En azında 2018’den beri iktidar, “rekabetçi kur” savunusuyla yabancı paralar karşısında TL’nin değer kaybetmesini umursamayacaklarını açıkça savunurken, Merkez Bankasına müdahalelerle de dövizin TL karşısında yükselmesi teşvik edildi.
“Milli para”nın böyle yerlerde sürünmesi açıkça savunulmadığı için de içeride bu politika, “sanki bir dış saldırı varmış” da bu yüzden dolar yükseliyormuş gibi gösterilerek meşrulaştırılmak istendi.
Oysa, pandeminin ilk günlerinde bizzat Cumhurbaşkanı, pandeminin pek çok gelişmiş ülkeyi çökerteceğini; Türkiye’nin bu kaostan ayakta kalan birkaç ülkeden biri olarak çıkacağını ilan etmişti. Bu yaklaşımın merkezinde ise Türkiye’nin batılı gelişmiş ülkelerin “tedarikçi ülkesi” olarak Çin’in yerini almak fikri olduğu anlaşıldı.
Tedarikçi ülke demek ise, “en ucuza fason üretim yapılan ülke” demektir. Bu “ucuzluğun” merkezinde ise işçi ücretlerinin asgariye düşürülmesi, daha somut söylersek işçi ücretinin en aşağıya çekilmesi vardır!
Çünkü “ucuz ihracat”ın en önemli dayanağı işçi ücretlerinin düşük olmasıdır. Ücretlerin düşürülmesinin en kestirme yolu ise rakam olarak ücretler yükselmeye devam ediyor görünse bile yüksek enflasyon ve TL’nin kur değerinin düşürülmesinden geçiyor. Bu yüzden de iktidar sürekli olarak TL’nin değerini, ihracatçıyı teşvik edecek bir düzeye düşüren önlemler almaktadır.