Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Asgari ücret dahil, maaş artışları konuşulurken hep yıl sonu tüketici enflasyonu referans alınıyor. Halbuki yurttaş yıl boyu ortalama enflasyonla muhatap oluyor. Fiyat artışlarının ivme kaybetme eğilimi gösterdiği dönemlerde, ortalama enflasyon hep yıl sonunun üzerindedir. Nitekim Kasım 2024 itibarıyla, TÜFE’nin Kasım 2023’e göre değişim oranı yüzde 47,1, buna karşın on iki aylık ortalama enflasyon ise yüzde 60,5. 2025’te de enflasyonun düşüş patikasına girmesi beklendiğine göre, ortalama enflasyon hep yıl sonu hedefinden yüksek seyredecek. OVP’de 2025 yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 17,5 iken, ortalama enflasyon yerine ikame edebileceğimiz deflatör artışı yüzde 33,9’du. Yıl sonu beklentisi TCMB tarafından yukarı yönlü güncellendiğine göre, enflasyonun üst bandı yüzde 26’yı temel alırsak, ortalama resmi enflasyonun yüzde 40-45 aralığında gerçekleşmesinin tahmin edildiğini söyleyebiliriz. Öyleyse rahatlıkla, asgari ücret hesaplamasında ortalama enflasyon temel alınmalı diyebiliriz.
IMF, piyasacı ekonomistler ve işveren örgütleri sürekli ücret artışlarının fiyatları beslediği görüşünü, yani “ücret-fiyat spirali” tezini öne sürüyor. Halbuki nedensellik ilişkisi tersine kurulmalı, yani “Enflasyon sebep, ücret artış talebi sonuçtur” diye düşünülmeli. Bunun en açık kanıtı da emek kesiminin savunmacı bir refleksle, ücretlerin geçmişteki enflasyon temel alınarak belirlenmesi talebinde bulunmasıdır. Elbette ücret artışları mal ve hizmet talebini yükselterek enflasyona ikincil düzeyde bir katkı yapar. Ancak çalışanların reel ücret kayıplarına uğraması, yoksulluğu artırmak, satın alma gücünü düşürmek gibi daha ağır sosyal maliyetler yaratır.