MURAT SEVİNÇ
“Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık. Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.”
(‘Ruh halimin güvercin tedirginliği’ başlıklı yazısından)
Başlamadan: Ümit Kıvanç’ın ‘Hafıza Yetersiz’ filmi. Seyretmenizi dilerim.
Aşağıdaki satırların bir kısmını 28 Ocak 2007 tarihli Radikal 2’de yazmıştım. Geçen on altı yılda konuya ilişkin iyiye giden bir şey olmadı. Bu hafta, son yıllarda giderek yerleşen ve bir ülke için, toplum için açıkça felaket anlamına gelen ‘cezasızlık’ uyarınca, Ali İsmail Korkmaz ve Kemal Kurkut hakkında verilen yargı karalarına tanık olduk. Cezasızlığa, hatta neredeyse failin ödüllendirilmesine toplumsal çapta tepki gösterilebilmesi için öncelikle o toplumun kanayabilen bir vicdanı olması gerekir. Burada yok. Varsa da, kolaylıkla tespit edilemiyor.
Bir cuma günü, güpegündüz, gözümüzün önünde öldürülen AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, çok değerli bir insan ve sosyalist entelektüel Hrant Dink’in, ülkede bu denli tanınması ve hedef olmasının nedenlerinden biri, hakkındaki davalar ve mahkeme kararlarıydı. Hrant Dink, Agos’taki bir yazı dizisinin sekizinci faslındaki (‘Ermenistan’la Tanışmak’ başlıklı) bazı ifadelerin ‘Türklüğün neşren tahkir ve tezyif ettiği’ gerekçesiyle Şişli Cumhuriyet Savcılığınca başlatılan süreç sonunda Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun oy çokluğuyla onamasıyla hapis cezasına (ertelenen) mahkûm olmuştu. Suç duyurusunda bulunan avukat, Kerinçsiz’di. Bu uzun ve Dink’in açıkça hedef haline getirildiği (kişiler, kurumlar ve medya tarafından) yargılama süreci açısından can alıcı nokta, gerek mahkemenin tayin ettiği İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi grubunun, gerekse Yargıtay başsavcısının Dink ‘lehine’ itirazda bulunmuş, cezaya gerek olmadığını ileri sürmüş olmalarıydı. Ancak bilirkişinin ve savcının gördüğü bu gerçeği, yargı serüvenin diğer aktörleri (şikâyetçiden başlayarak) inatla görmedi.
Aynı yazıyı okuyan avukatın, savcının, mahkemenin, bilirkişinin, başsavcı ve yüksek mahkeme üyelerinin, okuduğundan farklı sonuçlar çıkarması nasıl açıklanabilir? Bu soruya verilebilecek yanıtlardan biri, Anayasa’nın 138. maddesinin ilk fıkrasında saklı. 1982 Anayasası’nın Mahkemelerin Bağımsızlığı başlığını taşıyan 138.maddesinin ilk fıkrasına göre, “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” Görüldüğü üzere Anayasa’da anılan bir gereklilik, ‘vicdani kanaattir.’
Ceza yasasının uygulandığı bir davada, diyelim bir temel hak ve özgürlük söz konusuysa (301. madde gibi), ceza talep edilen söz, düşünce ya da eylemin değerlendirilmesinde vicdani kanaatin ne denli önemli olabileceği tahmin edilebilir. Aynı metni okuyan iki hukukçunun tamamen farklı sonuçlar çıkarması ve birinin çıkardığı sonucun bir özgürlüğün yok edilmesi sonucunu vermesi, yalnızca ilgili yasaların metni (lafzı) ile açıklanamaz. Örneğin Türkiye’deki herhangi bir yasa hükmü bir hâkim ya da savcıya, ‘konferansların bilimselliğini tespit’ yükümlülüğü vermez. (bkz. 2005’te büyük gürültüye neden olan Ermeni Soykırımı Konferansı.) Bu durumda, bir konferansa izin veren idarenin işleminin yürütmesinin durdurulması kararı, nasıl salt yasa hükmünün uygulanmasıyla açıklanabilir? Ya da bir hukukçunun-avukatın mesleki birikimini, ifade özgürlüğünün yok edilmesi kampanyalarının emrine amade edişi?
Demek ki hâkimin vicdani kanaati ifadesindeki o ‘vicdanı’ oluşturan etmenler üzerinde durmak gerekir. TDK vicdanı şöyle tanımlıyor: “…kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç.” Bu gücün kazanılmasında, ailenin, kişinin yetiştiği ortamın, gittiği okulların, onu yetiştirenlerin, izlediği programların, filmlerin, okuduğu romanların, anılarının, rastlantıların, ilişkilerinin vs. belirleyici etkisi olmadığını düşünmek mümkün mü?
Mülkün temeli olan adaletin kimler tarafından dağıtıldığı, hukuk kurallarının müelliflerinin, hukuk siyasetini belirleyenlerin niteliği kadar önemli. İnsan, vicdanıyla doğmaz, her şey gibi vicdanı yöneten, yönlendiren ilkeler de, edinilir. Bir cinayeti işleyen, işleten, bu kişilerin yaşadığı ülkedeki hukuk siyasetini belirleyen, yasaları uygulayan, karar veren ve karar verirken değerlendirmeleriyle içtihat yaratanların hepsi hiç kuşkusuz vicdan sahibi insanlar. Söz konusu vicdanın, Anayasa’daki deyişle ‘vicdani kanaat’in nasıl biçimlendiği ise hukuk kurallarıyla ilişkili bir konu değil.
Ortada Hrant Dink’in bir yazısı, o yazıda hakaret gören ve görmeyen insanlar vardı. Tümü hukukçuydu, aynı yazıya ve aynı ceza normuna bakıp farklı sonuç çıkardılar. Vicdani kanaatleri, o kanaati yaratan dünya görüşleri, ideolojileri ve kuşkusuz ‘nihai amaçları’ nedeniyle. Suikastı takip eden günlerde, Cebeci Kampüsü çevresinde kot montlu, beyaz bere giymiş gençler görüyordum, bu çocuklar içinde üniversite öğrencileri de vardı. Hukuk öğreniyor, Dink’in öldürülmesinden mutluluk duyuyor, kendilerini katille özdeşleştiriyorlardı. Şimdi içlerinden kimileri hâkim, savcı, bürokrat olmuştur. Daha önce olduğu ve bundan böyle olacağı gibi.
Hukuk kuralları değişir, hep değişir, hep yenisi yazılır, hep daha iyi ve batılı olanı, daha demokratik olanı, feşmekan ‘vesayeti’ ortadan kaldıracak olanı, filanca ‘oligarşiyi’ yıkacak olanı yazılır; hep daha haklı ve akıllı, daha demokrat, daha milli ve yerli ya da dünyaya daha açık olanlar yazar yeni yasaları, yeni mevzuatı, yeni anayasa hükümlerini. Sonra, bir şey değişmediği, hatta işlerin kötüye gittiği görülür. Bir daha yazılır, daha iyisi, daha yenisi, daha batılısı. Her şey daha da kötüye gitmişken. O esnada, Hrant Dink hedef haline getirilir ve gözümüzün önünde öldürülür. Yeni hükümler başka birileri ve en bilgililer tarafından yazılırken, bir gündüz vakti, hedef gösterilen Tahir Elçi öldürülür. Birileri daha da iyi, en özgürlükçü ve en şahane anayasa hükmünü yazmakla meşgulken, mahkeme Ali İsmail Korkmaz kararını, herkesin gözü önünde vurulan Kemal Kurkut kararını verir.
İhtiyaç olan, yeni ve en yeni, en cilalı yasa normları değil, yeni bir ülke, başka bir toplum. Farklı koşullarda yetişmiş, başka bir tornadan çıkmış, kendisinden başka insanların varlığının farkında, asgari yurttaşlık bilincinden nasiplenmiş, geçmişiyle hesaplaşmaktan korkmayan, sorgulayabilen, eşitlikçi ideolojiyle hemhal insanların çoğunlukta olduğu bir toplum. Başka bir toplum, başka bir ülke. İhtiyacımız olan bu.
Hrant Dink’in, Ali İsmail Korkmaz’ın, Kemal Kurkut’un ve diğerlerinin anılarına, saygıyla…
Bir yazı ve kitap önerisi:
Kitap: Eğer o hâkim vicdanı nasıl bir şeymiş, layıkıyla bilmek istiyorsanız, Dink’in avukatı değerli Fethiye Çetin’in Utanç Duyuyorum/Hrant Dink Cinayetinin Yargısı kitabını okumalısınız. (Metis, 2013)
Yazı: 16 yıllık dava süreci rezaletini/aşamaları merak edenler için, Gökçer Tahincioğlu’nun yazısı.