Türkiye’de bir ekonomik kriz değil, ‘bölüşüm şoku’ yaşandığı tezinden yola çıkarsak, ekonomik büyümenin hala canlı kalması iki kanalla olanaklı. Birincisi, geniş kitlelerin borçlanarak talebi güçlü tutması; ikinci de düşük ücretlerin ihracatta rekabet gücünü artırarak, mevcut üretimin ağırlıkla dış pazarlara yönelmesi. Net ihracatın büyümeyi aşağı çektiğini biliyoruz. Dolayısıyla dış talep kaynaklı bir büyümeden söz edemeyiz. Gelelim ilk kanala. ikinci çeyrek itibarıyla, bireysel kredi kartı kullanımlarının Haziran sonu itibarıyla son 1 yılda 284 milyar TL’den %176.4 artışla 785 milyar TL’ye yükselmesi (25 Ağustos’ta 890 milyar TL) bu tezi doğruluyor. Aynı dönemde tüketici kredileri ise, konut kredilerinin yavaşlamasıyla 913 milyar TL’den enflasyona paralel %51.5 artışla 1.384 milyar TL’ye yükseliyor. Bireysel kredi faizlerindeki keskin artış, önümüzdeki dönemde borçlanarak harcama döneminin kapanacağı, böylelikle büyümenin yerini durgunluğa bırakacağı izlenimi veriyor. Diğer bir ifadeyle finansal koşulların uygunluğu nedeniyle kredi alanlar çekilecek, sadece nakde sıkıştığı için borçlananlar kalacak.
İNSANLAR NEDEN BÜYÜMEYİ HİSSETMİYOR?
Sade yurttaşlarımız ısrarla o büyümenin kendi yaşamlarına yansımadığını söylüyorlar. Peki bu durumu nasıl açıklayabiliriz? Birincisi, yukarıda rakamlarla ortaya koyduğumuz gibi insanların geliri reel anlamda gerilese dahi, krediler yoluyla talebini canlı tutması olanaklı.