‘Magnolia’, ‘The Master’ ve ‘Phantom Thread’ gibi bazı Paul Thomas Anderson filmleri tuhaf şekilde ‘edebiyat uyarlaması’ izlenimi verirler bana. Kuşkusuz hepsi özgün senaryodur; ama içerdikleri dramatik zenginlik ve derinlikli yazılmış karakterleriyle her şeyin arkasında iyi bir romanın olduğunu düşündürürler.
Yeni filmi ‘Licorice Pizza’yı seyrederken ise senaryonun gerçek olaylardan esinlendiğini, otobiyografik yanlar taşıdığını düşündüm.
Oscar ödüllerinin en önemli adayları arasında gösterilen, ABD’de çok beğenilen ve daha şimdiden önemli ödüller kazanan ‘Licorice Pizza’yı ileride seyrettiğimde fikirlerim değişir mi bilmiyorum. Anderson deyince aklıma insan ruhunu anlamaya çalışan, derin sulara tüpsüz dalışlar yapan bir sinemacı geliyor. ‘Licorice Pizza’da ise sanki bu yoğunluğa ara verip hem kendini hem de bizi mutlu etmek istediğini düşünüyorum.
Anderson’un ‘Fast Times at Ridgemont High’ (1982) ve ‘American Graffiti’ (1973) gibi Amerikan gençlik filmlerinin havasına sahip, hikâye açısından iddiasız, duygu açısından yoğun bir film yapmak istediği kesin. ABD’deki havaya bakarsanız ‘Licorice Pizza’ şimdiden kültleşmiş görünüyor. O yüzden hazır fırsat varken büyük perdede görmenizi tavsiye ederim. Umarım, benden daha çok seversiniz.