MURAT SEVİNÇ
Eskiden bir dikiş makinesi firmasının reklam sloganı vardı: ‘Her gelin kızın rüyası, Zetina dikiş makinası.’ Başkanlık rüyası, her gün Türk tipi tartışmalara konu olur ve siyasetteki/basındaki propaganda, neredeyse ‘Vatandaş, kudretten mi düştün? çözüm başkanlıkta!’ düzeyine çekilirken daha gerçek ve ciddi sorunlar üzerinde durmakta yarar var.
Popüler tartışma konusu olan, ‘HDP’ye güven sorunu’nu dile getiren belli başlı iki tip yurttaş var sanırım. İlki, HDP’ye oy vermeye meyyal, kafası karışık ve seçim sonrası kaygıları olanlar. İkincisi, HDP’nin baraj altı kalmasını isteyenler ya da bunu umursamayanlar.
Yüzleri hiç kızarmadan, milyonlarca seçmeni olan bir partinin 12 Eylül faşizminin ‘baraj’ı altında kalmasını dileyenleri, kendilerini hangi ideolojiye mensup görüyorlarsa görsünler, boş verelim. Bunlardan ne köy olur ne kasaba. Kenan Evren’den tek farkları, daha genç oluşları.
Karışık kafalar, anlamlı endişeler
Birinci tip yurttaş ise çok önemli. Kafası karışık olup haklı ya da haksız, ancak anlamlı endişelerini dile getirenler.
Söz konusu insanlar içinde içtenlikle tepki gösterenlerin, olup biteni anlamaya çalışanların sayısının hiç de az olmadığı kanısındayım. Eğitimli, örneğin doktor mühendis olmuş, ayrımcı/ırkçı olmadığını düşünen, ülkesini seven, HDP’ye ya da Demirtaş’a bir yandan sempati duyup diğer yandan güvenilmez bulan, bölünme endişesi taşıyan, tam HDP’yi giderek sevmeye başlamışken birden bire PKK’yi vs. hatırlayıp kızıp köpüren bir yurttaş kesimi var. Aslında tartışmaya ve öğrenmeye açık ancak canı fazla sıkılsın da istemiyor. Ve ne yazık ki Türkiye basını tarafından bilgilendiriliyor! Bu gözlemi, hemen herkes kendi çevresinde yapıyordur muhtemelen.
Tabii tanımlamaya çalıştığım böylesi yurttaş tipi de homojen değil. Ancak kesin olan bir şey var ki apaçık gerçekleri dahi inkâr edebilen ve ‘Kürtlerin kuyruğu varmış’ denildiğinde inanmaya teşne fanatiklerle aynı kefeye konulamayacak, çok sayıda ‘endişeli’ yurttaş yaşıyor Türkiye’de. Ayrıca, aldıkları eğitim nedeniyle, hemen her konuda ‘bilgi’ sahibi oldukları yanılsamasına da sahipler.
Örneğin koca binaları yapan bir mühendis, beyin ameliyatı yapan bir cerrah, kanal tedavisinde usta bir diş hekimi; aynı zamanda Kürt sorununa da vakıf olduğunu düşünüyor. Sosyoloji ya da hukukun da tababet gibi bir ‘bilim’ alanı olduğunu anlamak istemiyorlar.
Sosyal/normatif bilimlerin çalışma konuları, gündelik yaşama temas ettiği noktalar itibariyle hiç kuşkusuz hemen herkesin ilgi ve tartışmasına daha açık, burada sorun yok. Buna mukabil, benim bir diş hekimi muayenesinde o tedirginlik verici koltuğa oturup ‘Bence kanal tedavisi…’ diyerek söze başlamamla, diş hekiminin ‘Bana kalırsa bölgeli devlet…’ deyişi arasında, pek bir nitelik farkı yok. Anlatmak istediğim bu.
Memleket için çok olumlu bir durum
İşte bu yurttaş/seçmen kitlesinin küçük bir kısmı Haziran’da HDP’ye oy verecek gibi. Gidişat bunu gösteriyor. Memleket için çok olumlu bir durum. Ancak büyük kesim, vermeyecek.
Kişisel olarak HDP’nin yüzde 10’luk akıl/ahlak/demokrasi dışı barajı aşacağını düşünüyorum. Mesele şu ki bu ‘makul yurttaş’ kitleleri, yalnızca oy deposu değil. Sonrasında olup bitecek her gelişmede, dinlemeyi bilen, anlamaya çalışan insanlara gereksinim var.
Malumunuz, siyaset muhtelif ikna araçlarıyla yapılıyor. Höt zötle, bir yere kadar. Demokratik siyaset de, demokratik ikna araçlarına yani yurttaşın yönetime katılma kanallarına gereksinim duyuyor. Tabii buradaki ‘ikna araçları’, ‘katılım’ gibi ifadelerin, sınıfsal ilişkilerin niteliğine göre değiştiğini, her bir durumun kendi özgünlüğü içinde düşünülmesi gerektiğini hatırlatmakta yarar var.
Uzatmayayım. Diğer partilerin, genellikle CHP’nin seçmeni olup 7 Haziran için HDP’ye meyleden, kafası olup bitenler konusunda karışık söz konusu yurttaşların kaygılarını anlamaya (tabii, eğer birlikte yaşanılacaksa) çalışmalı. Başka yolu yok.
Örneğin ‘Bölünecek miyiz?’ kaygısını. Örneğin ‘Demirtaş neden alkışladı?’ ya da ‘Yıllarca AKP’nin peşine takıldılar’ eleştirilerini. Örneğin ‘Gezi’de pasiftiler’ tepkisini.
İki seçenek var
Örnek çok ve bunlar, herkesin her Allah’ın günü tanık olduğu ifadeler. İki seçenek var sanırım bu durumda. Ya ‘Umurumuzda değil, bunlar zaten Kemalist vs.’ denilmesi ya da bıkıp usanmadan anlatmaya çalışmak, emek harcamak.
İlki, kolay ve işe yaramaz olan yöntem. İkincisi ise kuşkusuz çok zahmetli ancak gerekli olan. Zaten ilkini yapanların, yani her çatık kaşlıya, otoritere, milliyetçiye faşist; Atatürk’ü takdir eden herkese Kemalist deyiverip bir anda dışlayan ergenlerin, büyük sorun olduğu kanısındayım. Böylesi ergenlik açmazlarının 20’li yaşların başında sona ermesi gerek oysa.
Belli ölçüde gizlilik kabul ama…
Kürt siyasal hareketi AKP’yle değil, devletle müzakere halinde. Bu doğru. Ancak son iki üç yılda sürecin gidişatına dair demokrat kesimden gelen yapıcı eleştirilerin ve duyurulmaya çalışılan kaygıların, ‘Sürece zarar veriyorsunuz’ tepkisiyle susturulduğu da, doğru. AKP ile devlet nicedir birleştiği için, söz konusu ayrımın açıkça yapılamadığı ve yurttaşa anlatmada başarısız olunduğu da, doğru.
Böylesi süreçlerde belli ölçüde ‘gizlilik’ olağan kabul ediliyor. Ancak kamuoyunun bu kadar uzun süre ‘habersiz’ bırakılmasının yanlışlığı da kabul edilmeli. Son yıllarda, bir araba dolusu boş lafla oyalanmak yerine topluma, yurttaşın yönetime katılabilmesinin muhtelif yollarının anlatılmaması, akıl alır gibi değil.
Ne olurdu sizce? Doğrudan ve yarı doğrudan demokrasi yöntemleri anlatılabilseydi, örneğin Çorum ahalisi ayaklanıp sokaklara mı dökülürdü? Hiç sanmıyorum. Toplumun/yurttaşın pek çok açıdan siyasetçilerin ilerisinde olduğu kanısındayım. Yeter ki anlatılsın, yurttaş adam yerine konulsun. Malum, ölçüsüz gizlilik, paranoyayı ve dedikoduyu besler.
Gezi’de harcanan fırsat
Bir başka eleştiri, Gezi olayları esnasındaki tavra dair. Kürt gençleri sokaklardayken kimi HDP’lilerin darbecilik açıklamaları, çok aceleci ve acemiceydi. O zaman yazdığımı bir kez daha tekrarlayayım: Gezi parkındaki yaşam deneyimi ve özellikle sonrasındaki ‘park forumları’, Batı’daki yarı doğrudan demokrasi yönelimlerine son derece uygun, eşsiz bir fırsattı. Çünkü Kürt siyasal hareketinin idari yapıya ilişkin önerileri, gönül rahatlığıyla şu şekilde Türkçe’ye çevrilebilir: Bütün memleket forum olsun! Ne yazık rnki bu fırsat, o günlerde pek fena harcandı. Park forumları ile HDP talepleri arasındaki ‘uyum’, bir sonraki yazının konusu olacağından, burada kesiyorum.
Başkanlık için daha ne desinler?
Başkanlık konusundaki endişe üzerineyse ne yazacağımı bilemiyorum. Kişisel olarak, Türkiye’de başkanlığa, ister Türk tipi ister Amerikan tipi olsun, kategorik olarak şiddetle karşıyım. Rezaletlere yol açacağını, bugünleri dahi arar hale geleceğimizi düşünüyorum.
Hâl böyleyken, eğer HDP başkanlık sistemine meyyal olursa, o zaman ona karşı çıkmak gerektiği kanısındayım. Buna mukabil, hiç sanmıyorum. Çünkü Türkiye’deki demokrasi sorunlarının doğrudan hükümet biçimiyle ilgisi yok. Ayrıca bu satırlar yazılırken (21 Nisan), HDP eş başkanları seçim bildirgesini okuyor ve başkanlık sistemine karşı olduklarını açıklıyorlardı. Daha ne desinler?
HDP belki de en hassas yerde
HDP, barajı geçme olasılığı bulunan dördüncü büyük parti. Temel sorunlarımız itibariyle, memleketin geleceği açısından belki de en hassas yerde duruyor. Her parti gibi, eleştirilmeli. Yinelemekte yarar var: Kurum ve kişileri geliştiren, eleştiridir.
Tabii bu arada, HDP’li siyasetçilerin eleştiri konusunda kendilerini destekleyen bir kesim ‘okumuş’tan çok daha anlayışlı ve tartışmaya açık olduğunun vurgulanmasında büyük yarar var. Darısı, HDP’liden daha HDP’li, Kürt’ten daha Kürt olma hevesiyle ön almaya çalışan, lüzumundan fazla ateşli ve gösterişçi destekçilerinin başına diyelim.
Açıklık, eleştiri ve akıl
Tarihi boyunca Batı hukuk sistemlerini takip etmiş Türkiye, eninde sonunda, başta anadilde eğitim olmak üzere uygar hukuk sistemlerinin hak ve özgürlükler rejimine kavuşacak. Kaçınılmaz biçimde daha ‘katılımcı’ bir idari yapıya geçecek. Bunu ben değil, tarihimiz söylüyor.
Sorun şu ki bu süreçte, şimdiye dek yapılanın aksi benimsenmeli. Bunun için halkın bilgilendirilmesine, katılım yöntemlerinin tartışılmasına, ezcümle ‘açıklığa’, ‘eleştiri’ye ve tabii ‘akla’ gereksinim var.
Sonraki yazı, HDP’nin Türkiye’ye yönelik taleplerinin ve bildirgesinin hukuksal/anayasal karşılığı üzerine olacak. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim: Tartışma konusu olan ve bölünme paranoyasını harlayan taleplerin ‘çoğu’ Kürt siyasal hareketi karşı olsaydı da, savunulmalıydı. Bu kadar açık. Doğru dürüst bir memlekette yaşamak ve seçimden seçime hatırlanan değil de adam yerine konulan yurttaşlar olabilmek için…