent Köker, iki gün önce Taraf gazetesine verdiği röportajda, ‘Başbakan sürekli bir davadan söz ediyor, artık netleşmesi lazım nedir bu dava?’ diye sormuş. Gerçekten de birinin, artık bu soruyu bu açıklıkla sorması gerekiyordu. Evet, artık başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AKP’liler ve destekçilerinin sözünü ettiği ‘dava’ üzerine konuşmak gerekiyor.
AKP kurulduğu dönemde kendini merkez sağ siyasetin temsilcisi ve ‘muhafazakar demokrat’ olarak tanımlamıştı…
Söz şereftir
Ben, insanlar kendini nasıl tanımlıyorsa, bunu gerçek olarak kabul etmek gerektiğini, niyet okuması yapmanın adil bir tutum olmadığını düşünen biriyim. Zira bana göre söz şereftir. Dahası, insan kendini nasıl biliyorsa, başkalarını da öyle bilir, bilmelidir.
O nedenle, eski İslamcılar’ın ‘Milli Görüş gömleğini çıkardık’ demelerini kuşkuyla karşılayanlara karşı durdum, AKP’yi bir merkez sağ parti saymamayı niyet okuyuculuğu olarak gördüm, eleştirdim.
İslamcı da olunabilir
Diğer taraftan, insanların illa merkez sağcı, ılımlı İslamcı falan olması gerektiğini düşünen birisi de değildim. Bence, bir insan, bir topluluk İslamcı olabilir, İslam devletini savunabilir.
Dahası demokratik siyaset, İslamcılığın, korkusuzca ve engellenmeden kendi yaklaşımını savunabileceği bir ortam demektir diye düşünürüm. Geçmişte pek çok kez bu görüşlerimi ifade ettim, uzunca bir süre, bu nedenle İslamcıları desteklemekle suçlandım.
Türkiye’de, mevcut siyasi ortam ve yasal çerçeve, başta Milli Görüş olmak üzere İslamcı siyaset geleneğinden gelenlerin, düşüncelerini savunmalarını imkansız kılıyor. Bu nedenle, bu gelenekten gelen siyasetçilerin örtük bir dil kullanmak zorunda olduğunu biliyorum. Bu noktada sorunun, demokratik tartışmanın sınırlarını genişletmek olduğunu düşünenlerdendim, hala öyle düşünüyorum.
Hakkaniyetsiz bir durum
Yakın zamana kadar, böylesi bir değişim imkansızdı, ancak artık olmamalı. İktidar partisi mensupları İslamcı görüşlere sahip olsun veya olmasın, İslamcı görüşlerin açıkça tartışılabileceği yasal düzenlemeleri yapmalıydılar, yapmalılar.
Ancak, bu istikamette davranmak yerine, kendini ‘muhafazakar demokrat’ diye tanımlayıp İslamcı tezlerle yola devam etmeleri, anlaşılabilir ve hakkaniyetli bir durum değil diye düşünüyorum.
Hitler’e atıf bile yaptılar
Bir süredir, AKP’yi destekleyen birçok yayın organı artık açıkça İslamcı tezleri savunduğu gibi, başta Başbakan birçok iktidar partisi mensubu, dava dediğinde ‘ümmet’i ve İslami bir düzeni kastediyor. İktidarı destekleyen yazarlar, bazı küresel cihatçılara övgüler yağdırıyor, Türkiye’nin Sünni dünyanın öncüsü olduğunu/olması gerektiğini ileri süren analizler yapıyor.
Nitekim, Başbakan, cumhurbaşkanlığı seçiminin sadece Türkiye’yi değil, tüm İslam alemini ilgilendirdiğini söyledi. Başdanışmanlarından biri, “Bize 100 yıl önce çizilen sınırlara sığmıyoruz” deyip, Hitler Almanya’sının ‘hayat alanı’ tabirini bile kullandı.
İmaları, örtük mesajları bıraksak artık
Artık şu meseleyi açıklığa kavuştursak… Öncelikle, ‘Yeni Türkiye’ denilen gelecek projesi İslam dinine uygun bir siyasi yapıya dönüşümü içerecek mi? Böylesi bir dönüşüme inananlar, hedefleyenler olabilir, ama oturup bunu açıkça konuşmak gerekmez mi? İmalar, örtük mesajlarla gidilecek yolun sonunun gelmesi gerekmiyor mu?
Sadece yeni bir Cumhurbaşkanı seçmediğimiz doğru, ama yaşadığımız ülkenin geleceği konusunda açık ve samimi bir tartışmayı hak etmiyor muyuz?
‘Ya sev, ya terk et’e doğru
Diğer taraftan, ‘Yeni Türkiye’nin dış siyaseti mevcut sınırları kabul zemininden uzaklaşacak, İslam aleminin önderliği veya Osmanlı mirasının peşine düşmek gibi büyük hedeflere yönelecekse, hepimizden bu davaya asker yazılmamız mı beklenecek?
Nitekim, halihazırda görünürdeki tablo bu. Zaten bu türden bir anlayışın varacağı nokta, yine ‘Ya sev, ya terk et!’ noktası oluyor, iktidarı destekleyen kalemler aşağı yukarı bunu söylüyor.
Mesele başka
‘Dava’ denilen şey, ister ‘millet’, ister ‘milliyet’, ister sosyalizm, ister din/İslam olsun, tüm toplumdan sorgusuz sualsiz sadakat talep eder/ediyor. ‘Dava’ya inanmayanı hain, düşman ilan eder, ediyor.
Mesele, dini bir devlet yönetiminde yaşanmasını öngörmenin ötesinde, bunun dayatılması, topyekun bir seferberliğe çevrilmesi.
İslamcılar, dini devlet fikirlerini demokratik zeminde tartışma imkanı bulamadıkları ölçüde, başka kavramlar, siyasetler ardına saklandılar. Yapacak başka şeyleri yoktu.
Devlet gücü haline gelince
Ama şimdi iktidar pozisyonundan çoğunluk temsilciliği adına gelecek tasavvurlarını ‘milli dava’ diye dayatmaya dönüştürmüş vaziyetteler. Görüşlerini, inançlarını açıkça savunmaları önündeki engellerin mevcut olduğu anti-demokratik bir siyasi yapıdan, devlet gücü haline geldikleri noktada kendi davalarını devlet/millet meselesi haline döndürdükleri bir noktaya geldik.
Geçmişteki Türkiye demokrasiden söz edilemeyecek bir yerdi, gelecekteki Türkiye’nin zaten böyle bir hedefi olmadığı aşikar hale geldi. İşin kötüsü, sonuçta varılacak yer, sadece ve sadece herkesin birbirinden nefret ettiği, birbiriyle kavga ettiği bir ülkeden başka bir şey olmayacak.
Ne hazin bir son!