HÜRREM SÖNMEZ
Şule Çet, 23 yaşında, Gazi Üniversitesi öğrencisiydi. 28 Mayıs’ı 29 Mayıs’a bağlayan gece doğum gününde, bir plazanın 20. katından aşağıya düşüp öldü.
Şule’yi en son sağ gören iki erkek, Çağatay ve Berk, “İntihar etti” dedi ve bu ifadeleri üstüne adli kontrolle serbest bırakıldı. Hatta Çağatay, ifadesinde, “Kendisine engel olmaya çalıştım, atlarken tutmaya çalıştım ama başaramadım, atlamasın diye tuttuğum sırada parmaklarımda sıyrıklar oluştu, abi kardeş ilişkimiz vardı. ‘Yaşamak istemiyorum’ diyerek atladı” diyordu.
Arkadaşları ve yakınları ölümünün üstüne gitmeseydi, hukuk mücadelesi başlatmasaydı, avukatları titizlikle uğraşmasaydı, Şule’nin hikayesini asla öğrenemeyecektik. İsmini dahi bilmediğimiz, hesabı sorulmamış onca ölü kadından biri olacaktı. Sanıklar Çağatay ve Berk tutuksuz, elini, kolunu sallayarak sokaklarda dolaşmaya devam edecekti. Hatta aralarında “İyi yırttık o işten de” diye şakalaşacaklardı belki.
Oysa gelen adli tıp raporunda Şule’nin tecavüze uğradığına dair tespitler yer alıyordu, tırnaklarında iki ayrı erkeğe ait DNA örneği bulunmuştu. Çağatay ve Berk bir buçuk ay sonra tutuklandı.
Dün davanın duruşması görüldü. Yzlerce insan adliyeye akın etti. Şule’nin davası hepimizin meselesiydi çünkü.
Tutuklu sanıklar takım elbiseli, temiz traşlı olarak gelmişti duruşmaya. Takım elbise mühim. Erkek yargımızın, takım elbise giyen erkeklerin kötü şeyler yapamayacağı yönünde bir kanaati var biliyorsunuz. Ne takım elbiseli erkekler gördük halbuki, içlerinde potansiyel bir katil veya tecavüzcü yaşardı.
Duruşma sırasında, “Kızımdı o benim kızım” diyen babaya, sanıklardan Çağatay “Sen de sahip çıksaydın o zaman kızına” demiş.
Ülkede yaşanan bunca kadın cinayetinin, bunca tecavüzün ardında yatan şey bu cümlede gizli aslında: “Sen de kızına sahip çıksaydın.”
Bu ülkede kadınların hayatta kalması, tecavüze uğramaması başka bir erkek tarafından korunmasıyla mümkün. Korunması, himaye edilmesi yetmez, mülkiyet ilişkisi olması da icap eder. Sahibi olmayan kadın her yere gider, sonra da başına olmadık işler gelir. Böyle; sınırlar önemlidir ve o sınırların baba, koca, abi tarafından tesisi, her daim kollanması icap eder.
Sanığın ağzından çıkan o cümle, sadece Şule’nin acılı babasına değil, hepimize verilmiş bir cevap ve bir gözdağı. O cümle sanığın şahsını değil toplumun hatırı sayılır bir kesimini temsil etmekte üstelik.
İçki içip seks yapan kadının ölmesinin doğal bir sonuç olduğuna dair mesajlar, kerameti belirsiz adamlar ağzından çıkma vaazlar, beyanatlarla dolu sağımız solumuz.
Kızlarınıza sahip çıkın, çıkmazsanız biz öldürebiliriz, tecavüz edebiliriz sağımız solumuz belli olmaz. Başın öne eğik yürür, usturuplu giyinir, hava karardıktan sonra sokaklarda dolaşmazsan sana tecavüz etmeyiz bir ihtimal.. Ama yine de sağımız solumuz belli olmaz tabii.
Kadınlara karşı işlenen suçlarda yapılan savunmaların benzerlik göstermesi tesadüf değil. Tanımadığı adamlarla içki içmiştir, gece vakti tek başına sokakta gezmiştir, çok sevgili değiştirmiştir, kiminle yatıp kalktığı belli değildir… Bütün bunlar bazı avukatların dilinde müvekkilini savunduğu argümanlara dönüşür, bazı hakimler nezdinde de hafifletici nedene. Erkek diliyle üretilen bu yazılı olmayan kurallar bir kısım kadınlar tarafından da kabul edilir ne yazık ki. Mahalleye yeni taşınan ‘dul kadın’ bir tehdide dönüşür örneğin, sahibi yoktur çünkü. Mahallenin ‘evli barklı erkekler’ini baştan çıkarma ihtimali olup olmadığı test edilir komşuluk ilişkisi kurulmadan önce. O kadının ne giydiği, kiminle nasıl konuştuğu sorgulanır da bahsi geçen o ‘evli barklı erkekler’ yalnız yaşayan o kadını taciz ettiğinde, ‘her yola gelir’ gördüğünde bunun ardındaki ikiyüzlü ahlak sorgulanmaz.
Mardin’de kayyımın belediyeye ait şirkete yönetici atadığı eski polis memurunun genç bir kadınla yaptığı iş görüşmesi sızdı basına geçenlerde. Beyefendi işgal ettiği koltuğu kullanarak işe alma bahanesiyle genç kadını taciz ediyor. “Bu işi isteyen çok insan var da benim sana karşı bir zaafım oluştu, olur dersen işe seni alırım” diye dil döküyor. Üstelik araya da şunu sıkıştırıyor: “Bana kadın çok, senden çok daha güzellerine erişiyorum rahatça ama bir zaafım oluştu işte.” Yani şunu diyor: Kendini bir şey zannetme, seni beğenip seçtiysem bu benim sana bir lütfumdur.
Dün duruşmadan sonra sosyal medyada yapılan paylaşımlar arasında Şule’nin bir iş arkadaşının mesajını gördüm: “Güzel bir hayatı yoktu Şule’nin ama umutları vardı.” Nasıl da yüreğine oturuyor insanın değil mi? Çünkü şunu biliyoruz ve hepimiz ama az ama çok yaşamışız, yaşıyoruz. Bu ülkede milyonlarca kadının güzel bir hayatı yok, kadınlık onuruna dokundurtmadan güzel bir hayat yaşamak isteyen kadınlara dar edilen bir hayat var aksine. Üstelik toplumdaki konum, eğitim, ekonomik güç gibi ayrımlar da değiştiremeyebiliyor bu gerçeği. Mutena semtlerdeki lüks rezidanslarda da, yoksul varoş mahallerinde de erkekler tarafından benzer aşağılama ve eziyetlere maruz bırakılabiliyor kadınlar. Ama bu müşterek nokta “Kızlarınıza sahip çıkın” tehdidine karşı bizim tutunacak dalımızdır aynı zamanda, güzel bir yaşama dair milyonlarca kadının umudu olacaksa o umut bu duygudaşlıktır, kız kardeşliktir, “Şu koca dünyada bir başıma değilim” dedirtecek bağdır. Erkeklerin ve muktedirin kadınlara yönelik yaklaşımı medeniyet turnusolümüz bizim uzunca zamandır, bu cehennemi cennete çevirecek yeni bir medeniyeti o bağla inşa edecek kadınlar.
İran’da tüm baskılara, tehditlere rağmen başındaki örtüyü çıkartıp kadın özgürlüğünün sembolü bir bayrak gibi sallayan o hiç tanımadığımız cesur kadınlar kız kardeşlerimizdir. Afganistan’da kadınların eğitim hakkı için, zorla evlendirilmemesi için mücadele veren ve birkaç gün önce öldürülen o dünya güzeli feminist gazeteci kadın Mina Mangal kız kardeşimizdir.
Yeryüzünün hiç bilmediğimiz bir yerinden, ismini, yüzünü, dilini bilmediğimiz tüm o kadınlar için söyleyecek sözümüz var. Üstelik kendi aralarında yaptıkları cinsiyetçi şakalar (!), yakıştırmalar yetmezmiş gibi binlerce kişi önünde yüzü kızarmadan “Karı gibi arkadan konuşuyorlar” diyebilen bazı erkeklerin sözündekinin aksine yüzünüze yüzünüze söylüyoruz: “Kimse kimseye sahip çıkmayacak, siz insan olmayı öğreneceksiniz.”