MURAT SEVİNÇ
Başlıktaki soru ve aşağıdaki satırlar; Cumhuriyet tarihinin en büyük, barışçıl ve etkili kitle gösterilerinde yer alan, Gezi Parkı’nda olağanüstü değerli bir ‘birlikte yaşama’ deneyimi sergileyen, ‘park forumları’nı yaratıp Türkiye’ye 21. yüzyılın yeni ve katılımcı yönetim biçimini müjdeleyen, can verip yaralanan insanlara değil kuşkusuz. Onların Gezisi ve park forumları, önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin yeni yönetim biçimi olacak. Bundan hiçbir kuşkum yok. Göreceğiz.
Başlıktaki soru ve aşağıdaki satırlar, sokaklarda binlerce Kürt protestocu varken Gezi eylemlerini bir kez daha Kürt karşıtlığı için fırsata çeviren kesim için. Siz de bilirsiniz; hani şu seçimden önce, ‘Duydunuz mu a dostlar, HDP ile AKP başkanlık için anlaşmış’ diyenler vardı ya, işte onlara.
Gezi eylemlerinde Tunalı’daydın değil mi? Kuğulu Park’ta slogan atıyor, hoplayıp zıplıyordun. Abbasağa’da toplanmış dertleşiyordun. Taksim’e açılan sokaklarda ‘barikat’ kuranlara bakıp duygulanıyordun. Eylemlere ‘isyan’ adını vermiştin.
Sen belki de ilk kez devlet şiddetiyle tanışırken, Türkiye medyası Penguen belgeselleri gösteriyordu kanallarında. Binlerce sokakta yüz binlerce yurttaş slogan atarken, kimi arsız televizyoncu/gazeteciler senin ve çocuklarının bir darbe girişimi hazırlığı içinde olduğunu anlatmaya çabalıyordu dünya âleme.
Sen çocuğundan endişe edip ‘Eve sağlam gelecek mi?’ kaygısı taşırken, yoksul Alevi gençler köşe başlarında vurulur ve linç edilirken devlet yetkilileri, polisini yere göğe koyamıyordu. Uyguladığı orantısız şiddetin ne kadar da ‘gerekli’ olduğunu anlatıyordu.
Devlet organları insanından vazgeçmiş, bankamatikleri ve belediye otobüslerini, duraklarını koruyordu. Şiddet tekelini elinde bulunduranlar, hukuk dışı işler yapıyor ve seni aşağılıyordu her Allah’ın günü ve gecesi. Sana, çoluk çocuğuna iftira atılıyordu. Kabataş’ta türbanlı bir kadına saldırdığın, camiye ayakkabıyla girip içki içtiğin anlatılıyordu. Sahtekârlar, en ciddi tavırlarını takınıp ‘Vahim görüntüler izledim’ diyordu ekranlarda.
Sen yalan olduğunu biliyordun ama fayda etmiyordu. Çok güçlüydüler. Propaganda aygıtları ellerindeydi. Ortalama yurttaşa ‘istediklerini’ izlettiriyorlardı. ‘İstediklerini’ okutuyorlardı. Her gün bir kez daha ‘İnanamıyordun’ gazetelerindeki manşetlere. Faiz lobisinin, porno lobisinin, bilmem hangi istihbaratın ‘oyuncağı’ olduğunu öğreniyordun günaşırı.
Üç beş ay sonra tapelerle tanıştın. Havuz TV ve gazetelerinde tümünün montaj olduğu anlatılıyordu. İnanmıyordun bir türlü hecelerin birleştirildiğine. Aptal yerine konulduğunu düşünüyordun. Bakan çocuklarının masumiyeti, bayrak önünde poz veren Sarraf’ın ne büyük bir hayırsever olduğu anlatılıyordu sana. Miden bulanıyordu. Ayakkabı kutularının ‘kurgu’ olduğunu iddia ediyorlardı. ‘Hadi oradan’ diyordun. Youtube, twitter, haber kaynakların kapatıldığında çılgına dönüyordun. Çok az geçti üzerinden, unutmuş olamazsın.
Gel gör ki sayın yurttaş, söz konusu Kürtler ve mekân Şırnak, Muş, Diyarbakır, Mardin olduğunda bir anda hafızan siliniyor. Yeniden inandırıcı gelmeye başlıyor TV kanalları, gazeteler. Görmezden geliniveriyor, o ‘uzak köyde’ yiten canlar.
Olağanlaşıyor, vurulmuş çıplak bir kadın bedeni önünde verilen poz ve o fotoğrafın dolaşıma sokulması.
İki fırın çalışanı yoksul çocuğun vurulmasını, kolayca hazmedebiliyorsun. O iki çocuk teröristmiş değil mi? Öyle diyorlar. Üzerlerinde PKK’li kıyafeti varmış. Devlet yalan söyleyecek değil ya.
O devletin başbakanıydı değil miydi, katledilmiş el kadar çocuğun anasını yuhalatan? Ayrıca aynı başbakan, o çocuğun misketlerinin mezarına konulması hakkında neler söylemişti, hatırladın mı? Nasıl da sinirlenmiştin. Şimdi aynı insan, bu kez devlet başkanı sıfatıyla gencecik asker tabutlarının yanında konuşma yapıyor. Takdir ediyor musun?
Yoksul çocukların cenazelerinde; Ethem Sarısülük gibi, iki fırın işçisi gibi, yoksul çocukların. Yoksul oldukları için canları bu kadar kolay feda edilebiliyor vatana.
Hani, ‘Onlar konuşur biz yaparız’ demişlerdi ya, hiç değişmeyen bir ilkedir: ‘Güçlüler ve zenginler konuşur, yoksullar ölür.’ Zaten o yoksul olduğu ve canı bu kadar ucuza gittiği için, diğeri zengin ve güçlü. Türk’ün ve Kürt’ün yoksulu kaybediyor yaşamını. Görüyor musun?
Şimdi, bir kez daha (!) ‘milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz’ bu günlerde, 80 yıldır o birliğin ve beraberliğin bir parçası olmasına izin verilmemiş, kimliği inkâr edilmiş, dili dini inkâr edilmiş insanların siyasal partisi, 12 Eylül barajını aşmış ve bizlere sorunlarımızı parlamentoda çözmek için çok büyük bir fırsat sunmuşken, gözümüzün önünde değersizleştirilmeye, yok edilmeye çalışılıyor.
HDP’li vekilleri TV’lerde izleyebiliyor musun? Konuşmaları için fırsat tanınıyor mu? Doğan medyasının amiral gemisinde her hafta AKP’li vekil ve akademisyenlerle ‘nezih’ söyleşiler yapılmaya başlandığını fark etmedin mi henüz?
Demirtaş’ın saz çalması nasıl da küçümseme konusu haline geliverdi bir anda değil mi? ‘Yoksa Demirtaş hayal kırıklığı mı?’ diye soruyorlar, sureti haktan görünen yazılarında. AKP gibi bir yapının 13 yıl tek başına yönetip enkaza çevirdiği ‘duble yol’ ve ‘rezidans’ cehennemi memlekette, hayal kırıklığını Demirtaş ile yaşıyorlar! Rahatsız ediyor mu bunlar seni?
‘Vatan hainleri’nin, ‘bölücüler’in’ fazla yüz bulduğunu mu düşünüyorsun? Yoksa gencecik yoksul halk çocuklarını, üzerlerinde asker üniforması olduğu için bombalarla parçalayan bir örgüt ile tüm Kürtler’i ve HDP’yi özdeşleştirmekte bir an olsun duraksamıyor musun?
Benim vergimle ceylan derisi koltuklarda vekillik yapıp benim verdiğim oya hakaret etmek için kuyruğa girmiş zırcahil serserilerin ifadelerini rahatsız edici buluyor musun? Ya da bir anda AKP ve MHP ile ‘milli birlik ve beraberlik bağı’ mı kuruverdin?
Sorguluyor musun ‘yasaklanmamış’ haber siteleri, gazete ve TV’lerde okuyup işittiklerini. Gerçi sen ömründe bir kez bile ‘Nasıl olur da Anadolu gibi bir coğrafyada yaşayanların yüzde 99’u Türk ve Müslüman olur, bu işte bir gariplik var’ diye sorguladın mı ki, bugünü sorgulayacaksın. Yine de soruyorum işte…
‘Ne yapalım yani, Varto’ya mı gidelim?’ diye soracaksın belki. Daha önce de sormuştun çünkü bu ‘acar’ soruları. ‘Ne yani yalnızca Kürtler’in sorunları mı var?’ ‘Ne istiyor bu insanlar, Turgut Özal Kürt değil miydi?’ ‘Lazlar da anadilde eğitim isterlerse ne olacak?’ Bu sorulara idmanlısın; hepsi ezberinde. Ayrıca, ‘Kürt arkadaşların da var iş yerinde’, ‘Halanın kocası da Kürt.’
Hayır, ‘Varto’ya gidip barikata omuz vermelisin’ demiyorum. Benim gibi, trafik polisinden bile tedirgin olan birinin önereceği şey değil bu.
Demem o ki Varto, Muş o kadar da uzak değil. Sana uzak görünen, bir başkasının evi barkı. Anıları. Anasının babasının yaşadığı yer. Nişanlanıp düğün yaptığı, çoluk çocuğunu yetiştirdiği yer. Ve Taksim’deki devlet, aynı devlet.
Demem o ki, bir düşün bakalım Tunalı Hilmi’de, Taksim’de, Karşıyaka’da gördüğün devlet, Silopi’de nasıldır?
Demem o ki, devletin yöntemlerine ve senin vurdumduymazlığına rağmen, bu insanlar hala seninle ‘birlikte’ yaşamaktan söz ediyor.
Şu dünyadan göçüp gitmeden bir kez olsun düşün hiç olmazsa, on binlerce ‘yurttaş’ın neden 30 yıldır dağa çıktığını. Hiçbir şeyi sorgulamıyorsan bile, bu vahim gerçeği sorgula. Bu kadar emin olma okuduğundan, gördüğünden, düşündüğünden. Her aklına gelene düşünce muamelesi yapma. Bu kadar kolaycı olma.
Bir kez olsun sor kendine ‘Bölücü olan, eşit yurttaşlık talebi midir?’ Şu yazının iki paragrafını okuyup küfretmeye başlayacağına, düşün biraz. Küfürden gayrı söyleyecek bir sözün olsun. Biraz kafan karışsın. İyi bir şeydir kafa karışıklığı.
Çok takdir ettiğini yinelediğin ‘Gezi ruhu’na da uygun davranmış olursun böylece. O Park’ta, birlikte ve insan gibi bir yaşam için toplanmış genç insanlara, ‘Bana yurttaş muamelesi yapacak ve dinleyeceksin’ diyen yüz binlerce protestocuya haksızlık etmezsin böylece.
Yok eğer yukarıdaki her bir satıra ‘Hayır’ diyorsan, artık hiç olmazsa şu olup bitenlerden sonra, ‘Kürtler Gezi’de yoktu’ demekten vazgeç. Vazgeç ki suratına tükürmesinler.