BAHADIR KAYNAK
bahadir.kaynak@altinbas.edu.tr
Bundan yaklaşık 35 yıl önce Mathias Rust adında 19 yaşında bir Alman genci özel bir uçakla Helsinki’den havalanıp Moskova’da Kızıl Meydan’a iniş yapmıştı. Rust’un küçük Cessna tipi uçağıyla Soğuk Savaş’ın iki kutbundan birisi Sovyetler Birliği’nin son derece etkin hava savunma sistemini geçip ülkenin kalbine iniş yapabilmesi herkesi hayrete düşürmekle kalmadı, bir dönemi sona erdiren olaylar zincirinin akılda kalan parçaları arasında yerini de aldı.
O dönemde Mihail Gorbaçov liderliğindeki Sovyet yönetimi, glasnost ve perestroika reformlarını başlatmış ancak ABD ile henüz nükleer silahların sınırlandırılması ve Soğuk Savaş geriliminin sonlandırılmasında anlaşma sağlanamamıştı. Sovyetler Birliği bir yandan 80’li yıllarda çöken petrol fiyatlarının getirdiği ekonomik zorluklarla mücadele ediyor, bir yandan Afganistan’da saplandığı bataklıktan kurtulmaya çalışıyordu. Gorbaçov’un da bir parçası olduğu kanadın çözüm önerileri Batı’yla bir anlaşma zemini bulmak, silahlanma harcamalarını azaltıp,Avrupa sermayesini çekerek ülkenin ekonomik sorunlarını çözmekti. Ancak Sovyet orduları hala Avrupa’nın kalbinde konuşlanmışken, Almanya silah zoruyla bölünmüş bir halde tutulurken bu mümkün değildi. Yapılması gereken Soğuk Savaş’ı tetikleyen politikaları terk etmek, Doğu Avrupa’daki yarım yüzyıllık işgale son vermekti.
Diğer yandan bu gözü pek açılımı onaylamayan muhafazakâr kanat Batı ittifakı karşısında geri adım atmanın felaket getireceğine, bir kere başlandığı zaman çözülmenin önünün alınamayacağına inanıyordu. Böylesine radikal bir politika dönüşümü önerisinin her yerde olduğu gibi Rusya’da da elitler içinde kırılma yaşatması şaşırtıcı değildi. İşte böyle bir ortamda Matthias Rust’un uçağının tekerlerinin Kızıl Meydan’a değmesi, Sovyet yönetimindeki reformistlere aradıkları fırsatı sundu. Sivil bir uçağın hiçbir müdahaleyle karşılaşmadan ülkenin yönetim merkezine ve sembol bir meydanına inmesi, savunmadan sorumlu birimlerin işini yapmadığını gösteriyordu. Bu kişiler tam da Gorbaçov’un Batı’ya yönelik büyük açılımının önünde set çeken sert çocuklardı. Rust’un cesur girişimi, kavgaya devam edilmesini isteyen kliğin önemli isimlerinin kenara çekilmesine fırsat sağladı. Sadece bu olay üzerinden Soğuk Savaş’ın sonunun geldiğini söylemek çok abartılı olacaktır ama bu sembolik hadise, önemli bir kırılma yarattı. Daha sonra 1991’deki darbe girişiminin bastırılmasıyla da Soğuk Savaş dinamikleri tamamen sönümlendi.
Rust’un Kızıl Meydan’a inebilmesi, Sovyetler Birliği’nin o dönemde birbiriyle çelişen iki algısı arasında daha olumsuz olanın öne çıkmasına sebep olmuştu. Bir taraftan bakıldığında Sovyetler muazzam ordusu, nükleer silahları, uzay teknolojisi, biyonik sporcularıyla yenilmez bir görüntü çiziyordu. Öbür tarafta ise Sovyet sistemi birçok şakaya da ilham veren bir beceriksizlik, organizasyonsuzlukla birlikte anılabiliyordu. Bu olumsuz algıya göre Rusya dışarıdan çok güçlü görünen ama içi kof, teknolojik açıdan Batı’nın gerisinden gelen bir ülkeydi. Rust, giriştiği bu çılgınlıkla, ikinci seçeneğin daha doğru olduğunu gözler önüne serdi. Moskova her ne kadar Soğuk Savaş’ın bir tarafı olsa da bu iki kutup arasında bir güç dengesi yoktu. Sovyetler kendi hava sahasını sivil uçaklardan bile korumaktan acizdi. Daha sonra bu olay üzerine bir dizi komplo teorisi üretildi; Rust’un uçağının Sovyetler tarafından en başından beri tespit edildiği ortaya çıktı. Ama sonuç değişmedi.
Bu olayı, geçtiğimiz hafta Karadeniz’de vurulan Moskva savaş gemisinin durumuyla karşılaştırmak birçok açıdan örtüşmeyebilir. Neticede bugün bir savaş durumu söz konusu ve iddialara göre Neptün füzeleriyle gerçekleştirilen saldırı sonucu Rusların Karadeniz’deki bayrak gemisi isabet alarak battı. Savaş durumunda böyle kayıplar olağan karşılanabilir ancak Rust’un Kızıl Meydan’a inmesine benzer bir skandalın izleri de mevcut. Bir kere gemi son teknoloji hava savunma sistemleri bulunduruyordu ve böylesine bir saldırıyı savuşturabilmesi beklenirdi. Dahası Moskva gemisi Rusların Karadeniz’deki filosunun hava savunmasının bel kemiğini oluşturuyordu. Onun vurulabilmesi diğer gemiler için de alarm çanlarını çaldığını göstermekte.
Böylesine ciddi bir başarısızlığın Rusya’nın Ukrayna harekâtından beri karşılaştığı güçlükler içerisinde bile dikkat çektiğini söylemek gerekir. Bir buçuk aydır süren saldırının hedeflerine ulaşamaması, Moskova’nın en baştaki maksimalist hedeflerinden geri adım atıp şimdi Donbas ile Kırım arasındaki daha sınırlı bir bölgeye odaklanmasına, Ukrayna’da rejim değişikliği hedefinden de vazgeçmesine yol açmıştı. Karadeniz’deki Rus hakimiyeti ise bütün bu sorunların yanında çantada keklik görülen bir durumu yansıtıyordu. Şimdi bunun bile soru işareti haline dönüşmesi, hem harekatın geleceği açısından hem Rusya’nın küresel oyuncu olarak ağırlığına ilişkin önemli bir mesaj veriyor. Ayrıca Moskova’daki güç dengelerini orta vadede etkilemesi de mümkün. Böylelikle Rust’un 35 yıl önce yarattığına benzer bir şok dalgasıyla karşılaşıyoruz.
Elbette ne kadar önemli olursa olsun bir geminin vurulmasının tek başına savaşın kaderini belirlemesi mümkün değil. Rusya’nın güçlerini toparlayarak Ukrayna’nın doğusunda yoğunlaştırdığı askeri varlığıyla başlatacağı harekatın sonuçlarını izlemek gerekecek. Putin yönetiminin burada kazanacağı bir askeri başarı sonrasında masaya gelmeyi hedeflediğini anlayabiliyoruz. Moskova’nın bu planı tutsa bile şu ana kadar harekatın gelişiminin önemli sonuçlar yarattığını söyleyebiliriz.
Askerî açıdan Rusya’nın şaşılacak derecede zayıf bir performans göstermesi bundan sonra ABD’ye karşı Rusya’yı kullanarak denge oluşturmak isteyenlerin iki defa düşünmesine yol açacak (Burada ben de yanıldığımı itiraf etmeliyim; Rus askeri gücünün abartıldığını düşünmekle birlikte çok daha etkin olacağını tahmin etmiştim). Batılı silahlar karşısında Rus savunma sanayinin ürünlerinin performansı askeri uzmanlar tarafından takip ediliyor olsa gerek. Böylece 10 yılı aşkın süredir ‘büyük oyun bozucu’ konumlandırmasıyla ABD’ye meydan okuyan Rusya’nın karizmasında derin bir çizik oluşmakta. Rust’un Kızıl Meydan’a inmesiyle beraber dünya kamuoyunda oluşan Sovyetlerin zayıflığına ilişkinin algının bir benzeri savaş uzadıkça güçlenmekte.
Ukrayna Savaşı’nın ve son olarak Moskva savaş gemisinin vurulmasının sonuçlarından biri de Moskova’daki bazı kellelerin uçması olabilir. Şubat ayından beri süregiden başarısızlıklar silsilesinin bedelini birilerinin ödemesi gerecek. Kızıl Meydan’a uçak indirme vakasında görülene benzer bir temizlik şaşırtıcı olmayacak. Ancak Rust hadisesi ile Moskva gemisinin vurulması arasındaki en temel farkın liderlerin pozisyonları olduğunu not etmek gerekir. 35 yıl önce Gorbaçov Batı’yla ilişkileri düzeltme yanlısı güvercinlerin arasındayken bugün Putin on yıllardır ABD hegemonyasına meydan okuyan, Avrupalıları da yeri geldiğinde küçümseyen bir dünya görüşünün temsilcisi. Onun için, hele daha Ukrayna’daki çatışmalar sonlanmadan, 35 yıl öncekine benzer bir senaryonun tekrarlanacağını söylemek güç. Öte yandan Putin’in şu anda yaşadığı güçlüklerden de öte, Rusya’yı orta ve uzun vadede yalnızlaştıracak, İsveç ve Finlandiya gibi ülkeleri bile NATO’nun kucağına iten ve en önemlisi de enerji piyasalarındaki hâkim konumunu ciddi biçimde erozyona uğratan bir dinamiği tetiklediği için mayına bastığını söyleyebiliriz.
Savaş başlarken Zelensky’nin koltuğunu koruyup koruyamayacağı spekülasyonları yapılıyordu. Bugün harekata komuta eden Rus generallerle birlikte asıl tehlikede olanın Moskova’daki kavgacı klik olduğunu görülüyor. Üstelik savaşın akışı bu şekilde devam ederse Rusya’nın zaafları müdahil olduğu öbür küresel anlaşmazlıkları da etkileyecek sonuçlar doğuracaktır. Elbette bunların her biri ayrı bir yazının konusu. Bugün içinse Karadeniz’de gemileri batan Putin’in Ukrayna’nın doğusunda başlatacağı saldırının sonuçlarını beklemek durumundayız.