SEÇİL TÜRESAY
secilturesay@diken.com.tr
Türkiye, dünkü verilere göre ‘corona’ nedeniyle 49 bin 576 ‘canını’ kaybetti. Kısıtlamalar, hastalık korkusu, salgının körüklediği ekonomik sorunlar toplumun büyük kısmının psikolojisini olumsuz etkiledi. Bir de hastalanıp ölümle burun buruna gelen, hala etkilerini hissedenler ve yakınını kaybedenler var.
Belki de sanatseverleri uzun bir aradan sonra ‘açık havada’ tiyatroyla buluşturan İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Tiyatroları, ‘bu ağır havayı’ biraz olsun dağıtmak için ‘Pollyanna’yı seçmişti ilk oyun olarak.

Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’ndeki buluşmalar, cumartesi akşamı, Binnur Şerbetçioğlu’nun uyarlayıp yönettiği, ABD’li yazar Eleanor H. Porter’ın dünyaca ünlü eseriyle başladı.
Çocuklar değildi sadece hedef kitlesi. Şehir Tiyatroları’nın sitesinde “7-77 yaş” yazıyordu. Normalleşme adımlarının atıldığı bu günlerde herkesin önlemi elden bırakmayarak hayatın doğal akışını, eski günleri anımsamaya ihtiyacı vardı ve tabii sanatla beslenmeye.
“Hayatta olsaydı benimle gelirdi” diye içimden geçirerek, 77 yaşındaki babasını ‘corona’ nedeniyle kaybeden, çocuğu, yeğeni olmayan ben de aynı düşünceyle ve biraz da ‘içimi açar, belki biraz moral depolarım’ diye gittim. Evet çocuk çoktu ama çocuksuz gelen ‘büyükler’ de az değildi.
Elbette, eserin, anne babasını kaybettikten sonra yüreği katılaşmış, aksi teyzesinin yanına yerleşince herkesin içini ısıtan, hayatını değiştiren kahramanı Pollyanna’nın ‘mutluluk oyunu’nu yakınını kaybedenin, işi batanın oynaması kolay değil. Ama hayatın başka alanları için mümkün olduğunu anımsamak yine de bu süreçte iyi gelirdi belki!
Bilet fiyatları 5 liraydı, yani herkesin gücünün yeteceği şekilde ayarlanmıştı. Kapıdaki HES ve ateş kontrolü sonrasında içeri girdiğimde aralarda birer koltuğun boş bırakıldığı açık hava sahnesinin dörtte üçüne yakını doluydu.
Babalarının omzundaki bebeklerden halayla, dedeyle gelen çocuklara, bir aileden birden fazla çocuğu getiren yetişkinlere ve benim gibi içlerindeki çocuğu koruyanlara herkes memnundu yeniden sanatla buluşmaktan. Arka sırada oturan, biri iki diğeri beş yaşındaki kızlarıyla gelen Ayşe Hanım, “Özlemişiz. Çok bunladık artık” dedi.
Görümcesinin 11 yaşındaki oğlu Engin’i getiren ve bir ay önce Batman’dan gelin geldiğini anlatan Katibe hanım ise, “Bir haftadır bende kalıyor. Sultanbeyli’de oturuyorlar. Anne-babası uzak olduğu için getiremezdi. Eşim çalşıyor biz de beraber geldik. Çok iyi geldi. Burası çok güzel bir sahneymiş” diyerek memnuniyetini ifade etti.

Oyunu çok beğendiğini söyleyen Engin ve etrafta hareketli şarkılarda dans eden, babalarının, annelerinin kucağında hoplatılan çocukların mutlu oldukları, güzel vakit geçirdikleri her hallerinden belliydi. Tabii büyüklerin de… Neşeli şarkılara sadece çocuklar değil büyükler de alkış tutuyordu.
Aslında tek başına gelen 22 yaşındaki Hatice hanımın söyledikleri oradaki ruh halini özetliyordu: “Oyunu çok beğendim ama beni açıkçası oyundan çok etraftaki çocukların gözlerindeki heyecan, mutluluk, neşe sevindirdi. Daha çok onları izledim. Ne güzelmiş çocuk cıvıltısı. 1,5 yıldır içinde bulunduğumuz kasvet ortamı sonrasında bana enerji verdi. Tabii oyunun içeriği, mesajı da hayatın devam ettiğini, olumsuzluklarda bile olumlu bir yan aramayı anlattığı için anlamlı.”
İki ağabeyiyle gelen 4,5 yaşındaki Defne de bazıları gibi yerinde duramayan, sıra aralarında hoplayıp zıplayanlardı. “Çok beğendim, çok eğlendim” dedi. Güngören’den iki saatte geldiklerini anlatan annesi Nermin Hanım, “Çok trafik vardı ama geldiğimize değdi. Biz de çocuklar da çok sıkılmıştık artık. Çok iyi bir hizmet olduğunu düşünüyorum. Aile olarak güzel bir iki saat geçirdik” diyerek anlattı halinden memnun olduğunu.
Mekanın, sahnedeki rengarenk kostümlerle neşe saçan oyuncularının dışındaki ‘yıldızı’ ise Beltur büfelerinde satılan patlamış mısırdı. Neredeyse oyunun sonuna kadar ellerinde fişlerle bekledi büyükler ve küçükler. Sıralarını bekleyen sekiz yaşındaki Nehir ve Sena, oyunu ilk sergilendiğinde de gördüklerini anlattı. Hatta bir çırpıda konuyu özetleyiverdi. Tek dertleri, “Çok bekledik” dedikleri patlamış mısırlarına kavuşmaktı.
Özetle psikolojik travmaya neden olacak ağır bir süreçten sonra oradaki herkese iyi gelmişti tiyatro izlemek. Hele bir de yardım sandığından bebek beklerken koltuk değneği gelince üzülen ve babasının, “Onları kullanmak zorunda olmadığın için sevinmelisin” diyerek öğrettiği ‘mutluluk oyunu’nu hayat felsefesi edinen Pollyanna sahnede olunca!
Tavan arasındaki odada kaldığında, “Nefis manzara” diye sevinen, teyzesi, yemek saatini kaçırdığında mutfakta çalışanlarla süt ve ekmek yiyeceğini söylediğinde, “Çok severim ne güzel bir ceza” diyerek bardağın dolu tarafını gören Pollyanna… 1913’te yayımlandığından beri filmlere, tiyatro oyunlarına konu olan, iyimserlikten vazgeçmemenin simgesi haline gelen ‘Pollyannacılık’ kavramını dünya dillerine kazandıran küçük kız…
Eve giren sineğe bile tahammül edemeyen Polly teyzesine sokak hayvanlarını kabul ettiren, hiçbir şeyden memnun olmayanlara hayattan zevk almayı öğreten, kaza geçirip yürüyememe ihtimali belirdiğinde ise bu kez kasaba halkının ona güç verdiği, sonunda tedavi olup yürümeye başlayan Pollyanna…
Eminim konusunu çoğunuz bilir; küçüklere de anlatır. Ancak kapalı alanda tiyatro izlemek mümkün olduğunda ya da Şehir Tiyatroları tekrar açık havada sergilerse görmeye değer.
Çocuksuz gelen bir başka isim, 34 yaşındaki Birgül hanım çıkışta bana şöyle dedi: “Ben oyuncuları da oyunu da çok beğendim. Eseri ve mesajını severim zaten. Evden çıkmak iyi geldi ama içeriği daha da iyi geldi. Biraz da ondan gelmek istemiştim. Özellikle bu süreçte iyimserliğe, mutluluk oyununa yani Pollyannacılığa hepimizin ihtiyacı var.”
Oyunun sonundaki şarkıda dendiği gibi, “Mutluyuz biz mutluyuz. Gelecekten umutluyuz” demeye sanırım herkesin ihtiyacı var. Elbette yaşanan acıları silmek, unutmak zor ama henüz tamamen eski hayatımıza dönemesek de geleceğe dair umutlu olmaya ihtiyacımız var. Her şeye hele de ekonomik darboğaz nedeniyle intiharlara, Covid-19 kaynaklı can kaybına iyimser bakılamaz elbet ama hayatın birçok alanı için geçerli olabilir küçük kızın ‘mutluluk oyunu.’ En azından denemeye değer!
Oyuncular Aslı Menaz, Berk Samur, Destan Batmaz, Dolunay Pircioğlu, Emrah Can Yaylı, Emrah Derviş Soylu, Nazan Yatgın Palabıyık, Onur Şirin, Serap Doğan, Şirin Asutay, Yeşim Mazıcıoğlu, Yılmaz Aydın, Zeliha Bahar Çebi’nin eline, ayağına, sesine sağlık. Tabii orkestra da alkışı hak ediyor.
Sırada tarihleri netleşmese de ‘Antigone’, ‘Hastalık Hastası’, ‘Rüstemoğlu Cemal’in Tuhaf Hikayesi’ var. Açık havanın girişinde yazdığı gibi: “Sanat İstanbul’a çok yakışıyor….”