Ergenekon Davası’ndan beş yıl tutuklu kaldıktan sonra Anayasa Mahkemesi kararıyla 20 Şubat’ta nihayet tahliye edilen kanser hastası Prof. Fatih Hilmioğlu, “Hayatımın kalan 15 yılının 5’ini yediler. Hayatımın üçte birini elimden aldılar” dedi.
İnönü Üniversitesi’nün eski rektörü, yaklaşık 10 gündür tedavi gördüğü Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi’nde Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Utku Çakırözer’e konuştu. Hilmioğlu, hasta tutuklulara yapılan muameleyi eleştirdiği söyleşide özetle şunları söyledi:
Türkiye’nin en önemli sorunu adalet
* Tutuklandığımda 55 yaşındaydım. Türkiye’de ortalama insan ömrü 70’tir. Yani hayatımın kalan 15 yılının 5’ini yediler. Hayatımın üçte birini elimden aldılar.
* Cezaevine girmeden ‘Türkiye’nin sorunlarını say’ deseler, 1’den 10’a kadar ‘eğitim’ derdim. Ama şimdi birden ona kadar ‘adalet’ diyorum. Bu ülkede insanca yaşayabilmenin temeli adalet.
‘Devlet kendi üniversitesine nasıl güvenmez?’
* Cezaevlerindeki hasta tutuklulara yapılan muamele aslında taammüden cinayettir. Bakın son 11 yılda 2 bin küsur kişi cezaevlerinde ölmüş. Bu mesele artık Türkiye’nin önemli bir sağlık sorunu haline gelmiş.
* Üniversite hastanelerinin raporları Adli Tıp Kurumu tarafından dikkate alınmıyor. Ben üç kez heyet raporu götürdüm. Daha Ağustos 2009’daki ilk raporda“Tutukluluğun devamı halinde kesin tehlike teşkil eder” diyordu.
Adli Tıp 3. İhtisas Dairesi’nin bu rapora karşı yazdığı rapor, “Görüntüleme bulguları ileri evre karaciğer hastalığını düşündürtmekte” demesine rağmen “Cezaevine gitsin” sonucuyla bitiyordu.
Aynı yıl ikinci raporu, 2011’de üçüncü raporu aldık Cerrahpaşa’dan. Sonuç değişmedi. Bir devlet kendi üniversitesinin hastanesinin heyet raporuna nasıl güvenmez?
‘İster PKK’lı olsun, ister Hizbullahçı’
* Bu kadar taraflı olan Adli Tıp Kurumu’nun bile “cezaevinde kalamaz” dediği isimler var. O vahim raporlara rağmen mahkemeler o hastaları tahliye etmiyor.
Öncelikle Adli Tıp raporu olan her tutuklu otomatik tahliye edilmeli. Hatta Adli Tıp Kurumu raporundaki heyette tek hekim bile “Bu kişi içeride duramaz” dese, o görüş tutuklu hastanın lehine kullanılmalıdır. Şüpheden hasta tutuklu yararlanmalıdır.
* Mahkemenin yeni bir değerlendirme yaparak farklı kanaatte bulunma yetkisi olmamalı. Adli Tıp rapor veriyor. Mahkeme “Tamam da bu adam tehlikeli” diyor. Bu ne demek ya? İşte orada vicdani kanaat kullanamazsın kardeşim. PKK olsun, Hizbullah olsun, ocu olsun bucu olsun, kim olursa olsun. “İçeri düşen de insandır” diye bakacaksın.
‘Doktorlar korkuyor’
* Beş yıl içinde sanırım 5 ya da 6 farklı sağlık kurumuna gitmek durumunda kaldım. Adli Tıp da dahil oralarda gördüğüm manzara şu: Meslektaşlarım korku içinde. Sindirilmişler. Mesleklerini özgürce icra edemiyorlar. İsmini vermeyeceğim bir hastanede doktordan konsültasyon için sevk istedim. “Hocam beni sürerler. 2 çocuğum var, ne yaparım?” diye dert yandı ve reddetti. Söylemelerine de gerek yok; gözlerinden, mimiklerinden bu korku okunuyor.
* Ancak sağlık durumum nedeniyle kamuoyunun gösterdiği genel hassasiyet dışında, ben içinden çıktığım iki büyük camiadan yeterli desteği görmediğime inanıyorum. Birincisi tıp camiası. İkincisi akademisyenler.
‘Madem kumpas, tek cümlelik yasa değişikliği yeter’
* Ergenekon ve Balyoz konusunda hükümet başından beri siyasi davranıyor. Niyet olsa bir dakikada çıkarırlardı bizi. Hâlâ da içeridekileri çıkarabilirler. Madem davaların kumpas olduğuna inanıyorlar, çözümü çok basit. Bir cümlelik kanun değişikliği yeter. Tutukluluk süresi 2 artı 1 yıldır dersiniz olur biter. Ya da özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasından sonraki tüm kararlarını geçersiz sayacak bir yasal düzenleme yapılabilirdi. Bu sadece Ergenekon’u değil Balyoz’u da çözer.
* Ergenekon iddianamesinin özü ‘askeri darbe teşebbüsü’ iddiasıdır. İddianame ve mütalaada 2003-2004 yılları arasında darbe teşebbüsü olduğu söylenmesine rağmen bu davada 10 yıllık bir zaman süreci sorgulandı. 2009 yılındaki meseleler bile dava konusu. Siz hiç 10 yıl süren ‘darbe teşebbüsü’ gördünüz mü? En fazla 1 gün, 1 hafta hadi bilemedin 1 ay olur. İnsanın aklıyla alay ediyorlar.