• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Mehpare Çelik: Artık spiker yok, sahibinin sesleri var

20/03/2022 16:18

ŞULE TÜRKER

@suleturker34

suleturker34@gmail.com

Yayıncılık denilince akla TRT’nin geldiği dönemin önemli isimlerinden birisi Mehpare Çelik… İnşaat mühendisliğini bitirdi ancak kariyer tercihini tutkusundan yana kullandı; çocukluk yaşlarında adım attığı TRT’ye girip 30 yıl farklı pozisyonlarda görev yaptı.

1995’te kesintisiz 60 saat süren yardım kampanyasıyla (Haydi Türkiye Mehmetçikle El Ele) hafızalara kazındı.


TRT Radyosu’nda geçen çocukluk yılları ve spikerliğe başladığı gençlik döneminde Cüneyt Gökçer, Jülide Gülizar, Baykal Saran, Ejder Akışık gibi tiyatronun ve yayıncılığın önde gelen isimlerinden eğitim aldı.

“Artık Türkçe diye bir dert yok” diyen Mehpare Çelik, günümüz yayıncılığına tepkili: “Şimdi spiker yok zaten, sahibinin sesleri var. Biz gerektiğinde başbakanı eleştirebilen bir kurumduk… TRT sınavını kazandığım zaman Turgut Özakman ‘Sen devlet ağzısın, hükümet ağzı değil, unutma’ demişti. Bizler doğru isimler tarafından Türkçenin bilinciyle yetiştirildik. Şimdi böyle bir şey yok…“

Mehpare Çelik’le dilimiz, konuşmamız -daha doğrusu konuşamamamız- üzerine sohbet ettik.

Buyursunlar…

Mühendislik okudunuz ama spikerliği seçtiniz. Nedeni neydi?

Ben Ankara Radyosu ‘Çocuk Saati’nden yetiştim. Sekiz yaşında sınavla girmiştim. Mikrofon, iletişim, güzel konuşma ve tiyatro tutku oldu benim için. Mühendislik yapmayı hiç düşünmedim bu nedenle.  

Doğru ve etkili konuşma ve diğer konularda -ekrana çıkmadan önce- kimler tarafından yetiştirildiniz, hocalarınız kimdi?

Çocuk Saati’nde olduğum için tabii ki tiyatrocular tarafından eğitildim; Turgut Özakman, Cüneyt Gökçer, Mahir Canova, Ergin Orbey, Ejder Akışık, Baykal Saran…  Spikerliğe geçtikten sonra Gültekin Orkut, Mümtaz Soysal, Yılmaz Tok, Müberra Yetkin, Jülide Gülizar gibi tiyatro ve yayıncılığın kilometre taşları isimler vardı. Bu işi çok doğru yapan kişilerce eğitildik, o nedenle de hiç tevazu göstermez bizim kuşak, “Biz bu işi doğru yapıyoruz” deriz.

Şimdiki spikerler ile sizin döneminizdeki isimleri kıyaslarsanız neler söylersiniz?

Şimdi spiker yok zaten, sahibinin sesleri var. Biz gerektiğinde başbakanı eleştirebilen bir kurumduk çünkü özerktik. Spikerlik budur, yapımcılık budur. Sınavı kazandığım zaman Turgut Özakman, “Sen devlet ağzısın, hükümet ağzı değil, unutma” diyerek yollamıştı beni. Hem TRT’nin özerk bir kurum olmasının getirdiği hem de çok doğru yetiştirilmiş olmamızın verdiği özgüven vardı. Doğru isimler tarafından Türkçenin bilinciyle yetiştirildik. Şimdi böyle bir şey yok. Ben televizyonda ayak ayak üzerine attım diye ceza aldım. Oturmasını bileceksin. O ayağını insanların ağzına sokarcasına uzatmayacaksın! Bunlar çok detay belki ama ayrıntıda gizli çok şeyler var… Bu ülkede ‘r’yi söylemeyen kişiler rol model oldu. Oysa ‘r’yi söyleyememenin konuşma kusuru olduğu öğretildi bize. 

Çocuğum klavyen mi bozuk?

Sesli harfi kullanmıyor şimdi çoğu; “Slm canım hocam” diye mesaj atıyor bana. “Çocuğum klavyen mi bozuk” diyorum, “Yoo biz seslileri kullanmıyoruz” diyor. Yahu sen kimsin “Seslileri kullanmıyorum” diyorsun? Yani… Çivisi çıktı bu işin.

Tabii Türkçenin en başta gelen katili televizyon. İletişim uzmanı Neil Postman, “Doğru kullanmazsak bumerang etkisi yapar” der, işte döndü vurdu. Bizim zamanımızda da televizyon vardı ama ben ayak ayak üzerine attım diye ceza alan spikerken izlediklerimiz; Pazar Konseri, Susam Sokağı, Bir Roman Bir Hikaye, stüdyoda çekilmiş tiyatro oyunlarıydı. Bana Almanya’dan telefon gelirdi; “Mehpare Hanım, Susam Sokağı ne zaman başlayacak” diye. Bu ülkede bir nesil Susam Sokağı ile yetişti. BBC onu diğer ülkelere bir koşulda verir, ana dilinizi öğretmen koşuluyla der. Eskiden TRT 2 kültür kanalımızdı, Dostoyevski, Jean Jacques Rousseau, Voltaire ne demiştir, toplum sözleşmesi nedir bunlar yayınlanırdı… Böyle kullanılırdı televizyon. Şimdi ise çocuklara verilecek hiçbir şey yok televizyonda.

Özellikle gündüz kuşağı programları bu açıdan da epey eleştiri konusu oluyor…

Bir toplum bu görsellerle bu kadar düzeysiz hale getirilir, yapılmak istenen de buydu. Bu programlar içinde insanı düşünmeye sevk eden herhangi bir şey var mı? Ülkenin edep, ahlak, gelenekselleşmiş örfünü de yok ettiler. O nedir evlilik programları? 80 yaşında adam çıkıp, “Evlenecek kadın arıyorum” diyor. Ar, haya da kalmadı. Türk toplumunda böyle bir şey yoktur. Eskiden evlenmemiş, yaşı geçmiş kızlara “Kısmeti çıkmadı” denirdi, “Evde kalmış” denmezdi. Bir edep vardı, terbiye vardı.

Ya da diğerleri… İzlediğimden değil, sosyal medyada görüyorum; kimdir bunlar, ne iş yaparlar, polis adliye muhabiri midir, emniyetle birlikte mi çalışır? Bir program bir katili nasıl bulur, niye bulur? Televizyonculuğun böyle bir görevi yoktur. E böyle bir ortamda Türkçe mi? “Geçiniz” diyor insanlar.

Bu sözlerinizden sonra ‘Toplum olarak etkili, akıcı konuşuyor muyuz’ sorum yersiz olacak sanırım?

Bu soruyu duymamış olayım! Böyle bir şey yok, böyle bir derdi yok zaten toplumun artık. Türkçe katledildi.

Üniversitelerdeki konuşmanızda gençlere, “Dilimiz ülkemizin çimentosudur sahip çıkın” diyorsunuz..

Milli Eğitim bakan yardımcısı “Türkçe ölmüştür” diyorsa, ben o tavsiyeyi lüzumsuz söylemişim, bir daha söylemeyeyim bari! Böyle bir ortamdayız artık, Türkçe diye bir dert yok. Çünkü Türk sözcüğüyle dertleri olan bir kesim var. Anadilin ne olduğunu çok iyi bildikleri için… O ‘çimento’dur, yani anadiline sahip çıkan bir ulus, bütünlüğüne de bekasına da geleceğine de sahip çıkar. Onu çok iyi bildikleri için önce Türkçeyi öldürmeye çalışıyorlar.

Şapkalar artık pek kullanılmıyor, bu Türkçeyi nasıl etkiledi?

Aslında Türkçede şapka yoktur tabii, o şapkaların hepsi Arapça gibi yabancı dilden geçmiş sözcüklerde vardır. İsmi Hulusi olan adını yazarken ikinci ‘u’nun üzerine şapka koymak zorundaydı. Onların kaldırılması konuşma dilimizin ilkelleşmesine, kabalaşmasına yol açtı. Biz önce şapkaları öğrendik, şapka koymadım diye ilkokul öğretmenim bir hafta küsmüştü bana. Türkçe, melodisi olan, vurgusuyla, tonlamasıyla kulağa şarkı gibi gelen bir dildir, o gitti.

Sabah erken kalkan diksiyon kursu açmaya başladı

Son dönemde sayıları giderek artan diksiyon, etkili ve güzel konuşma kursları bu konuda ne kadar etkili?

Sabah erken kalkan diksiyon kursu açmaya başladı! Hakikaten öyle. Biraz sırma saçlı, badem gözlüyseniz, bir adamcağız açmış bir kurs oraya gidiyor, çocuğum bunu yap, şunu yap, gözünü böyle süz… Onlar diksiyon dersi falan vermiyor, kamera karşısında nasıl durulur onu gösteriyor. Yahu önce kamera karşısında nasıl konuşulur bir bilsin de. Zaten güzel konuşan insan güzelleşir bir süre sonra, onu güzel görmeye başlarsınız.

Bu kursların bir standardı, uymak zorunda olunan kurallar yok mu?

Hayır efendim. Neyin standardı var ki bu ülkede? Ona o yetkiyi, Türkçe diksiyon kursu açma yetkisini kim veriyor? Hangi özelliğiyle, hangi birikimiyle? Bagajında nesi var ki bu adamın ya da kadının diksiyon dersi veriyor? Bunu soran yok.

Bir ara Ankara’da özel bir diksiyon kursunda çalıştım. Bir arkadaş vardı, o da ders veriyordu. Derse giriyorum, çocuklara bir şey söylüyorum, mesela “E harfi belalı bir harftir, yanlış konuşulur genelde”… “Ama bize bilmem kim hoca böyle öğretti” diyorlar. “O hoca kim” dedim, tanımıyordum henüz. Toprak Mahsulleri Ofisi’nde memurmuş, akşam 5’te işten çıkıp gelip diksiyon dersi veriyormuş. Böyle şey olur mu?

Niye aşağılık duygusu paçamızdan akıyor bizim?

“Türkçe yazıldığı gibi okunur, okunduğu gibi yazılır” söylemi doğru mu?

Bir ara nasıl yazıyorsa öyle konuşsun, nasıl konuşuyorsa öyle yazsın diyen bir sistemi getirdiler. Türkçenin amentüsüdür; Türkçe zaman zaman yazıldığı gibi okunmaz, okunduğu gibi yazılmaz. Neden? Estetik kaygıyla, Türkçede ‘ğ’ jokerdir, ‘ğ’siz bir Türkçe düşünülemez çünkü hece uzatır, ‘yapıcaam’ dedirtir. Ama şimdi ‘yapcam’, ‘döncem’… İlkelleştirdiler dili. Yine dil bilim der ki eğer bir dilde uzun heceler fazlaysa o dil mükemmel bir dildir. İşte Fransızca, işte Türkçe.

Yani artık ‘kaat’ dedirten ilkokul öğretmenleri var. Ya da ‘kağğıt’ dedirtiyor. Hiç kimse alınıp gücenmesin bu böyle.

Ben yükseköğretmen okulu mezunu bir öğretmenin yetiştirdiği bir kişiyim. Köy enstitülü hocalardan ders aldım, onun için bunları kabul etmemiz mümkün değil, olmaz böyle bir şey, olmaz.

Doğru Türkçe konuşmak için kendimizi eğitmek, geliştirmek istiyorsak ne önerirsiniz?

Bunun tek yolu vardır; doğru yeri dinlemek ama doğru yer neresi? Kendi kendimize konuşma geliştirmek asla olmaz. Sizi uyaracak, yanlışlarınızı gösterecek, doğrusunu öğretecek biri olmadan kendi kendine konuşma düzelmez.

Sadece okuyarak da olmaz değil mi?  

Olmaz, okumak başka konuşmak başka. Tabii şurada kaç kelimeyle konuşuyor insanlar. Zaten yarısı Türkçe yarısı İngilizce. Haberlerde bile “Başbakan brifing verdi” diyor. Ne verdi, ne demek bu? “Bilgilendirdi” desene kardeşim, Türkçe karşılığı var. “Sendikalarla konsensüs sağlandı” diyor, niye ‘anlaşma’ sağlanmıyor da konsensüs sağlanıyor? Bu aşağılık duygusu niye paçamızdan akıyor bizim? Bizi biz yapan bir değerdir Türkçe, niye bundan utanıyoruz? Bu bilinç yok ki. Bu bilinç önce ailede sonra ilkokulda verilir. ‘Globelleşen dünyada…” diye başlıyor bana. Globalleşen dünyada bir Fransıza İngilizce bir şey söyleyin bakayım cevap veriyor mu?

Söylediğinizi anlasalar bile cevabı Fransızca veriyorlar…

Bana uçak kaçırttılar İngilizce sordum diye. Diyor ki, “Bu Victor Hugo’nun dilidir.” Helal olsun. Biz niye Yunus Emre’nin diline, Nazım Hikmet’in diline sahip çıkmıyoruz?

Okullarda verilen Türkçe eğitimi yeterli mi?

Değil tabi ki. Seçmeli ders yapacaklar yakında. Türkçe kompozisyon yazdırılıyor mu okullarda, Türkçe dersi var mı? Türkçe diye bir şey yok, Arapça dersi konuluyor. Hangi Türkçe?

Sekiz yıllık eğitim çıktığında sevincimizden ağlamıştık, bu bile yeter bize diye. İskandinav ülkelerinde 13 yıl. Çünkü bir çocuğu 5-6 yaşı ile 12-13 yaşı arasında nasıl eğitirseniz öyle gidiyor. 

Yeni nesil aynı anda birkaç dili birlikte öğreniyor. Televizyon, tablet hayatlarında. Onlar doğru Türkçe konuşmayı nasıl öğrenecek?

Hiç olanakları yok. Zaten bir ülke eğitimini yabancı dilde yapıyorsa o ülke sömürgedir. Yabancı dil öğretimi başkadır, yabancı dille eğitim başka bir şeydir. İnsan eğitimini anadiliyle alır, ondan sonra da öğrenebildiği kadar yabancı dil öğretirsiniz, tabii ki öğrenecek böyle bir çağda. Ama eğitim anadilde yapılır, çünkü bir insan bir tek dilde doğru konuşur, doğru sever, küser, küfreder, içindekilerini doğru aktarır, o da anadilidir. Bunu yapmak için de sözcük hazinesi geliştirilir, kavramlar geliştirilir, ondan sonra öğrendiği bütün yabancı dilleri zaten güzel konuşur. Bu bilimsel bir gerçektir; anadilini çok doğru ve düzgün konuşan bir insan, öğrendiği bütün yabancı dilleri güzel konuşur.

Şunu da algılayamıyorum, bu ülkede eğitim niçin bunu yapmak üzere kurulmuş Milli Eğitim Bakanlığı’nda değildir? Eğitim günümüzde niçin çeşitli vakıflara bırakılmıştır? Bunlar niçin denetlenmez? Milli eğitim diyoruz adına. Bana diğer yerlerde verilen eğitimin milli olduğunu kimse söylemesin. Kontrol yok, teftişi yok, uyarı veren yok. Böyle eğitim olur mu, bu nasıl eğitim? Cumhuriyetin değerleri, kuruluş değerlerine, hani diyorlar ya “Fabrika ayarlarına dönmemiz lazım”, bunun en başında eğitim geliyor.

Beni çok şu anekdot etkiler: Kurtuluş Savaşı’nda Yunan Polatlı’ya kadar gelmiş neredeyse, Meclis panik halinde; Konya’ya mı taşınsak, Sivas’a mı gitsek diye tartışıyor. Atatürk ise kadın öğretmenleri toplamış onlarla konuşuyor. “Muallimler…” diyor, “Top seslerini duyuyorum, bunlar gidecekler, ama esas savaşı siz vereceksiniz, siz kalem ordususunuz.” Bu ülke kültür devrimiyle kurulmuştur, kültür devrimidir bu ülkenin harcı. Onu kaybettik. Eğitimde 3-0 mağlubuz şimdi.

Yazmak yasak, konuşmak yasak!

Bizim kuşak bazen “Bugünleri gördük, acaba mutsuz muyuz?” diyoruz. Sonra kendi kendimizi teselli ediyoruz, “Ama biz o günleri de yaşadık.” Şimdiki kuşak ise öyle günler yaşayamadı, inşallah yaşarlar… Ben orta 1’deyken Suç ve Ceza’yı okumuştum, edebiyat dersinde tartışmıştık. Bakın bir şehir efsanesi gibi oldu ama ben buna kulaklarımla duydum, bizzat şahit oldum. D&R’da iki genç kız, “Aaa Aşk-ı Memnu’nun kitabı çıkmış” dedi. Dehşete düşmüştüm.

Okumak yasak, düşünmek yasak, yazmak yasak, konuşmak yasak. Ne yapacak bu çocuklar? Ondan sonra nece konuşuyorlar, valla yine iyi konuşuyorlar. Düşündüğünü söyleyemeyen, okuduğunun analizini yapıp bu benim fikrimdir diyemeyen, yazdığının suç olacağını düşünerek yazmayan bir toplum olmaz. Volteire’in sözüdür; “Fikirlerinizden nefret ediyorum ama onları savunabilmeniz için hayatımı feda etmeye hazırım.”

“Felsefe dersiniz var mı?” diye soruyorum çocuklara, bazısı var, bazısı yok diyor. Felsefe dersi, mantık dersi niye yok? İnsanı insan yapan derslerdir bunlar, soru sordurtur çünkü. “Soru soran insandan korkmayın” derdi hocalarımız. Soru soran insan irdeliyor demektir. Derslerde ya da gençlerle bir araya geldiğimde, “Ben böyle düşünüyorum, siz ne dersiniz” diyorum, hiç kimse cevap vermiyor. “Çocuklar kurban olayım, ‘Katılmıyorum’ deyin, neden katılmadığınızı tartışalım” diyorum, hiçbiri ağzını açamıyor.

Bu neslin sizlerin olduğu gibi rol modelleri yok sanırım…

Evet son 20 yılda heba oldu Türkçe konusunda bu toplum, diğer konularda olduğu gibi. Bizi biz yapan tüm değerlerden uzaklaştırıldık. Bunların başında da dil geliyor. Utanıyoruz ondan. Öyle bir kompleks ki. Türkçe cümlenin içine iki İngilizce sözcük mutlaka ekleniyor. “Neden?” diyorum, “Daha albenili oluyor” diyor, buyurun.

Herkes kendince konuşuyor

Konuşurken yapılan en belirgin hata ne?

Evde, çarşıda, okulda herkes kendince konuşuyor. Bunun bir standardı olduğu öğretilmemiş. Her dilin bir standardı vardır. Bir ülkenin her noktasından rahatlıkla anlaşılabilen dil, o ülkenin standart dilidir. Türkçenin de standardı İstanbul lehçesidir -şimdiki değil tabi- yıllar önceki İstanbul lehçesi. İstanbul lehçesini Van’daki amca da, Hakkari’deki çocuk da, Antalya’daki teyze de, Ege’deki amca da anlar. Onlar gibi konuşamayabilir o önemli değil, dilde asıl olan anlaşmaktır, iletişimdir. Onun için standart dili konuşacaksınız.

Yazıldığı gibi okunduğunda ne gibi hatalar yapılıyor?

Dilin bütün melodisi ve estetiği gitti. Bütün dillerde de var bu, yazıldığı gibi okunmaması. Bir Fransızın aklına gelmez “Bu e’yi niye yazıyoruz okumayacaksak’ diye, adamı döverler orada. Dilin kuralı bu. Ben diyorum ki, “Ğ’yi illaki yazacaksınız ama illa ki ğııı diye okumayacaksınız”, “Hocam ne alemsiniz, okumayacağımız şeyi niye yazdırıyorsunuz bize?” diyor. Kısa yoldan her bir şeye ulaşmak matahmış gibi öğretildi, dilde de aynı şeyi yapıyor, zora gelmiyor hiç. Oysa doğru ve düzgün konuşmak emek ister.

Kısa Kısa…

Spikerliğimin ilk yıllarında İsmet Paşa ile röportaj yapma şansım oldu. AYM kuruluş yıldönümüydü. Benim için çok önemli bir andı.

Konuşurken keyif aldığım lider Bülent Ecevit’ti. “İyi ki ben bu işi yapıyorum” dediğim anlardır Ecevit’le röportaj yaptığım zamanlar.  Bu ülkede bir şair başbakandı…

Süleyman (Demirel) beyle de çok renkli, hoş röportajlarımız olmuştur. Başbakanlığı döneminde bir sohbetimizde ‘milliyetçilik’ dedi sık sık, ben de, “Atatürk milliyetçiliği, bunu belirtmekte yarar var değil mi efendim” demiştim, tepkime çok şaşırmıştı. Bunları yapabiliyorduk biz.

Böyle şey olur mu?

Radyo Bilkent’te ders veriyorum, “Hocam shiftim geldi ben gideyim mi?” diyor. Çocuğum “Nöbetim var”, “Görevim var” desene. Meclis televizyonunda “TBMM çalışmalarına saat 13.00’te start verecek” diyor. TBMM nasıl start veriyor anlamıyorum. Turgut hoca; “Ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun” der. Biz onu hep tehdit zannederdik, o kadar önemli bir disiplinmiş ki o “Ben ne diyorum.” Şimdiki politikacılarımıza bakar mısınız, ağızlarından çıkanları kulakları duyuyor mu? Şiddetse şiddet, saldırıysa saldırı, aşağılamaysa aşağılama. E çocuklar bunları duyuyor. Kimden duyuyor, ülkenin yöneticilerinden. Böyle bir şey olur mu?

“Ne diyeyim bu adama?”

Gittiğim marketin sahibi, “Abla elimde olsa tükkan senin diyor”. “Evladım şuna tükkan değip durma, dükkan” diyorum, “Ya abla git işine ben şurada kaç lira kazanacağım onu düşünüyorum” diyor. Ne diyeyim bu adama ben şimdi?

Kimdir?

1970’te Ankara iktisadi ve Ticari ilimler Akademisi Mimarlık – Mühendislik Yüksek Okulu İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl TRT Ankara Radyosu’nun açtığı sınavı kazanarak spikerliği başladı.

Ankara Radyosu’nda pek çok eğitim, kültür programının hazırlanmasında ve sunumunda görev aldı. 1990 yılında Ankara Televizyonu baş spikerliğine atandı. Uzun yıllar TRT’de program yapımcısı ve sunucusu olarak görev yaptı. Ankara Televizyonu’nca hazırlanan pek çok kuşak programda, canlı yayında ve özel sunumda görev aldı. 1995 yılında TRT tarafından düzenlenen ‘Haydi Türkiye Mehmetçikle El ele’ kampanyasında 60 saat aralıksız sürdürdüğü yardım kampanyasıyla bir başarıya imza attı. 1999 deprem felaketinin ardından yine TRT tarafından düzenlenen ve bir ay süren yardım kampanyasını yürüttü.

Türkçeyi doğru ve güzel kullanması nedeniyle pek çok kuruluş tarafından ödüllendirildi. 2004 yılında Türk Standartları Enstitüsü tarafından ISO 2001 kalite belgesini aldı.

Bilkent Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’nda mütercim tercümanlık öğrencilerine Türkçe diksiyon dersi veriyor.

Kategori:Diken özel

SON HABERLER

ABD'de bakana soru sormak isteyen senatör ters kelepçeyle gözaltına alındı

ABD İç Güvenlik bakanının basın toplantısında soru sormak isteyen Kaliforniya’nın Demokrat Senatörü Alex Padilla zorla dışarı çıkarıldı ve ters kelepçeyle gözaltına alındı.

Forbes dünyanın en büyük 2 bin şirketini sıraladı: Türkiye'den 10 şirket listede

ABD merkezli Forbes dergisi, 23’ncü kez dünyanın en değerli 2 bin şirketini sıraladı. Listede Türkiye’den 10 şirket yer aldı.

Bolu'da kavga esnasında kalp krizi geçiren çocuk hayatını kaybetti: İki çocuk gözaltında

Bolu’da kavga esnasında kalp krizi geçiren 15 yaşındaki çocuk, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

Trump: Ortadoğu'da büyük bir çatışma ihtimali var

ABD Başkanı Donald Trump, Bana bir şey söylemediler ancak Ortadoğu’da büyük bir çatışma ihtimali var” dedi.

Sağlık botunda patlama: Bir ölü, bir yaralı

Çanakkale’de ‘Sağlık-1 Botu’nda patlama meydana geldi. Bir sağlık personeli öldü, bir kişi yaralandı.

'Down sendromlu bireylerin eğitim hakkı engelleniyor'
Ezber bozan: Basen, kalça, cilt altında biriken yağlar sağlıklı!

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 781 gündür hapiste

YAZARLAR

Dere Sokak Üçlemesi, 'Körfez'le sona eriyor

Behzat Şahin

Yanlış 'tarafında' bu ısrar acep nedendir?

Mustafa Dağıstanlı

Mutluluk pazarlama

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Eşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi

Murat Sevinç

Bağıran lüks, suskun zarafet

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Halayda kiminlesin?

Ayhan Tinin

İlhan Şeşen'i üne kavuşturan aşkı: Bir adam, iki kadın ve 'ellerimde çiçekler'

Meşerret Şerbetçi

GÜNÜN 11’İ

Kansu Yıldırım: 15-17 yaş grubundaki yaklaşık her dört çocuktan biri çalışma hayatında

Nevşin Mengü: Cezaevlerinde kapasiteler çoktan aşılmış durumda

İbrahim Kahveci: Bi şahlanamadık gitti

Damla Doğan Tuncel: Halk ne yaparlarsa yapsınlar iradesine sahip çıkıyor

Rükzan Sağır: DNA testleriyle yaratılan kimlik krizi

Emin Çölaşan: Hak, hukuk ve adalet kavramları yok edilmiştir

Hediye Levent: Libya bir kez daha kaynamaya başladı ancak bu defa çatışan taraflar da farklı

Fehmi Koru: Haldun Dormen'in 'Söylersem hapse tıkarlar' cevabını okuyunca irkildim

Mustafa Balbay: Dünyada gıda fiyatları düşüyor, biz gıda enflasyonunda dünya şampiyonuyuz

Esfender Korkmaz: Türkiye, siyasi, sosyal ve ekonomik alanda topyekun kriz yaşıyor

Gökçer Tahincioğlu: İnsan öldürürseniz 'kader kurbanı' oluyor ve kolayca cezaevinden çıkabiliyorsunuz

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×