
M. MURAT KUBİLAY
mmkubilay@gmail.com
Bu başlık, Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde genellikle en varlıklı iki kesimi ifade etmek için kullanılır. Bu yazıda ise geleneksel sanayi veya hizmetlerden gelen şirketler ile teknolojiye en üst düzeyde ayak uydurmuş veya teknoloji neticesinde işkolu oluşmuş şirketleri ayırmak için faydalanılıyor.
Konumuz, son dönemde ismi yurt dışında da duyulan teknoloji girişimciliğine dayalı şirketler. Bir tarafta geleneksel yöntemlerle mal ve hizmet üretip satan, teknolojiden yalnızca süreç hızlandırma ve maliyet azaltma gibi kısıtlı alanlarda faydalananlar var. Onların bir zamanlar devlete ait olmayan veya yurt dışına satış bacağında başarı yakalamayan veya doğal tekel konumunda olmayanların birçoğu, kullanmış olduğu döviz cinsi kredilerden veya yüksek faizli TL kredilerden ötürü ağır finansman yükü altında. Üstüne pandemiyle birlikte ciddi ciro kaybı da yaşadılar. Önemli bir kısmı, bankaların sorunlu kredileri içerisinde dahil edilmiş, geriye kalanlar ise karlılık problemi yaşıyor. Türkiye’de reel sektörün hali sıkıntılı.
Öncelikle bazı dev firmaların toplam piyasa değerlerini hatırlatalım; Koç Holding 7,5 milyar dolar ve Sabancı Holding 2,5 milyar dolar. İş Bankası 3,1 milyar dolar ve Garanti Bankası 4,7 milyar dolar. Turkcell 4,1 milyar dolar ve Türk Telekom 3 milyar dolar. Tüpraş 2,9 milyar dolar ve Petkim 1,8 milyar dolar. Erdemir 7,6 milyar dolar ve Şişe Fabrikaları 3,3 milyar dolar. THY 2,1 milyar dolar ve TAV Havalimanları 1 milyar dolar. Ford Otosan 7 milyar dolar ve Tofaş Fiat 2,4 milyar dolar. Migros 6,6 milyar dolar ve BİM Mağazaları 5,2 milyar dolar.
Finansal piyasalarla ilgilenmeyenler için bu fiyatlar çok büyük veya küçük ama oldukça çelişkili gelebilir. Değerlemeler gelecekteki kar beklentileri ile doğru, şirketin risk ölçüsü ile ters orantılı hesaplanarak tahmin edilir; bu beklentilerle borsalarda işlem görür. Şirketlerin yüksek cirosu karlılık garantisi değildir, çok çalışanı olması satışlara yansımayabilir, henüz kar etmese de gelecekteki potansiyeli dikkate alınmış olabilir, hızlı büyümekle birlikte şirket, finansman maliyeti içinde eziliyor olabilir. Bir de borsa değerlemelerinde günlük haber ve beklentilerin bir derecede saptırıcı etkisini atlamamak gerek.
Farklı sektörlerden bu 16 büyük şirket dışında Türkiye’de borsaya kote olmamış, yurt dışından büyük yatırım almış ve bu esnada yapılan şirket değerlemelerinde 1 milyar doların üstünde eder belirlenmiş olanlar var. Borsalardaki değerlemeler piyasadaki çok sayıda katılımcıyla, bu tip özel işlemlerse az sayıda bilgili ve varlıklı bireysel veya kurumsal yatırımcıyla yapılır.
Dream Games, Haziran 2021’de sağladığı dış finansmanla 1 milyar dolar değere ulaştı. Haziran 2020’de Peak Games, ABD’li Zynga’ya 1,8 milyar dolara satılmıştı. Yakın zamanda ABD’de NASDAQ borsasında halka arz edilen Hepsiburada 3,7 milyar dolar değere sahip. Haziran 2021’de Getir 7,5 milyar dolar ederinden değerlendi. Tam da bu arada değerlemesi 1 milyar dolara ulaşmış startuplara unicorn; 10 milyar dolara ulaşanlaraysa decacorn dendiğini söyleyelim. Türkiye’nin ilk unicornu’u Peak Games olmuştu, peki ya ilk decacorn’u kim? Trendyol! Şirketin piyasa değeri 16,5 milyar dolar, yani Koç Holding’in 2 katından fazlaya.
Tabii ilk bakışta birçoğunuz bu fiyatlamaların balon olduğunu iddia edebilir ve hatta haklı da olabilir. Ancak dünyada teknoloji şirketlerinde, büyük veriye erişimi olanlarda ve piyasasında büyük pazar payları da varsa değerlemeler böyle. Elon Musk’ı 170 milyar dolarla dünyanın en zengin 2. kişisi yapan Tesla ve Spacex de bu yollardan geçti.
Ekonomiyi siyasette olduğu gibi herkesin ahkâm kestiği bir alan düzeyine düşürenler bu hikâyeleri kaçırıyor. Gönülsüz bir şekilde Doğan Yayın Grubu’nu Demirören’e satan Doğan Ailesi; 3,7 milyar dolara sahip Hepsiburada’nın ana ortağı. HSBC’nin hesaplamasına göre, Türkiye’deki e-ticaret pazarının %27’si Trendyol’un ve %17’si Hepsiburada’nın. Çiçek Sepeti, N11, Morhipo, Sahibinden ve Gitti Gidiyor gibi firmaları da atlamayalım; onların genel kabul görmüş değerlemeleri yok, ama milyar dolar düzeyinde olduklarını tahmin etmek sanırım pek hatalı olmaz. Tabii bu yolu ilk açan ve Temmuz 2015’de 589 milyon dolara, bugün için oldukça mütevazı bir fiyata, ABD’li yatırımcılara satılan Yemek Sepeti’ni asla unutmamak gerek.
Yazının şu ana kadar olan kısmı, bu şirketlerin piyasada rekabet kırıcı eylemlerinden hiç şüphe etmeyen ve sadece başarılarına odaklanmış gibi yazıldı. Ancak yazılarımı okuyanlar bu konudaki duruşumu biliyorlar, madem öyle çok fazla vurmadan birkaç noktaya değinelim. Trendyol’un üstteki değerden işlem görerek Çinli Alibaba’ya satıldığını söyleyelim. Reklamlarda ‘Türkiye’nin Trendyol’u’ sloganını kullanan şirketin %86’sı Alibaba’nın; yani ABD’li Amazon’un ezeli rakibinin. Bu sektörde Türkiye’deki varlıkların önemli bir kısmı yabancılara ait; ismi, kurucusu, merkezi, kaynağı ve ana pazarı burası olsa da.
Bir şirketin değerini en çok artıran faktörlerden biri, piyasa gücü kazanması, yani müşteri ve tedarikçilerine karşı yüksek pazarlık gücüne sahip olması. Aklımıza hemen Yemek Sepeti geliyor. Pandemi sürecinde anlaşmalı restoranlar, kar paylaşımından ötürü epey şikâyetçi oldular, ancak bu şirket piyasayı büyük ölçüde yuttuğu için bu sesler pek yankı uyandırmadı.
Peak Games ve Dream Games de büyük başarılar elde ettiler; ancak sahiplerinin satın alma gelirlerinin ne kadarını Türkiye’ye getirdiklerini merak ediyorum. Yani ülkeye bağışlamaları tabii ki beklemiyoruz, hatta yüksek vergi alınsın da demiyorum, en azından gelirleri Türkiye merkezli bankalarda dursa, döviz sıkıntısı çektiğimiz şu günlerde iyi olurdu diyorum. ‘Şu ülkeye para sokmak cesaret ister’ diye bir önermeyle gelirseniz, üzülerek size itirazda bulunamam.
Bir de bu sektörlerde çalışan az vasıflı elemanların özlük haklarından bahsetmek gerek. Misal, motor kuryelerin geliri, iş güvenceleri ve onları tehlikeli bir şekilde araç kullanmaya iten nedenler. Aklımıza Getir şirketi geliyor. Faaliyetlerinin önemli bir kısmı yurt dışında olan, elde ettiği sermayeyi bu pazarlara harcayan Getir’in Türkiye’de finansal sisteme, kamu maliyesine ve istihdama ne ölçüde katkı sağladığını bilmiyorum. Kurucusu, iki heceli bu Türkçe sözcüğü dünyaya duyurmanın şahsi gururunu, ulusal onur olarak bizlere sunuyor. Bana uzun yıllar önce Ülker’in Cola Turka markasını çıkarıp, Türkiye’de popüler olan Amerikalı komedi filmi oyuncusu Chevy Chase’i reklamında oynatmasını hatırlatıyor. Nasıldı reklam? Cola Turka’yı içen Amerikalılar Gençlik Marşı söylemeye başlıyordu.
Gelelim yazının finaline. Geleneksel sektörlerin ötesinde başarı kazanmış firmalarımız var. Mevcut yatırım ekosistemimiz onları desteklemiyor. Düzenlemeleri zayıf bir ülke olduğumuz için piyasa gücünü ele geçirme sürecindeki rekabet bozucu eylemleri varsa, onları denetlemeyerek, müşteri aleyhine olsa da, fiili teşvik vermiş oluyoruz. Hatta büyük veri yüzünden dünyada kan gövdeyi götürürken kendi verimizin dışarıya çıkmasına engel olamıyoruz. Bu şirketler bazı alanlardaki verimlilik artışı dışında ülkeye doğrudan yatırım, istihdam ve vergi geliri olarak pek bir katkı sağlamıyor. Yani Samsung ile Güney Kore arasındakine benzer bir ilişki yok. Yine de tüm bu süreçler bize bir noktayı gösteriyor; bu ülkede imkân tanındığında nitelikli insan gücü büyük başarılar kazanabilir. Bu iyi haberdi, kötü haberse bu nitelikli ve hırslı kişilerin hep ‘eski Türkiye’ mahsulü olması.