BAHADIR KAYNAK
@bahadirkaynak
bahadir.kaynak@altinbas.edu.tr
Küba’daki protestoların bizim memlekette böyle hararetli tartışmalara yol açmasına şaşırmadım. Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte reel sosyalizm deneyiminin büyük ölçüde sonlanması, kapitalist sisteme entegre olmayı reddeden Küba gibi ülkeleri daha da üzerine titrenen, özel bir konuma koyuyor. Küresel kapitalist tekdüzeciliğin karşısında direnen bu son kalelerin düşmesi, sisteme muhalif insanlar için çok daha kabul edilemez hale geliyor.
Benzer bir ruh halini Venezüela’da devlet başkanı Maduro’ya karşı meclis başkanı Guaido, darbemsi bir girişimle iktidarı ele geçirmeye kalkıştığında yaşamıştık. Anti-Amerikan söylemiyle öne çıkan Chavez ve onun takipçisi Maduro’nun, Batı yanlısı Guaido tarafından devrilme ihtimali ‘CIA’nin bir operasyonu’ olarak değerlendirilmiş, Venezüela’daki güç dengeleri açısından pek bir anlama gelmese de memlekette önemli bir kitle Maduro’nun yanında saf tutmuştu. Bu grubun içinde kategorik Amerikan karşıtlığı ile öne çıkan sol, belki ulusalcı kesimler kadar, bugün iktidarı destekleyen ABD karşıtlığını sonradan edindiği için acemiliği belli iktidar yanlısı çevreler de vardı.
Burada bir parantez açarsak… İktidara yakın, ortaya karışık İslamcı, milliyetçi, Osmanlıcı ideolojiye eğilimli çevrelerin aslında dış politikaya da iç politikaya da ilişkin bir vizyonu olmadığı, her koşulda ‘lidere itaat prensibi’nden hareket ettiği kanaatindeyim. Geçtiğimiz yıllarda ABD ile yaşanan konjonktürel çatışmanın etkisiyle üzerlerinde eğreti duran anti-emperyalist bir söylem benimsemiş olsalar da bugün politika değişikliği emareleri çok açık. Bazıları hala dünya savaşının bittiğini fark etmeyen Pasifik adalarındaki Japon askerleri gibi çatışmaya devam ediyorlar. Bakalım ne zaman kulakları çekilecek.
Küba meselesine geri dönersek… Adadaki protestoların varlığı da şiddeti de aslında şaşırtıcı değil. Ekonomik koşulların zaten oldukça ağır olduğu ülke, gelir kaynağı olarak umudunu turizme bağladığından, birçok Türkiye vatandaşı hem sağlık hem eğlence amacıyla adayı ziyaret etme şansı elde etti. Turistlerin görebileceği kısım ne olabilirse ilk elden Küba’daki koşulları gözlemleme imkanı buldular. Biraz dikkatli bakan gözler biriken toplumsal talepleri hissetmiş olmalı.
Batı yarıküresindeki en fakir ülkelerden Küba’daki gösterileri global bir eğilimle açıklamak mümkün. Dünyadaki gelişmiş ülke merkez bankalarının çılgın politikaları ve iklim değişikliği sebebiyle tarımsal emtia fiyatları bir süredir düzenli olarak yükseliyor. Bu durum, gelirinin önemli bir kısmını gıdaya ayırmak zorunda kalan fakir toplulukları daha da ağır vuruyor. Toplumsal huzursuzluklar artıyor, sadece Küba’da değil aynı zamanda Güney Afrika’da da gördüğümüz protestolar, şiddet olayları yükseliyor. Mevcut koşulların devam etmesi halinde benzer yoksul isyanlarını farklı coğrafyalarda da görmemiz, siyasi çalkantılar, iktidar değişiklikleri gözlemlememiz mümkün.
Güney Afrika gibi ideolojik açıdan anlam ifade etmeyen ülkeler söz konusu olduğunda yapılan daha soğukkanlı analizler, sıra Küba’ya gelince yerini duygu patlamalarına bırakıyor. Diktatör Batista’yı deviren genç Fidel Castro’nun, Che Guevara’nın Havana’ya girerkenki siyah beyaz fotoları hatırlarda canlanıyor. Soğuk Savaş’ın bu en keyifli hikayelerden birisinin anısına, geçmişten bugüne taşınan az sayıda mutlu anıyı savunma refleksi hayata geçiyor. ABD’ye Soğuk Savaş’ın en büyük sorunlarından birini yaşatan bu küçük ada devletinin kahramanlarının anısına bazı şeylerin değiştiği, değişebileceği kabul edilemiyor herhalde. Ya da dünyayı Soğuk Savaş parametreleri üzerinden okuma alışkanlığıyla toptancı bir değerlendirmeye saplanılıp Kübalıların haklı talepleri olabileceği göz ardı ediliyor. Bütün dünya, ABD ve ona karşı duran güçler ikilemi üzerinden okunup ezbere pozisyon alınıyor.
Bizim ne düşündüğümüzün o kadar da önemi olmadığını, sınırlarımızın farkında olduğumuzu tespit ederek biraz daha detaylı bir değerlendirme yapalım.
Her şeyden önce 20’nci yüzyılın ikinci yarısında Küba’nın sadece Latin Amerika’da değil birçok üçüncü dünya ülkesinde emperyalizm karşıtı mücadele için önemini tespit edelim. Castro liderliğindeki hareket dünyayı hayretler içinde bırakarak zafere ulaştığında, henüz Avrupalı ülkelerin koloni imparatorlukları dağılmamıştı bile. Soğuk Savaş, Avrupa ve Uzakdoğu’da sıkışmış, Ortadoğu’da Cemal Abdülnasır gibi karizmatik liderler yeni yeni parlamaya başlamıştı.
Küba’daki devrimin tüm aksi beklentilere rağmen ayakta kalması, ABD’nin çantada keklik gördüğü Latin Amerika’ya daha bir dikkat kesilmesinin yolunu açtı. Önce Kennedy dönemindeki ‘Alliance for Progress’ gibi küçük çaplı bir Marshall planıyla kendilerine sadık rejimleri ekonomik olarak desteklemeye çalıştılar. Ardından Sovyetlerin Batı yarıküresine artan ilgisi ve Küba devriminin yayılma riskinin artmasıyla kaba kuvvet metotlara yöneldiler. Komünizm karşıtı diktatörler, askeri rejimler, insan hakları konusundaki tüm hoyratlıklarına rağmen desteklendi. Latin Amerika, Soğuk Savaş’ın en vahşice ilerlediği, pek çok masum insanın işkenceden geçtiği, katledildiği bir cehenneme döndü. Küba rejimi ise füze krizi sonrası varılan ABD-Sovyet anlaşması sayesinde doğrudan bir müdahaleye maruz kalmadan ama izole edilerek hayatını sürdürdü.
Sovyetler Birliği yıkılırken arkasında duran büyük desteği kaybeden Havana yönetimine cankurtaran simidini yeni binyılda Chavez’in Venezüela’sı attı. Rekor petrol fiyatları sayesinde 10 yıl kadar bolluğu yaşayan Venezüela, kendisi kadar talihli olmayan ada halkına elini uzattı. Ancak Caracas’ın Chavez’in son demleriyle beraber yuvarlandığı ve şiddetini giderek artıran ekonomik buhran bu desteğe de güvenilemeyeceğini gösterdi.
Obama zamanında ABD’nin Küba’ya yönelik yaptırımları gevşetmesi ve Amerikalı turistlerin gelişiyle ada ekonomisinin canlanması bir yumuşak geçiş ihtimali doğurmuştu. Ancak Trump, yaptırımları yeniden sıkılaştırınca, tüm umudunu turizm gelirine bağlayan Küba’da yeniden sıkıntılı bir süreç başgösterdi. Biden döneminde Küba’yı boğan cenderenin gevşetileceğine dair bir belirti olmadığından, aslında filmin sonunu büyük ölçüde görüyor gibiyiz.
Bugün Küba’daki durumu sadece ‘ABD’nin düşmanlığının bir sonucu‘ olarak okumaya çalışmak yine de yeterli değil. Anlatılan peri masallarına karşın Küba’da tüm halka refah ve mutluluk getirecek bir sistemin kurulabildiği söylenemez. Elbette durumu diğer Karayip ülkeleriyle karşılaştırıp “Oralarda durum çok daha iyi mi?” diye sormak mümkün. Söylemeye çalıştığım, Küba’ya dışarıdan bakıldığında aslında çok da müreffeh olabilme potansiyeline sahip bir toplumun hayli sıkıntılı koşullarda hayatta kalma mücadelesi verdiği. Gıda fiyatlarındaki artışla beraber koşullar daha da ağırlaşmış olacağından protestolara katılan Kübalılara sempati duymamak, daha iyi koşullarda yaşama taleplerine saygı duymamak mümkün değil. Böylesine geniş kapsamlı toplumsal olayları yabancı güçlerin kışkırtmasıyla açıklamaya çalışmak, adadan yükselen çığlığa kulakları kapatmak ne kadar doğru olur bilemiyorum. “Bu koşulları yaratan ABD’nin uyguladığı yaptırımlar” deniyorsa, bunu belli ölçülerde kabul edebilirim ancak milyonlarca insanın kendi geleceklerinin ve ailelerinin refahı için ses çıkarmasında yadırganacak bir durum göremiyorum.
Küba Devrimi’nin yakın tarih açısından önemli dersler içerdiği, Latin Amerika’daki eşitsizliklere, yoksunluklara, sömürüye karşı tepkinin bir sonucu olarak ortaya çıktığı doğru. Öte yandan Küba’nın ortaya koyduğu modelin günümüzde daha da artan gelir ve servet eşitsizlikleri, ekonomik dengesizlikler için bir cevap olduğunu düşünmüyorum. Keza Kübalıların on yıllardır süren perişanlığının, kendini feda etmesinin, daha güzel bir gelecek kurulmasına bir faydası olacağı kanaatinde değilim. Bugünkü kanlı canlı Kübalıların acılarının hafifletilmesi, bizim geçmişin hayalleriyle kendimizi avutmamızdan çok daha önemli gibi geliyor. Kuru kuruya bir anti-emperyalizm söyleminin yürekleri soğutmaktan başka bir faydası olmayacak.