Kıyının bir köşesine sığınıp etrafı seyredecek gençleri, talebeleri, orta şeker insanları sıkıntıya soktular. Bu yetmezmiş gibi o dar alanın önüne bile bir nehir ziyafet gemisi monte edildi. Bu meseledeki en büyük rezalet bu lokanta gemisini işleten şirketin bir de rıhtımı kendine “özel” diye ayırması, halkın geçişini engellemesi. Bu haydutlukların bitmesi lazım. Kıyıları mümkün mertebe halkın gezebilmesine açmalıyız.
TÜRKİYE kıyılarının eni boyu bellidir. Uzunluk itibariyle ne Yunanistan ana kıtası ve adalar kadar geniş ve bakir sahillerimiz var, ne de İtalya kadar. İspanya’nın nüfusu ise neredeyse bizden yarıdan azdır. Daha Turgut Özal’ın devrinde Türkiye turizminin öncülerinden merhum Mukadder Sezgin kıyılara rastgele otel yapılması, bunun için krediler açılması, kıyıların kullanılması konusunda eli sıkı (muktesit) davranılması için gerekli raporları verdi.
Şimdi nüfusumuz 80 milyonu aştı. Belki daha da büyüyecek ama kıyılarımız büyümüyor ve Karadeniz’in kıyıları ile Akdeniz’in kıyıları, Ege ve Marmara arasında hem iklim bakımından fark var hem de Marmara’da olduğu gibi nitelik açısından fark var. Çünkü bizim kuşağın şahane Marmara Denizi artık kirlilik içinde.
Hâl böyleyken kıyılarla ilgili anayasal hüküm ortada. Kıyılara bina yapılması hoş mümkün değil ama bunu dinleyen yok. Sık sık hem de turizm otoriteleri tarafından otellerin hem tabiatın dengesini bozacak hem kıyıları kapatacak şekilde her yere yapıldığı görülüyor. Bu alışılagelmiş gibi görünüyor. Ne var ki alışılagelmiş gibi değil. Mukadder Sezgin raporunda 1980’lerde belirtildiği gibi Türk halkı gittikçe denize yönelir oldu. Bu onların hem hakkı hem de sağlık bakımından, eğitim bakımından görevi. İnsanlarımızı etraflarındaki denizi tatmak ve hayatlarına almak durumundalar. Çok yakın bir gelecekte bu açıdan kriz yaşanır.