DR. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
20 yıldır aktif çalışan bir psikoterapist olarak en sık dinlediğim problemlerden biri, ilişkilerde alma-verme dengesinin kurulamaması ve dolayısıyla ortaya çıkan sorunların çözümsüz kalması. Başka bir deyişle, gerek aile içi gerek romantik gerekse arkadaşlarla ilişkilerde etkin iletişim kurulamaması nedeniyle bize destek olacak insanlar hayatı zorlaştıran birer sorun haline gelebiliyor. Bana sorarsanız bunun en temel nedenlerinden biri, sınır koymada ciddi sıkıntalar yasamamız. Daha doğrusu, sınır koymada birçoğumuzun neredeyse hiçbir fikrinin bulunmaması.
İçinde yaşadığımız toplum ve kültürün ilişkilenme biçimlerimize etkisi tartışılmaz. Kolektivist bir kültür içinde yaşadığımız göz önüne alınırsa, ‘ben’, ‘sen’ ve ‘biz’ kavramlarının sağlıklı biçimde gelişmesi pek kolay değil. ‘Ben’ kavramının bencillikle karıştırılması, insanın bencil sanılmamak adına diğerlerini kendisinin önüne koyması ve ‘biz’ kavramının sınırsızlık ya da bağımlılıkla iç içe geçmesi, sağlıklı ilişkilenmeyi zorlaştıran etkenler arasında sayılabilir.
Tabii ki ebeveynlerimizin ilişkilenme biçimlerimize etkisini de göz ardı edemeyiz. Saçını başkaları için süpürge etmek, bir tartışmada haklıysan bile alttan almak, talep edilmese bile yardım etmeye çalışmak ama asla yardım talep etmemek, ‘Hayır’ kelimesini nerdeyse hiç kullanmamak, birçoğumuzun ebeveynlerinden gördüğü tutum ve davranışlar arasında. Bir çocuğun büyürken ebeveynlerini rol model aldığı düşünülürse ilişkilerimizde gereğinden fazla vermeyi daha çok küçük yaşlarda öğreniyoruz.
Ayrıca, ihmalkâr ya da eleştirel ebeveynlerin sevgisini hak etmenin tek yolunun sınırsızca vermek olduğu yanılgısına kapılan çocuklar, yetişkin olduğunda hemen tüm ilişkilerinde benzer tutum ve davranışları devam ettirebiliyor.
Tüm bunların yanısıra, çocuğa zorla bir şey yaptırmak için ebeveynlerle kullanılan manipülasyon yöntemleri de çocukların sınır koyma becerilerinin gelişmesini engelleyebiliyor. Örneğin, bir ebeveynin çocuğu istediği şekilde davranmadığı zaman ona “Senin yüzünden hastalanıp öleceğim”, “Ölürsem çok üzülürsün”, “Her şeye senin için katlandım, kendimden vazgeçtim” gibi söylemlerde bulunması, çocuğun ebeveynine suçluluk ve öfkeyle bağlanmasına neden oluyor. Yani, ebeveyn çocuğa kendini suçlu hissettirerek istediğini yaptırmaya çalıştığı zaman, çocuk hem kendisine hissettirilmeye çalışılan suçluluğu içselleştiriyor hem de ebeveynine karşı bu tutumundan dolayı öfkeleniyor. Aynı zamanda ebeveynine öfkelendiği için suçluluk duyup kendisine de öfkeleniyor. Bu duygusal çıkmazda kaybolup sağlıklı sınırlar koymayı öğrenemiyor; çünkü daha çok küçük yaşlarda eğer başkalarına ‘Hayır’ derse onları üzeceği ve bir insanı üzerse o insanın hastalanıp öleceği varsayımını benimsiyor. Aslında, kendisine gereğinden fazla güç atfediyor. Böylece, hayatı boyunca ilişkilerinde ‘Hayır’ demekte zorlanıyor.
İlişkilerde sınır koyamamak, sadece diğer insanların taleplerine ‘Hayır’ diyememekten ibaret değil. İnsanın kendi tutum ve davranışlarını dizginleyememesi de bir sınır koyma sorunu olarak tanımlanabilir. Örneğin, insanlar talep etmeden onlara yardım etmeye çalışmak, başkalarının sorunlarını kendilerininkinin önüne koymak, başkalarının hayatıyla gereğinden fazla ilgilenmek ve hemen her detayı bilmek istemek, sınır koyma sorunları arasında sayılabilir. Ayrıca, insanın kendisiyle ilgili gereğinden fazla bilgi paylaşması da samimiyetten çok sınırsızlık olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla, samimi sandığımız ilişkiler sınır koymakta çektiğimiz sorunlar nedeniyle tüketici hale gelebilir. Ve ilişkilerin bitmesi kaçınılmaz olur.
Öte yandan, alma-verme dengesini kurmaya çalışırken diğer bir uca gitmek de olası. Özellikle de bizim gibi grilerde kalmakta zorlanan toplumlarda…
Son yıllarda hem vasat kişisel gelişim kitapları yüzünden hem de saçını süpürge edip de tükenen jenerasyonların çocuklarına ‘Önce sen’ başlıklı mesajlar içeren tavsiyelerinde dozu kaçırması nedeniyle, bazı insanlar ilişkilerde sadece alma odaklı yaşamaya başladı. Alan taraf olmayı özgüvenli olmakla karıştırdı. Oysa bir ilişkide sadece almak, diğer tarafı istismar etmektir ki buna da özgüven diyemeyiz. Özetle, sağlıklı bir ilişkiyi mazoistik ya da narsisistik özellikler yönetmez.
Nasıl her insan birbiriyle aynı değilse her ilişki dinamiği de farklıdır. Dolayısıyla, almak ve vermek kavramları hem kişilere göre hem de ilişki dinamiğine göre değişebilir.
Alma-verme dengesinin sağlıklı olduğu ilişkilerin olmazsa olmazları arasında şunlar sayılabilir:
- Bir ilişkide her iki tarafın da sevildiğini ve önemsendiğini hissetmesi
- Sorun karşısında yalnız olmadığını bilmesi
- Kendini ve ihtiyaçlarını açıkça ifade edebilme özgürlüğünün olması
- İki tarafın da kendi alanının olması
Her insanın kendini ifade etme şekli farklıdır ama sağlıklı ilişkilerde etkin iletişimle her iki taraf da bu farklılıkları anlayıp benimseyebilir. Yani, sağlıklı sınırlar için etkin iletişim becerileri de önemlidir.
Ne yapmalısınız?
- Eğer bir ilişkide kendinizi tükenmiş hissediyorsanız ilişkideki sınırları gözden geçirin.
- Hayattaki önceliklerinizi belirleyin. Her yere, herkese yetişemezsiniz. Öncelikleriniz doğrultusunda aksiyon almaya çalışın. Süper kahraman değilsiniz, olmak zorunda da değilsiniz.
- Kendi ihtiyaçlarınızın farkına varın ve bunu dile getirmekten kaçınmayın. Gerçek bir ilişkide ihtiyaçlarınızı dile getirdiğiniz için kimseye yük olmazsınız.
- Karşınızdakini her zaman memnun etmek zorunda değilsiniz. ‘Hayır’ demeyi deneyin. ‘Hayır’ demek başta suçluluk hissettirebilir ama bu suç işlediğiniz anlamına gelmez. Siz birisine ‘Hayır’ dediğiniz için sizden vazgeçiyorsa o gerçek bir ilişki değildir.
- Karşınızdaki insan hakkındaki her şeyi bilmek zorunda değilsiniz. İnsanlar, her detayı paylaşmak zorunda değiller. İlgilendiğinizi göstermek için sorular sorabilirsiniz ama fazlası rahatsız edici olabilir. Aynı şekilde siz de hayatınızdaki her detayı diğerleriyle paylaşmak zorunda değilsiniz.
Unutmayın ki bir ilişkide iki taraf da tüm ihtiyaçlarını karşılayamaz. Bu yüzden de hayatımızda farklı insanlar ve farklı ilişkiler vardır. İlişkilere ve ilişkilendiğimiz insanlara dair beklentilerimizi gerçekçi tutup hepimizin insan olduğunu ve tükenmemek için insan olmanın getirdiği sınırlamalar içinde yaşamayı öğrenmeliyiz.