MESUDE ERŞAN
@mesudersan
mesudeersan@diken.com.tr
İktidar yanlısı medya Boğaziçi Üniversitesi’nde bu kez de direnişçi akademisyenlerden Yard. Doç. Dr. Tolga Sütlü’yü hedef göstermeye başladı. Pazar günü Akşam, bugün de Yeni Şafak gazetelerinde yayınlanan, birbirinin neredeyse aynı iki haberi yalanlayan Sütlü, “Direnişin bütünlüğünü kıramadıkları için tek tek insanlara saldırarak etkisiz hale getireceklerini ve böylece direnişi zayıflatabileceklerini düşünüyorlar” dedi.

Söz konusu iki haberde yer alan iddiaya göre, Sütlü ‘Karolinska Enstitüsü’nde yapay organ nakli vaadiyle hem akademi dünyasını hem de hastaları dolandıran Paolo Macchiarini isimli dolandırıcı cerrahın çalışmalarının Türkiye ayağını yöneten akademisyen.’ Haberlerde ayrıca Sütlü’nün skandal ortaya çıktıktan sonra ‘kişisel bağlantılarını kullanarak Boğaziçi Üniversitesi’nde işe girdiği’ öne sürülüyor.
Akademisyen, Karolinska Enstitüsü’nde dört yıl önce sonuçlanan bu soruşturmalarda ifadelerini verip, savunmasını yaptığını ve herhangi bir ceza almadığını söyledi: “2011’de başlayan soruşturma, 2018 yılında tamamlanmıştı. Bahsi geçen haberlerde bana bir yaptırım uygulanmış havası verilerek daha da acısı bir hastanın ölümünde sorumluluğum varmış gibi aşağılık bir yalanla alenen itibar suikasti yapılıyor.”
Öte yandan söz konusu haberlerde Sütlü’nün TİP İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil’le evli olduğu anlatılırken, Kadıgil’den ‘eski CHP milletvekili’ diye söz ediliyor.
TÜBİTAK bursuyla Karolinska Ensitüsü’ne gitti
Sütlü’nün eğitim yaşamı başarılarla dolu. Kadıköy Anadolu Lisesi’nden mezun olan Sütlü, Türkiye 11’incisi olarak kazandığı Sabancı Üniversitesi’nde Moleküler Biyoloji Bilimleri ve Biyomühendislik programında burslu öğrenim gördü.
Master çalışmalarını Stoctkholm Üniversitesi ve Karolinska Enstitüsü’nde tamamlayan akademisyen, doktora için kazandığı TÜBİTAK bursuyla Avrupa’nın en prestijli ve büyük tıp üniversitelerinden Karolinska Enstitüsü’nde Hücre ve Gen Tedavisi Merkezi’ne girdi.
2005-2012 arasında enstitüde çalışmalar yaptı ve doktorasını tamamladı. 2014’de mezun olduğu Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde çalışmaya başladı. Buradan 2019’da istifa eden Sütlü, aynı yıl Boğaziçi Üniversitesi’ne başvurdu.
Uzun süren prosedür ve sınavlardan sonra Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’ne kabul edildi. Sadece TÜBİTAK’dan dört ayrı araştırma fonu alan Sütlü, özellikle kanser üzerine çalışıyor.
‘Boğaziçi’nden uzaklaştırmak için mazeret üretiyorlar‘
Diken’e konuşan akademisyen, haberlerde bahsi geçen çalışmaya doktora öğrencisiyken bir süre dahil olduğunu ve asıl çalışma alanının farklı olduğunu söyledi.
Soruşturması tamamlanmış olayın tekrar gündeme getirilmesi zamanının manidar olduğunu vurguladı: “Benim yaptığım işler bellidir. Esas araştırma alanımda ne kadar başarılı olduğum akademik camiada bilinir. Doktor öğretim üyesi olarak görevliyim. Boğaziçi’nde üç yılda bir sözleşmelerimiz yenilenir. Eylülde üçüncü yılım doluyor ve sözleşmemin yenilenmesi gerekiyor. Normal şartlarda bu tamamen bilimsel, akademik değerlendirmeye göre yapılır.
Dosyamı yenilemek için teslim ediyorum. Akademik açıdan tekrar sözleşmemim uzatılmaması için bir risk yok. Türkiye ortalamasının çok üstünde bir başarıyla araştırmalarımı yürütüyorum. Ama muhtemelen bir sebep icat edip benim sözleşmelerimi yenilememek ve Boğaziçi’nden uzaklaştırmak için mazeret üretmeye başlıyorlar.”
İlk haber çıktığında rektörlüğe resmi bir yazıyla başvurup, soruşturmanın dökümanlarını ilettiğini ve hukuk müşavirliği ile iletişim ofisi aracılığıyla tekzip edilmesini istediğini belirten Sütlü, şunları dedi: “Görmezden geliyorlar. Henüz hiçbir yanıt yok. Tüm bunların siyasi saiklerle yapıldığı o kadar belli ki. Eşim TİP milletvekili Sera Kadıgil’i CHP eski milletvekili olarak yazmaları bile bunu gösteriyor. Kendilerince hem Boğaziçi Üniversitesi direnişine hem de muhalefete zarar vermek için yalan yayıyorlar.”
Sakladığı ya da korktuğu bir şey olmadığını aktaran akademisyen, ‘yapılanların yıldıramayacağını, asıl üniversitenin başına kayyım olarak getirilenlerin korkması gerektiğini’ söyledi: “Her türlü hukuksuzlukları yapanlar, arkalarına siyasi iradenin gücünü alanlar korksun. Esas iş karıştıran onlar. Bu hukuksuzluk ortamında bile mahkemeden dönüyor yaptıkları.”
‘Disiplin komitesini reddetmemin de etkisi var’
Kampüste içki içen ve afiş asan öğrencilere açılan disiplin soruşturması için oluşturulan komitede görevlendirildiğini ancak bunu kabul etmediğini anlatan Sütlü, şunları dedi: “Vicdanen bu soruşturmada yer almak istemedim. Bunların suç olduğunu düşünmüyorum. Disiplin komitesinde yer almayı reddetmemin de haberlerin yaptırılmasında etkili olduğunu düşünüyorum.”
Sütlü tüm kanuni haklarını soruna kadar arayacağına da söyledi.
İktidar yanlısı medya Boğaziçi’nde daha önce, kişisel bilgilere onaysız erişim tespit eden dört akademisyeni hedef göstermişti. Akademisyenler ‘kayyım rektör’ Naci İnci tarafından görevden uzaklaştırılmış ‘ön değerlendirme’ sonrası üçü görevine iade edilmişti.
‘Hedef ben değilim, kayyımlara karşı direnenler’
Sütlü sosyal medya hebası üzerinden de sözkonusu iddialara yanıt verdi:
“Geçtiğimiz Pazar günü Akşam, bugün de Yeni Şafak isimli yayın organlarında tekrar edilen iftiralarla ilgili, bu tetikçi zihniyeti ciddiye aldığımdan değil ama akademik camiayı bilgilendirmek için açıklama yapma gereği hissediyorum.
Öncelikle ifade etmem gerekir ki bu saldırıların hedefinin ben değil, saray rejiminin kayyımlarına karşı direnen Boğaziçi Üniversitesi’nin iradesi olduğunu çok iyi biliyorum. Bu kirli amaçları için dün başka meslektaşlarımı olduğu gibi bugün beni vesile kılanlar, yıllar önce İsveç’te kamuya açık şekilde yürütülen, üstelik aklandığım bir soruşturma üzerinden karalamaya çalışacak, hatta bir insanın ölümüyle suçlamaya varacak kadar da meslek onurlarını yitirmiş durumdadırlar.
Ne mutlu bana ki hakkımda türlü saçmalıklar uydurmak zorunda bırakacak kadar canlarını sıkmayı başarmışım. Hayatında herhangi bir akademik kuruluşun kapısından girecek donanımı olmamasına karşın beni ‘dolandırıcı’ hatta ‘katil’ ilan edecek kadar cahil cesaretini ele almış bu haber görünümlü tetikçiliğe karşı her türlü yasal yola başvuracağımdan da kimsenin şüphesi olmasın.
Şunu da ifade etmek zorundayım ki, ilk haberin çıkmasından sonraki gün (18 Temmuz Pazartesi) Boğaziçi Üniversitesi’ne resmi bir yazıyla başvurarak hakkımda yazılan bu iftiraların tekzip edilmesi için hukuk müşavirliğinin ve kurumsal iletişim ofisinin görevlendirilmesi talebinde bulundum. Normal bir üniversite, bir öğretim üyesi hakkında böyle baştan sona yalan haberler çıkarsa bir açıklama yapar. Ne acı ki bugüne kadar ne yazıma bir cevap geldi ne de bir tekzip yayınlandı.
Haberlerde çarpıtılmış bir şekilde anlatılan olaylar, İsveç’teki Karolinska Enstitüsü’nde doktoramı yaptığım dönemde (2011 yılında) katıldığım bir çalışmaya dayanmaktadır. Daha sonraki yıllarda Karolinska Enstitüsü’nde konuyla ilgili uzun yıllar süren soruşturmalar yürütülmüş ve 2018 yılında tamamlanmıştır. Bu olayların tamamı zaten bilimsel kamuoyu ve tüm İsveç tarafından yakından takip edilmiştir. Tüm hikaye ve kamuya açık dökümanlara şu bağlantı üzerinden erişilebilir.
Karolinska Enstitüsü’nde dört yıl önce sonuçlanan bu soruşturmalar kapsamında gerekli ifadelerimi verdim, savunmamı yaptım ve herhangi bir ceza almadım. Bahsi geçen haberlerde bana bir yaptırım uygulanmış havası verilerek daha da acısı bir hastanın ölümünde sorumluluğum varmış gibi aşağılık bir yalanla alenen itibar suikasti yapılmaktadır.
Sözde haberlerdeki diğer yalanları özetlemek gerekirse:
- Konuyla ilgili sessizliğimi korumam gibi bir durum söz konusu değildir, her gündeme geldiğinde gerekli açıklamaları yaptım fakat bahsi geçen haberleri yapan “gazeteciler” konuyla ilgili benimle iletişime geçme ihtiyacı duymadılar.
- Ben çalışmanın Türkiye ayağını falan yönetmiyordum. Bu büyük uluslararası çalışmanın İsveç’teki kısımlarında yer alan ve hastalarla en ufak bir teması olmayan bir doktora öğrencisiydim. Kaldı ki Türkiye’den gelen ve ne acı ki hayatını kaybeden hasta, ameliyat edilen ilk hasta değildi. Benim içinde bulunduğum TEK yayın ise ameliyat edilen ilk hasta üzerineydi.
- Soluk borusunu bizim grubumuz üretmedi. Bu oldukça kalabalık, uluslararası bir çalışmaydı. Soluk borusunun iskeletini İngiltere’de bir grup üretiyordu. Bizim grubumuz ise bu iskelete nakledilen hücrelerin ve tedavi sonrası hastadan toplanan örneklerin analizini yapıyordu. Bu analizlerin yapılması için kullanılan cihaz (flow cytometry) konusunda Karolinska’daki en yetkin gruplardan birisi biz olduğumuz için bu çalışmaya davet edilmiştik. Yaptığımız iş de çalışmanın klinik kısmıyla değil laboratuvar kısmıyla ilgiliydi. Ben bir hekim olmadığım için hasta verilerine ulaşmam zaten kanunen yasaktı.
- ‘Skandalın’ ardından Sabancı Üniversitesi’nden kovulduğum iddia ediliyor. Bunun gerçek olmadığı, Sabancı Üniversitesi’nden ayrılmamın konuyla ilgisinin olmadığı ilgili mercilerden teyit edilebilir. Soruşturmanın kararı çıktığı gün (25 Haziran 2018), o zaman çalışmakta olduğum Sabancı Üniversitesi rektörlüğüne ilettim. Benim Sabancı Üniversitesi’nden Boğaziçi Üniversitesi’ne geçişim ise Eylül 2019’da olmuştur. Sabancı Üniversitesi beni bu mesele yüzünden işten kovmak için 15 ay beklemiş midir? Aksine, ben Sabancı Üniversitesi’ndeki görevimden kendi irademle ve bu konudan tamamen bağımsız sebeplerle istifa ederek Boğaziçi Üniversitesi’ne geçmeyi tercih ettim.
- Boğaziçi Üniversitesi’ne ‘derin bağlantılarımı’ kullanarak(!) girdiğim iddia ediliyor, bu her ne demekse. Üniversitemizde son dönemde gayrı-meşru şekilde istihdam edilenler hariç tüm hocalarımız gibi ben de bir çok adayın başvurarak karşılaştırmalı olarak değerlendirildiği, Boğaziçi Üniversitesi’nin yerleşik istihdam süreçlerinden geçerek ve bileğimin hakkıyla bu pozisyonu kazandım. İşe başvuru sürecimde, haberlerde çarpıtılmaya çalışılan bu konu bölüm başkanlığı tarafından bana soruldu. Bölüm başkanlığına (tahminim oradan da dekanlığa ve rektörlüğe) gerekli bilgileri ve soruşturma sonuçlarını ilettim ve bunların hepsi incelenerek bir sorun oluşturmadığına karar verildi. Bu konuyla ilgili görüşmelerin üniversitemiz arşivlerinde bulunduğunu tahmin ediyorum. İstihdam sürecimde bölüm/fakülte/üniversite düzeyindeki kurul toplantılarının tutanakları incelenirse bu konu anlaşılabilir. Benim bakış açımdan sürecin nasıl işlediğini geçen sene paylaştığım şu tweet zincirinde bulabilirsiniz.
- Benim bulunduğum ve geri çekilen sadece bir makale vardır. Haberde iddia edilenin aksine Boğaziçi Üniversitesi’ne başvuru dosyamda, geri çekilmiş olan bu yayın ve bu yayına gelen atıflar bulunmamaktadır. Bu husus da üniversitemizin arşivlerinden teyit edilebilir.
- Son olarak ifade etmem gerekir ki 4 yıl önce tamamlanan soruşturma ve tüm kamuoyuna açık olan benim hakkımdaki karar şu şekilde sunulmuştur: suçlu değil ama kabahatli. (İngilizce dökümanda geçen şekliyle “not guilty but blameworthy; i.e. not responsible for scientific misconduct but not beyond criticism” yani “bilimsel suistimalden suçlu değil ama eleştirilecek yanlar var”).
Türkçesi:
Projede Evren Alıcı ve Tolga Sütlü laboratuvar çalışmaları, akış sitometrisi yaptılar. Evren Alıcı, doktora öğrencisi olan Tolga Sütlü’nün danışmanıydı. Çalışmalarının veri manipülasyonu içerecek bir şekilde yürütüldüğüne dair hiçbir ibare yoktur. Her ikisi de ilk yazar grubuna dahil edildi ve hakemlerin görüşlerini ele almak için eylem talep etmeleri veya yazarlıklarını geri çekilmeleri gerekirdi. Proje hakkında daha fazla bilgi talep etmeleri ve makalede bildirilen açıkça hatalı beş aylık durum bildirimine tepki vermeleri gerekirdi. Her ikisi de bu açıdan kabahatlidir, ancak bilimsel suistimal teşkil edecek ölçüde değildir.
Benim kavrayabildiğim kadarıyla kabahatim, o dönem Karolinska Enstitüsü yönetimi tarafından ‘harika transfer‘ olarak sunulan ‘mucize İtalyan cerrahın’ çığır açan çalışmasına dahil olma fırsatı bulmuş genç bir doktora öğrencisi olarak, hocalarımı bu çalışmanın klinik sonuçlarıyla ilgili olarak yeteri kadar sorgulayamamış olmaktır. Hakkımdaki bu uyarı niteliğindeki kararı içime sindiremesem de suçlu bulunmadığım için kabullendim ve bu olaydan gerekli dersleri çıkartarak hayatıma devam ettim. Bilimsel kariyerimin daha başında karşılaştığım bu durumdan aldığım önemli dersler ışığında çalışmalarımı sürdürüyorum. Aldığım en önemli ders ise, ne olursa olsun her zaman otoriteyi sorgulamam gerektiği oldu. Bu dersi, iyi birer bilim insanı olarak yetiştirmeye çalıştığım öğrencilerime de en iyi şekilde öğretmeye çalışıyorum.
Ben, Boğaziçi Üniversitesi’nin görece genç bir akademisyeni olarak böyle bir linç kampanyasına maruz kalırken, güya ‘özellikle genç akademik kadroların mağduriyet yaşamaması için’ Melih Bulu’nun rektör yardımcılığı görevine talip olan, sonrasında ise onun yerine geçip Melih Bulu’nun adını rektörler listesinden sildiren Naci İnci ve yönetiminin bu konuda sessiz kalmasını ise kamuoyunun takdirine bırakıyorum.”