BAHADIR KAYNAK
@bahadirkaynak
Türkiye’nin Yunanistan’la anlaşmazlık ve gerilimleri kamuoyunun sık sık gündemine geliyor. Kıbrıs’tan Doğu Akdeniz’e ve Ege’ye bir dizi anlaşmazlık konusu mevcut ve iki ülke arasındaki dengenin ABD’nin tutumu sebebiyle bozulma ihtimali de söz konusu. Ancak belki de asıl riskler başka bir yerde, doğumuzda birikiyor. Astana ortaklarımızdan İran’la süregiden anlaşmazlıklar, belli ki hükümetin bilinçli bir kararı sonucunda, yüksek perdeden kamuoyu önünde tartışılmıyor.
Tahran’la fikir ayrılıklarını en çok Suriye’deki durum kapsamında daha önce ele almıştım. Türkiye’nin terörle mücadele gerekçesiyle kontrol ettiği alanları genişletme çabalarına İran’ın güçlü itirazlarını biliyoruz. Bu da sadece Suriye’nin toprak bütünlüğü gibi genel geçer bir anlayış üzerinden iki büyük bölge gücünün bir araya gelmesinin henüz mümkün olmadığını gösteriyor.
Pek konuşmadığımız konu ise iki ülke arasında Irak’ta devam eden güç çekişmesi. Suriye’deki durumun aksine Ankara’nın ABD’yle daha uyumlu gözüktüğü Irak’ta hem ülkenin genelinde hem de kuzeyde gerilim sürüyor. Erbil’in kontrolündeki bölgelere İran’ın füze saldırıları aralıklarla devam ediyor. Türkiye’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden birisi Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKYB) İran’ın askeri baskısını üzerinde hissediyor.
Mahsa Amini’nin ölümünden beri İran’ı kasıp kavuran gösterilerin rejim tarafından kendiliğinden gelişen toplumsal taleplerden çok güvenlik riskleri yaratan ve bastırılması gereken tehditler olarak algılandığını görüyoruz. Rejim değişikliği getirme potansiyelindeki kitlesel eylemler bir yana en çok rahatsızlık veren hareketlerin Kürt bölgelerinde ve kuzeybatıda İran Azerbaycan’ında olduğu anlaşılıyor. Kendi toprak bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak gördüğü olaylara karşı, bölücü gruplarla mücadele adına İran yönetimi peşmerge kontrolündeki bölgelere saldırılarını sürdürüyor. IKBY’ye yönelik tırmanan bu gerilimin Türkiye’yi de rahatsız etmemesi, bölgedeki politik ve ekonomik çıkarlarımızı etkilememesi mümkün değil. Ama konu daha çok Irak’ın egemenlik haklarını ilgilendirdiğinden Ankara’nın tepkisi daha sınırlı kalıyor ya da en azından çok fazla kamuoyuna yansımıyor.
Oysa İran’ın gerilimi güney Kafkasya’ya taşıması Türkiye’nin açıktan gövde gösterisiyle cevap vermesine yol açtı. Azerbaycan’la Ermenistan arasındaki çekişmenin 2020 Eylül’ünden beri iyice Bakü lehine dönmesi İran’ın asabını bozmuşa benziyor. Bölgede uzun süre tek karar verici durumdaki Rusya’nın daha düşük profilli bir politikaya dönmesi Türkiye-Azerbaycan ortaklığının kendi koşullarını dayatmasının önünü açtı. Önce Karabağ meselesinde önemli mesafe kat edildi. Ardından Zengezur koridoruyla doğu-batı koridorunun tamamlanmasına girişildi. Bu, aslında Osmanlı’nın son yıllarından beri akılların bir kenarında tutulan hayalin gerçekleşmesi, Kafkasya üzerinden Asya’ya uzanan koridorun oluşturulması anlamına geliyor.
Meseleyi daha güncel parametreler üzerinden ortaya koyarsak süregiden Rusya-Ukrayna savaşı yüzünden Çin’den Batı’ya uzanan alternatif bir lojistik rota bugün daha da önem kazanıyor. Hem Rusya’yı hem de İran’ı by-pass eden yeni bir Avrasya hattı, diğer adıyla Orta Koridor çok değerli.
Türkiye ve Azerbaycan sadece enerji işbirliği alanında değil aynı zamanda yeni bir lojistik koridoru oluşturmakta da el ele verirken, İran’ın tepkisi daha anlaşılır hale geliyor. 1979’daki devrimden beri en geniş kapsamlı halk hareketleriyle uğraşırken bir de kuzeylerindeki bu yeni durumla çevrelendikleri duygusuna kapılıyor olmalılar.
İranlılar, yıllardır ülke içerisindeki bütün hassasiyetlere rağmen Kafkasya’daki siyasi anlaşmazlıkta Ermenistan lehine bir tavır takındı. 15-20 milyon aralığında Azeri nüfusun olduğu söylenen bir ülke için bu çok ciddi bir kırılganlık yaratmaktaydı. Nitekim Azerbaycan-Ermenistan çatışması devam ederken de Tahran’ın Erivan yanlısı tutumu içeride karışıklıklara yol açmıştı.
Şimdi koşullar Azerbaycan lehine daha da iyileşirken, Rusya’nın arka plana çekildiği bu oyunda İran boşluğu doldurmak üzere harekete geçiyor. Haftalar önce ülkenin kuzeyinde yaptıkları tatbikatlarla Bakü’ye göz dağı vermeye çalıştılar. İki ülke arasında sözlü atışma ise devam ediyor.
Mevcut durumu daha ilginç hale getiren ise IKBY’deki gerilimin aksine Türkiye’nin bu defa bizzat bayrak göstererek meseleye taraf olması, Azerbaycan’la Aras Nehri’nin hemen kuzeyinde ‘Kardeş Yumruğu‘ adıyla ortak bir tatbikat gerçekleştirmesi. Haftalar önce başladığı söylenen hareketlilik ancak geçtiğimiz günlerde duyuruldu. Savunma Bakanı Hulusi Akar’la birlikte Türk F-16’larının da Bakü’ye gidişi Ankara’nın bu meselede el yükseltmekten çekinmeyeceğini gösteriyor. Sınır teşkil etmeyen bir noktada Aras Nehri’ni geçiş tatbikatı yapılması da kime karşı nasıl hareket edileceğinin mesajını açıkça ortaya koyuyor.
Türkiye, Rusya’yla ilişkilerinde birçok çıkar çatışma noktasına rağmen dikkatli bir dil tutturmayı ve Putin-Erdoğan iletişimi üzerinden ılımlı çizgiyi korumayı amaçlıyor. Öte yandan İran’la çelişkiler söz konusu olduğunda Türkiye’nin tutumunun giderek daha iddialı olduğu dikkat çekiyor. Bunda elbette Tahran’ın Azerbaycan’a yönelik hoyrat üslubunun da etkili.
Türkiye’yle giderek daha derin ve çok yönlü bir karşılıklı bağımlılık içerisine giren Azerbaycan’ın, İsrail’le de Batı ile de özellikli ilişkileri var. Bunu da bugüne kadar Rusya ile bir kırılma yaşamadan götürmeyi başardılar. Dolayısıyla Azerbaycan’ı korkutarak sindirme politikasının pek işe yaraması mümkün değil.
Zira Ankara’daki ve Bakü’deki politika yapıcılar koşulların kalıcı olarak lehlerine değiştiğinin farkında. Rüzgârın yelkenlerini şişirdiğini hisseden Türkiye ve Azerbaycan da doğal olarak kararlılık gösterisinden kaçınmıyor. Bunca yıl bu çatışmanın diğer tarafında yer alan Paşinyan yönetimindeki Ermenistan’ın bile anlaşmaya eğilimli olduğu hissediliyor.
Öyleyse İran’ın bu koşullardaki sert politikalarının gerekçelerini anlamaya çalışalım.
Yine yukarıda belirttiğimiz değişen güç dengelerinin, içerideki huzursuzluklarla bir arada İran için bir beka sorunu gibi algılandığını tahmin edebiliriz. Levant’tan Irak’a, oradan Yemen’e uzayan bir coğrafyada nüfuz kavgası veren İran için Kafkasya’dan dışlanma ölümcül bir sorun gibi algılanıyor olmalı.
Nihayet işgal altındaki topraklarını kurtaran ve Türkiye üzerinden Batı’ya bağlanan, enerji ve lojistik hatlarının orta yerine kurulan Azerbaycan’ın yıldızı önümüzdeki yıllarda parlayacağa benziyor. Rusya’nın, Ermenistan üzerinden attığı Gordion düğümü çözülürken bölgenin ekonomisi hızlı toparlanmasını sürdürecek. Ukrayna savaşı sonrası Rus gazına alternatif tedarikçilerin önemi artarken, Azerbaycan zaten halihazırda Avrupa’ya sattığı gaz miktarını da artırma, belki Türkmen gazı için de transit rol üstlenme imkânı yakalayacak. Böylelikle zenginleşen, Türkiye ve İsrail’le kurduğu askeri ilişkiler sebebiyle gücünü artıran Azerbaycan, güneyindeki milyonlarca Azeri için doğal bir çekim merkezi oluşturacak.
Protestoların da gözler önüne serdiği üzere İran’daki yönetim tüm yurtta olduğu gibi Azeri ve Kürt bölgelerinde de desteğini yitiriyor. Bu koşullarda sınırların hemen öte yakasında çekim merkezi olabilecek parlak örneklerin bulunması Tahran açısından önemli bir sorun.
Bu açmazdan kolay çıkış için bir yol bulamayan yönetim ise içeride şiddet kullanarak göstericileri korkutmaya, dışarıda da kuvvet gösterilerine yöneliyor. İçerideki tedbirlerin ne ölçüde işe yarayacağı, muhalefetin sinip sinmeyeceği ayrı bir tartışma konusu. Dışarıda ise İran, Kafkasya’da aleyhine değişen dengeleri gövde gösterisi yaparak çözemeyeceğini görene kadar işler daha da tehlikeli hale gelebilir.
Bizim açımızdan ise Batı’daki çekişmeler kadar İran’la çok yönlü çıkar çatışmalarımıza da odaklanma zamanı gelmiş görünüyor. Rekabet gerekçelerini hemen ortadan kaldırmak mümkün değil ancak İran’daki kaosun bölgesel bir çatışmaya yol açacak biçimde tırmanmasının engellenmesi öncelikli bir mesele.