Bu soruyla mutlak surette yüzleşmemiz gerekiyor. Zira Türkiye’de “kanaatleriyle kalabalıkları yönlendirebilecek isimler”in toplu suskunlukları ve/veya toplu duyarlılıkları bizi bu soruyu sormaya mecbur bırakıyor. Hele hele Gazze konusunda “susmaları gerekmezken susan”, hatta “İsrail lehine açıklama yaparak kendilerini riske eden” ünlümsülerle soytarıların varlığı bu soruyu kaçınılmaz bir soru olarak bırakıyor masamıza.
O zaman soruyu yineleyelim: “Türkiye’nin Epsteinları kimler?”
CIA ile ilişkisini de, Türkiye’nin kültür endüstrisini nasıl sevk ve idare ettiğini de gizle(ye)meyen Osman Kavala, Epstein’ınkine benzeyen yahut benzemeyen kimi yöntemlerle Türkiye’deki bazı isimleri “esir almış” durumda olabilir mi? Evet ve elbette.
Küçük yaşta kızları ve delikanlıları ağına düşürerek onları grup seks partilerinde olmadık isimlere sunan Adnan Oktar örgütünü de “Türkiye’nin Epsteinlarından biri” olarak zikredebilir miyiz? Evet ve elbette.
Bir yandan çeşitli iftiralarla insanların hayatını karartan, diğer yandan bağlısı işadamlarına dünyanın ve Türkiye’nin dört bir yanında inanılmaz imkânlar açan, insanları ya gerçek ya da kurguladıkları mahrem görüntülerle esir almayı bir yöntem olarak belirleyen, hatta bu yöntemle parti başkanı bile değiştiren FETÖ, Türkiye’nin Epsteinlarından biri midir? Evet ve elbette.
Bu üç Epstein adayının da ortak noktası şüphe yok ki İsrail sevgileri ve ABD’ye imanlarıdır.