ARZU YILMAZ
Türkiye’nin IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyonda nasıl yer alacağına ilişkin ilk işaret geldi: Pozisyon değişti, bundan sonraki süreç farklı olacak…
Peki nasıl olacak?
Nasıl olacağı ilan edilen şu başlıklarda gizli:
1. Uçuşa yasaklı bölge ilan edilip güvence altına alınması,
2. Suriye tarafında güvenli bir bölge tesis edilmesi,
3. Bu güvenli alanın nasıl tesis edileceği ve bu sürecin kimlerle nasıl yönetileceğinin ele alınması.
‘Değerli yalnızlık’ sıktı herhalde
Her şeyden önce altını çizmek gerekir ki bu pozisyon değişikliği sadece Türkiye’nin IŞİD politikasında bir farklılaşmaya işaret etmiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan daha ayağında New York’un tozu varken yaptığı ilk açıklamada, “Suriye’de terör Rus silahlarından besleniyor” dedi. ABD Başkanı Obama’nın, BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Rusya’yı uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden unsurlar arasında saydığı hatırlanacak olursa, Erdoğan’ın Rusya vurgusunu, en iyimser tahlille, Türkiye’nin artık ‘değerli yalnızlık’ halinden sıkıldığına yorabiliriz.
Dolayısıyla, yeni pozisyonda Türkiye ABD ile gevşeyen safları yeniden sıklaştıracak denilebilir, bu bir.
‘Ahlaki dış politika’da yeni evre: ‘Eğit-donat’
İkincisi, öyle anlaşılıyor ki ‘ahlaki dış politika’da yeni bir evre açılıyor. Bu yeni evrenin adı da ‘eğit-donat’. Yani, deyim yerindeyse, laftan anlamayanların hakkı kötektir misali, Türkiye’nin sözünü dinlemeyenleri ‘kötekleyecek’ler eğitilip işleri kolay olsun diye bir de ellerine sopa verilecek.
Şimdi gelelim şu başlıklara: ‘tampon’ değil ‘güvenli’, ‘şerit’ değil ‘cep’ diye hiç uzatmaya gerek yok. Türkiye yeni pozisyonunda yinelediği ittifaklarıyla mutabakata varmış görünüyor.
Mutabakatın ayrıntıları
Bu mutabakatın ayrıntıları da ‘püf noktası’yla birlikte adeta yazılarını ‘hükümetin sesi’ olarak kaleme alan Abdülkadir Selvi’nin köşesinde duyuruldu.
Özetle, Irak-Suriye sınırında Türkiye’den tankların, topların ve hafif silahların da içinde yer alacağı 910 bin (Bir yazım hatası herhalde, 9-10 bin demek istemiş olmalı) askerin görev yapacağı bir planlama yapılıyor. Bu planlamanın üç önemli hedefi var: Birincisi tüm terör örgütleri, ikincisi sözkonusu güvenli alanın tümüyle silahlı gruplardan arındırılması ve üçüncüsü ki Selvi’ye göre burası işin püf noktası, Suriyeli sığınmacıların bu bölgeye yerleştirilmesi.
Çözüm sürecinde iki farklı ses
Bu tablo içinde ‘çözüm süreci’ nereye oturuyor diye sorulacak olursa, önce çözümün iki tarafından gelen iki farklı sese kulak vermek gerekiyor. Başbakan Davutoğlu, “Nehrin yarısını geçtik, artık geriye dönmek ileriye gitmekten daha zor” diyor; KCK ise, “Çözüm bitti, bu bir savaş ilanıdır” diyor.
KCK günler öncesinden yaptığı bu açıklamayla belli ki bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilan ettiği ‘pozisyon değişikliği’ni öngörmüş. Zira Türkiye’nin yeni pozisyonunun tarifi her şeyden önce Suriye’nin kuzeyinde bir YPG yapılanmasına izin verilmeyeceğini gösteriyor. Bu durumda YPG ya ‘eğit-donat’ grubuna dahil olacak ya da tümden ortadan kalkacak.
Alt oyan püf noktası
‘Zaten YPG daha bir hafta önce Suriye muhalefet güçleriyle işbirliği yapma kararı aldı, dolayısıyla varsın ‘eğit-donat’ grubuna YPG de katılsın’ demek pek gerçeklerle bağdaşmıyor. Çünkü mesele sadece silahlı güçlerin varlığını koruması üzerinden değil, Rojava Devrimi’nin yaşatılması üzerinden okunuyor. Türkiye’nin Rojava devrimiyle ilgili tasarruflarını da sağır sultan bile biliyor.
‘Püf noktası’ ise Rojava’da muhtemel demografik değişikliği işaret ediyor. 1,5 milyonu aşan Suriyeli mültecinin sözkonusu güvenli bölgelere yerleştirilmesi hiç kuşkusuz Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt nüfus yoğunluğuna bağlı özyönetim iddiasının altını oyacağa benziyor.
Peşmergelere Rojava’ya geçiş imkanı mı?
Üstelik planlamaya bakılırsa hesaplar sadece Suriye için de yapılmıyor. Irak’ta da bir ‘cep‘ oluşturulması muhtemel. Oradaki ‘insani’ kaygılar da herhalde Ezidiler olsa gerek, tabii Türkmenler de var.
Bu haber çıkar çıkmaz Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Başbakanı Neçirvan Barzani’nin Ankara’ya gelişi ise dikkat çekici. Türkiye’yle ilgili ‘büyük hayal kırıklığı yaşayan’ Kürdistan Bölgesel Yönetimi, bu ‘cep’ işine nasıl bakar belli olmaz . Ama Irak Kürdistanı’nda PKK’nin tam da Ezidiler üzerinden siyasi nüfuzunu artırdığı bir dönemde, bu ‘eğit-donat’ seferberliği içinde peşmergelere Rojava’ya geçiş imkanı sağlanabileceği düşünüldüğünde, insan ister istemez ‘belki’ demekten kendini alamıyor. Tüm bu gelişmeler ışığında da KCK’nin neden, “Bu bir savaş ilanıdır” dediği daha iyi anlaşılıyor.
Kobane bahane Şam şahane
Ya Davutoğlu’nun ‘nehir’ metaforunun anlamı ne? Mete Çubukçu, diken.com.tr’deki son yazısını, ‘Kürtler IŞİD karşısında can, Türkiye Şam derdinde’ diye bitirmişti. Bu tarifi bir adım ileri götürüp Kobane bahane Şam şahane demek de mümkün. Zira Türkiye’nin derdi yalnızca Rojava Devrimi olsaydı çoktan sınır ötesine geçmişti. Angajman kurallarında yapacağı bir revizyonla en azından Kobane ayağını daha ilk günden engelleyebilirdi.
Nihai hedef, Suriye rejimi; Türk-Kürt ittifakı pahasına…
Asıl dert ilan edildiği üzere Şam. Planlamanın nihai hedefi de Esad rejimini değiştirmek.
Buna gücü yeter mi? Şimdilik kimse “Birkaç güne kalmaz Ulu Camii’de namaz kılarız inşallah” demediği gibi, bu işin uzun vadeli olacağını söyleniyor. Ama ilk işaretler, nihai hedef zaman alacak olsa da o hedefe ulaşmak için gerekirse Kürt-Türk ittifakının gözden çıkarılacağını gösteriyor.