MURAT SEVİNÇ
2016 yılından bugüne, ‘KHK’li’ adı verilen bir insan türü var. ‘Tür’ sözcüğünü bile isteye kullanıyorum. Biyolojik değil, sosyal grup olarak belirli ortak yanları olanların bir aradalığı söz konusu, zira diğer ölümlülerin yaptığını yapmaları, sahip olduklarına sahip olmaları çoğu zaman mümkün olmayan, ‘özgül’ nitelikleri haiz ‘damgalanmış’ insanlar, KHK’liler. Bazı temel yurttaşlık haklarından açıkça mahrum bırakılanlar. Söz konusu türün adının başında, hangi işi yapıyor ve kim olursa olsun KHK’li sıfatı yer alıyor. Biraz ‘1402’lik’ gibi belki ve anlaşılabilir bir durum. 12 Eylül’ün faşizm işbirlikçileri tarafından 1402 sayılı yasaya (sıkıyönetim) dayanılarak atılanlarla bazı önemli farklar var tabii. 12 Eylülcüler belli açılardan daha insaflıydı ancak, konumuz bu farklar değil şimdi.
KHK’lilik, henüz ilk atılmalar esnasında kimi yandaşlar tarafından ‘sivil ölüm’ ifadesiyle adlandırılmıştı, hatta içlerinde ‘ağaç kemirsinler’ önerisi dillendiren dahi vardı. Siyasal İslamcıların kumaşına ve genel ifadeyle ‘medeniyet tasavvuruna’ son derece uygun olduğu kanısıyla, bir an olsun yadırgamadığım adlandırmalardı bunlar. Nitekim 1930 Almanya’sında da aynı/benzer kavramlar tercih edildiğini, bir kitap tanıtımı (Ernst Fraenkel, İkili Devlet) vesilesiyle hatırlatmıştım.
Akıl fikir almaz işleri yapabilmek ve toplum ortalamasını hiç olmazsa ikna etmiş görünmek için başvurulan bir üslup bu. Karşınızdakini sizinle eşit ve hatta insan görmeyeceksiniz ki, ona her şeyi yapıp söylemeyi hak görebilesiniz. Son bir-iki yıla, muhalefet az da olsa kendine gelene dek, KHK’liler, ruhen ve bedenen her uygulamayı hak eder muamelesi gördü.
Sağdan ve soldan atılanların durumu, üstesinden gelmek zorunda kaldıkları zorlukların şekli şemaili aynı olmadı kuşkusuz.
Sağ ve sol terimlerini kullanmamın nedeni, isimlendirmekteki güçlük. Asıl büyük kesim, cemaatle ‘iltisak’ gerekçesiyle atıldı. Defalarca yineledim: Hak ettiler, etmediler, onlar olsaydı şunu yaparlardı bunu ederlerdi, faslı beni ilgilendirmiyor; OHAL KHK’leri anayasaya aykırıysa -ki öyle- herkes için geçerli bir aykırılık bu. Hiç kimse birbiriyle oturup bir bardak çay içmek zorunda değil, ancak aykırılığa aykırılık, haksızlığa haksızlık demek zorunda, eğer sıradan bir ‘yurttaşlık ahlakından’ söz edeceksek.
‘Soldan’ dediklerim ise, çoğunluğu farklı dünyalardan ve başkaca işler yapan yurttaşlar. Atılanlar içinde yalnızca 400 küsur imzacı akademisyen var, kalanını bir torbaya koymak mümkün olmadığı için ‘soldan’ genellemesini yapıyorum. Sosyalistler, Kürtler, sendikalılar, amirleri tarafından sevilmeyen muhalifler vb.
Sol camia hiç kuşkusuz daha örgütlü, özgüvenli ve tabii dayanışmacı, inkâr edilemez bir durum bu. Hiçbir şeyle ilgilenmediğini ve sizi/durumunuzu zerrece umursamadığını bildiğiniz bir solcu/demokrat akademisyen dahi, yolda karşılaştığınızda hiç olmazsa, “Abi nooldu sizin o iş?” deme gereği hissediyor ki, bu da bir şeydir. Bu sorudaki ‘abi’, ‘nooldu’, ‘sizin’, ‘o’ ve ‘iş’ ögeleri üzerine daha sonra yazacağım.
OHAL KHK’lerinin anayasaya/hukuka aykırılığı hakkında daha fazla gevezeliğin anlamı yok, anlayan anladı. Ortada bir komisyon var, hukuka aykırı, ne yaptığı ve hangi ölçütlerle karar verdiği belli değil, sizi atan kuruma görüş soruyor, atan kurum ‘iltisaklı’ diyor herhalde, komisyon da buna göre karar veriyor vs., neresinden tutsanız elinizde kalan, ciddiyetsiz bir memleket hikâyesi. İşin buraya gelmesinin nedeni ise AYM (ve AİHM) kuşkusuz. Korkudan içtihat değiştirmeseler ve ‘o içerikteki’ OHAL KHK’lerini incelemeye karar verselerdi, anayasa bu denli kolay askıya alınamazdı. Şimdi idare ve yargı tarafından ciddiye alınmayı bekliyorlar. Kolay gelsin.
İktidar yandaş ve paydaşları ise, baştan itibaren iki kesimden KHK’liye farklı tutum ve terminolojiyle hakaret edip aşağılamaya çalışıyor. Soldan, imzacılıktan atılanlara hemen her zaman terörist, terör destekçisi, bölücü derken, diğerleri için fetöcülüğü yeterli gördüler. Onlara karşı çok daha acımasız olabildiler, çünkü kendi mahallelerinden eş dostları, birlikte yiyip içtikleri insanlar ve hakaretlerinin şiddetinde kendilerini temize çekme, her şeyin dışında tutma telaşı var. Bu nedenle, örneğin ‘vatan hainleri mezarlığı’ gibi insanlık dışı öneriler kolaylıkla gündeme gelebildi ve ülkeden kaçarken ölen bebek ve çocukları dahi umursamadılar. Özellikle siyasetçiler ve yazar-çizerleri arasında zamanında Cemaat ile iletişim kurmamış birini bulmak güç olduğundan, kimi zaman öfke krizlerine varan korkularını anlamak mümkün.
Pek bilmedikleri ve bildikleri ölçüde hazzetmedikleri bir dünyaya, ‘soldan’ KHK’lilere yönelik ifadelerinin tekdüzeliği ise, kareli ceketli bıyıklıların sona ermeyen ergenlik ve sığlıklarından kaynaklanıyor. Karelilerin çoğu sınırlı sözcük ve kavramla düşünüp konuşur ve örneğin bir akademisyenle girecekleri polemiğin sınırı, iyi ihtimalle yukarıdaki üç-dört sözcükle belirlenir; terörist, bölücü, hain, emperyalist, maşa, sözde, filan fıstık. ‘Sözde’ sıfatını bu kadar sevmelerinin nedeni de sığlıktan kaynaklanan bir pratiklik gereksinimi muhtemelen ve bu konuda bir kesim ulusalcıyla ‘iltisaklı’ durumdalar.
Gözlemleyebildiğim kadarıyla, fetöcülük iddiasıyla atılanlara yönelik dizginsiz öfkeleri, imzacı-solcu KHK’lilere aynı biçimde yönelmedi. Solcu KHK’liler, daha çok muhalefeti ‘vurmak’ için bir yol, araç olarak kullanıldı. Özellikle CHP’yi. CHP’lilerin, CHP’li belediyelerin KHK’lilere, özelde imzacı KHK’lilere ilişkin aklı başında tutumunu, onlara da ‘terör destekçisi’ diyebilmek için kullanıyorlar, uzun süredir. Diyelim, bir belediye sizi konuşmaya ya da seminere davet ettiğinde, bir anda karelilerin bir gazetesine haber olabiliyorsunuz ve o haberin dili de 12-13 yaş öfkeli çocuk düzeyinde. Aklı başında hiç kimsenin ciddiye almadığı bu zırvaları kaç kişinin okuduğu da belirsiz.
Diyeceğim, sonuç olarak yalanı ve iftirayı dert etmeyen, yaşadığı toprağı darûlharp ve haliyle her şeyi kendine hak gören kareli ceketlilerin ömrü böyle geçiyor, herhangi bir zamanda ve herhangi bir topluluğa aynı şekilde davranabilirler. Üç-beş yıl öncesine dek cemaat lideri kendilerine tespih hediye etsin diye kuyruğa girmiş bu tipleri ciddiye almaya, onların söz ve satırlarını dert etmeye gerek yok sanırım.
Gelin görün ki, İstanbul Belediyesi ciddiye aldı. Ne yazık ki.
CHP’lilerin, özellikle imzacı KHK’lilere yönelik tutumunun ilk günden itibaren demokratça ve dostça olduğunu yukarıda vurguladım ve hâliahzırda iki KHK’li milletvekili ile bir parti meclis üyesi var CHP’de. Hal böyleyken, İBB’nin son birkaç yılda istihdam ettiği KHK’lileri işten çıkarması ve üstelik bunu ‘Kod-42’ ile yapması, kabul edilebilir bir tutum değil.
Nedir Kod-42?
4857 sayılı İş Kanunu’nun 25.maddesi, işverenin ‘haklı nedenle derhal fesih hakkını’ düzenliyor. Maddenin ‘Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri’ başlıklı ikinci bendine (a) göre: “İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması”, haklı fesihin gerekçelerinden biri. SGK’nin belirlediği işten çıkış kodlarından biri olan ‘Kod-42’, işten çıkarılanı temel bazı haklarından mahrum bırakıyor. İBB’nin dayandığı madde de bu.
Nasıl olur böyle bir saçmalık? İşe alınırken KHK’li oldukları, bazılarının yargılandığı, bakanlık tarafından ‘sakıncalı’ bulunduğu bilinmiyor muydu? Şaka mı yapıyorsunuz, neredeyse alnımızda damgayla geziyoruz yıllardır. KHK’li çalışanların işten çıkarılmalarının, içişleri bakanının ‘İBB’de şu sayıda terörist var’ açıklamasının sonrasında oluşu rastlantı sayılamayacağına göre, bu nasıl bir korku, anlamak mümkün değil.
Peki, bu rezaleti dert edindiklerinden zerrece kuşku duymadığım CHP’liler, KHK’li CHP’liler, milletvekilleri ve parti yöneticileri, neden kamuoyunun işiteceği biçimde bir açıklama yapmıyor? Herkesi bir yana bırakalım, neden sesiniz çıkmıyor, değerli hocalarım? “Kol kırılır yen içinde kalır”, öyle mi? Kırılır ama, yen içinde kalsa da kırıktır ve acı verir. Hakikaten, kareli ceketlilerin soruşturma ve kayyım tehditlerinden, hiç kimsenin ciddiye almadığı birkaç kaleminden bu kadar mı çekiniyorsunuz?
Olup bitenin ve konuşmamayı kendine yedirebilen KHK’liler dahil partililerin, parti hâlesindeki suskunluğun nedenini tahmin etmek, fazlaca akıl fikir gerektirmiyor. Az kaldı, geliyor gelmekte olan, sabredin, çözülecek, vesaire… Şimdi seçim sürecine de girmişken, üstelik üç-beş KHK’li için soruşturma ve kayyım riskini almanın, ağızlarına bir laf daha vermenin ne gereği var, öyle ya!
Peki, bir-iki ‘hot-zot’ta arkasında durmaktan vazgeçecektiniz de bu işi neden yaptınız, KHK’lileri ve ‘sakıncalıları’ neden istihdam ettiniz öyleyse? Şu hâlde olmak hiç zorunuza gitmiyor mu hakikaten, muhterem CHP’liler? KHK’liler şunca yıldır size bile, bunun yalnızca iaşe değil, bir onur ve hak mücadelesi olduğunu anlatmadılarsa, vay hallerine, vay halimize.
Doğumdan ölüme palavrayla yaşamaya alıştığımız toprağımızda, bu kadar oluyor işte, bu kadarız. Memleketin iyi olanı da, hoş olanı da, bu kadar…
Makale önerisi: Meslektaşım, anayasa hukukçusu sevgili Mert Duygun’un, iki Almanya’nın birleşmesi ardından ‘kamu görevlilerinin arındırılması’ (lustration) konusunu ele aldığı ayrıntılı makalesini, ilgili herkesin okuması dileğiyle buraya bırakıyorum. Eline sağlık.
Yazı önerisi: Aydan Çelik’in ‘Büyümez ölü çocuklar’ başlıklı güzel yazısı.