‘FETÖ’nün medya ayağına yönelik olduğu öne sürülen dava kapsamında üç kez ağırlaştırılmış müebbet talebiyle yargılananan Prof. Dr. Mehmet Altan 73 sayfalık bir savunmayla hakimin karşısına çıktı.
Altan, “Demokrasinin katledilişine alkış tutmadığım için burada olduğumun bilincindeyim” diye başladığı savunmasını şöyle noktaladı: “Demokrasi ve hukuk mücadelemden vazgeçmeyeceğim.”
İstanbul 26’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada Altan, ağabeyi Ahmet Altan, gazeteciler Nazlı Ilıcak ve Ekrem Dumanlı dahil 17 şüpheli hakkında ‘silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme’ suçundan üçer kez ağırlaştırılmış müebbet ve 15’er yıldan 22.5 yıla kadar hapis cezası talep ediliyor.
Savunma öncesinde Altan, mesleği sorulunca, “Üniversite hocasıydım, KHK ile atıldım. 1986 yılından 2006’ya kadar 20 yıl Sabah yazarıydım, sonra altı yıl Star başyazarıydım” dedi.
Ardından yargıç, iddianamenin ilgili kısmını okudu.
P24’ün aktardığına göre Altan’ın ‘iddianameye kapsamlı bir cevap’ niteliğindeki savunmasından satırbaşları şöyle:
Hukuk yerine algıyla başlatılan soruşturmada 283 gündür özgürlüğünden yoksun, düşünceleri yargılanan biri olarak karşınızdayım.
Devletin yaptırım gücü hukuktan koptuğunda orman yasaları devreye girer. Hukuk buharlaşır.
10 satırlık hukuk ve demokrasi hatırlatmasından dolayı kanıtsız, hukuksuz suçlamayı hâkim kabul etti.
Evrensel olma çabasında yazarlık gayreti, yerel olmayan akademisyenlik için önemli özellik, itiraz kültürüyle yıkanmaktır.
Dün ‘askerî vesayet’ andıçlamıştı, bugün aynısını ‘siyasi vesayet’ yapıyor…
(Fransız düşünür Jean Jacques) Rousseau 254 yıl önce yazdıklarını bugün söylese kuşkusuz “Darbeyi biliyor, subliminal mesaj veriyor” iddiasıyla suçlanırdı. Benim de söylediğim anayasal düzen yürürlükteyken “Fiili durum var” diyenlere Rousseau’nun ikazlarını tekrarlamaktan ibaretti.
Tabii ki ‘FETÖ’cü bir darbeden haberdar değildim.
Demokrasinin katledilişine alkış tutmadığım için burada olduğumun bilincindeyim.
Gözaltına alınmamdan bugüne kadarki yaşadıklarım düpedüz hürriyeti tahdit eylemidir, TCK 77’de tanımlanan suçun mağduruyum.
Bugün görüyorum ki hoşlanılmayan demokratlar, eleştiri yapan özgürlükçüler suç işlememelerine rağmen zorla susturuluyor.
Allahın lütfu olduğu söylenen bu dönem hoşa gitmeyen seslerin cezalandırılmasına yöneldi. Ben cezalandırılmak istenenlerdenim.
Size bugün üç kitabımla gelmek isterdim ama Silivri’den çıkarken el koydular.
Sorguda, o tv programını sadece 14 Tammuz Perşembe günü değil her perşembe yaptığımızı söyledim. Sanki darbeden bir gün önce özellikle çıkmışız gibi algı operasyonu ayıp.
Darbe çağrışımlı ‘subliminal’ mesaj vermek diye bir suç yok ama bu suçlamayla bizi aldılar gözaltına, hâkimlik de bunu onadı.
Oturduğumuz yeri 1915’te aldık. 100 yıldır aynı yerde oturuyoruz. Ordan kimse kaçmadı. Sadece Kurtuluş Savaşı’na silah kaçırıldı.
Babam ve ağabeyim 600 kez yargılandı. Babam hukuktan başka şey konuşmazdı. Hukukçu bir babanın oğlu olarak böyle dava görmedim.
Örgüt üyesi olmakla tutuklandım. İddianamede sosyal yaşantım nedeniyle İslamcı örgüt üyesi olamayacağım noktasına gelindi. Sosyal yaşantım nedeniyle üye olamayacağım İslamcı terör örgütü, teokratik din devleti kursun diye yardım edeceğim öyle mi?
30 yılı aşkın akademisyen, 49 yıllık imza ve 40’ı aşkın kitabın yazarıyım. Medyada yazmazken nasıl darbenin medya ayağı oldum?
Yakın zamanda Darbeler Komisyonu’na çağrıldım. Resmî kabulle, teşekkürle. Ne oldu da birdenbire darbeci oldum?
Şiddet içermeyen ifade özgürlüğü bir suça konu edilebilir mi? Bu kadar bilinen bir adam gizli örgütle işbirliği yapar mı?
Darbeyi önceden bilen o kadar insan var ki. Onları değil, bilmeyenleri aldılar. Üstelik darbeyi önceden bilme diye suç da yok.
Suç olmayan bir şeye karşı suçsuzum diye kendimi anlatmak zorunluluğunu hissediyorum. Bu da çok tuhaf bir durum.
İddianamenin bana yönelik çıkış noktası darbeyi önceden bildiğim. ‘Subliminal’ büyük gürültü çıkarınca uçtu gitti buharlaştı. Niye her hafta yapılan programı o güne özelmiş gibi sunuyorlar? Program her hafta olduğu gibi perşembe ve her haftaki saatinde yapılmıştır. Farklı gösterip kasıtlı çarpıtmanın anlamı nedir? Biz Türkiye’nin en krema beyin sahiplerini o programa çağırdık. Demokrasi, hukuk için biraz bir katkımız olur mu diye?
‘Darbeyi önceden bildiğimiz’ iddiası bir niyet okuma, o niyetinde yanlış okuma çabası olarak karşımıza çıkıyor. Uyarı ve eleştiri yapan darbeci olur mu? Uyarı ile darbeye zemin mi hazırlanır? Darbenin önünü açan yasaları yapanlar mı darbeci, ben mi darbeciyim?
Anayasada başkanlık düzenlemesi yok, fiilen başkanlık düzenlemesi de yok.
Olmayan ve dolayısıyla işlenmemiş bir suçtan kanıtsız tutuklanmam, hukuk hayatta olsa, söz konusu olmazdı.
Gerçek bir devletin bünyesinde hukuk dışında faaliyet gösteren bir cemaate yaşam imkanı verilmeyeceğini yıllar önce söyledim.
Benim gibi bir ömür AB üyesi bir anlayışla Cumhuriyet’in demokratikleşmesini isterseniz sizi hem asker hem sivil vesayet andıçlar.
Bugün 12 Eylül hukuku var. Siyasi Partiler Yasası darbe yasasıdır. 15 yıllık iktidar döneminde kimse dokunmadı.
Biz zaten darbe rejiminde yaşıyorduk. Bir de üstüne o kadar kanlı, vahşi, o kadar kötü bir darbe daha geldi.
Anayasanın 24. maddesine aykırı olarak suçlanıyorum, yargılanıyorum ve düşüncemi açıklamaya zorlanıyorum.
Bilmeyenler eğer ilkeli duruşları varsa darbecilik iftirasına muhatap oldu, bilenler muhalif değilseler siyasî koruma sağlandı.
2015 yılından itibaren darbe söylentileri gündemi oluşturmuş, yazarlarca yazılmış, siyasîlerce konuşulmuştur.
(Bugünkü Haber Türk gazetesinden Nagehan Alçı’nın bugün de darbe ihtimali olduğuna dair yazısına atfen) Bunu yazan, bir zaman sonra bunları yazdığı için Allah göstermeye…
Burada suç yok ama iddianamede suç vasfı sayılıyor bu. Devlet çalışmıyor, hükümet yok, eli kanlı gözü dönmüş İslamcı terör örgütü her yere sızıyor. Bu ön kabulle iddianame olur mu? Nurettin Veren’den medet umman bir iddianame bu. CNN’de o kadar yalan söyledi ki, programın tekrarında o bölüm çıkarıldı.
Alaattin Kaya ile hayatımda bir ya da iki kez görüşmüşüm telefon kayıtlarına göre. Bir kere görüşmüşüm, “Sık görüşüyor” diyor. Niye görüşeyim Fethullah Gülen’le ben; aracıyla bilmem neyle niye görüşeyim? Benim hayatıma, amacıma uymuyor ki bu. Haberleşme özgürlüğü anayasal hak. Savcı bilmiyor mu? Biliyor. Korkutmak için iddianameye koyuyor. Suç mu telefon konuşması? O zaman bütün telefon konuşmalarımı yaz oraya; başbakanla, bakanlarla, vekillerle… Mahkeme heyetine soruyorum: Bir cinayet zanlısının eltisinin telefon ettikleriyle konuşmak sizi de cinayet zanlısı yapar mı?
İddianamede ‘suç’ ve ‘suç kanıtı’ olarak sunulanların hepsi anayasal güvence altındaki özgürlüklerdir.
Aslında soruşturma savcısının da benim suçlu olmadığımı bal gibi bildiğini sanıyorum. Delil olmayınca algı operasyonu yapmış.
HTS kayıtlarına baktığımda yılbaşı günü atılan mesajların dahi listeye alındığını gördüm.
Bin kişi arar beni. Arayanların keşke listesini çıkarsalar. Adam bir kere aramış 2008’de ama öyle anlatıyor ki aaa umacı işte!
Beni Pasteur takma adıyla MİT’e dinleten hâkimler ceza aldı… Telefonlarım dinleniyor bütün bu tarihlerde.
(Hakkındaki ‘F serisi bir dolarlık banknotu kırmızı cüzdanda bulundurmak’ iddiasını cevaben) O bir dolar eski seyahatlerden kalmış, yine çok eski bir cüzdan içinde, üçte biri yırtık.. Polis yırtığı kapatıp video çekiyor.
Getirin bakalım o doları… İddianamede diyor ki Gülen bunu öğrencilere veriyor, 30 yıllık profesörlere veriyor demiyor.
Bu yetersiz, mizah konusu olacak anlam yüklemeler, ortada suç olsa bile kanıt olamayacak kadar havada kalan, boş iddialardır.
(AKABE Vakfı’yle ilgli iddiaya cevaben) Bu vakıfta bir konferansa katılmama rağmen hakkımda soruşturma açılmadı diye darbeciymişim! Öğrendim ki AKABE Vakfı ile Cemaat birbirine düşman. Benim orada konuşmam bile bağımsızlığımın kanıtı olmalı.
AKİT 2012’de “Balyozu yediler” diyor, Sabah Balyozcuların ceza almasını ‘Yaşasın Demokrasi’ diye yazmış. Çağır onları o zaman. Bir ‘kumpas’ söz konusuysa bunun adresi dönemin başbakanı, adalet, savunma, içişleri bakanları olsa gerek. Mehmet Altan değil. Balyoz davasındaki beraat kararı temyizde. Başbakan Ekim 2016’da, “Balyoz sapına kadar gerçekti” dedi. ‘Kumpas’ değil o zaman.
Sayın Heyet, ben Çetin Altan’ın oğluyum… Burada yargılanırım ama gayri meşru duruma düşmem.
Demokrasi ve hukuk mücadelemden hiç vazgeçmedim, gene vazgeçmiyorum ve vazgeçmeyeceğim.
Hukuk yerine algı operasyonu üzerinden İslamcı terör örgütüyle irtibatlı darbecilik suçlaması gibi bir zulümle karşılaştım.
Anayasal haklarımın ve hürriyetimin geri verilmesini istiyorum.”
Altan, savunmasını Necip Fazıl Kısakürek’ten bir alıntıyla bitirdi.
17 sanıklı davanın yarın AhmetAltan’ın savunmasıyla sürmesi bekleniyor.