Francesca Borri, 2012’den bu yana Suriye’deki savaşı Halep merkezli olarak izleyen genç bir İtalyan kadın gazeteci.
Borri’nin, Halep’te varil bombalarının altında kaleme aldığı aşağıdaki makalesi, Fransa’da savaş muhabirlerine verilen Bayeux Calvados Ödülleri’nde üçüncülüğe layık görüldü.
Borri, Halep’in Sonuna Yolculuk adlı bu makalesini Diken okurlarıyla da paylaşmak istedi.
Işın Eliçin’in çevirisiyle…
FRANCESCA BORRI
Çatışmaların başladığı 2012 Ağustos’undan, yani Özgür Suriye Ordusu’nun ilk saldırısından bu yana, değişmeyen tek şey var. Uçaklara karşı tek savunmanız kötü hava. Tek sığınağınız şansınız.
Bizler son birkaç aydır harebeye dönmüş bir kentin hikayesini anlatıyoruz size. Şarapnel fırtınalarını, keskin nişancıların, füzelerin ve tank ateşlerinin kirlettiği sokakları yazıyoruz.
Nehirler ceset kusuyor

Fotoğraflar: Reuters
Tifoyla, leişmanyayla*, açlıkla çirkinleşmiş bir kentin ve Etiyopya’dakilere, Somalilere benzeyen, derileri kemiklerini balmumu gibi örten, akşam yemeğinde ot yiyip yağmur suyu içen çocukların hikayesini anlatıyoruz.
Nehirler ceset kusuyor; mesane, karaciğer, akciğer artıklarını böcekler sarmış. Bombalar, roketler, uçaklar, kafası kesilmiş aktivistler, 15 yaşında infaz edilenler… Hastanelerin bombalandığını yazıyoruz; mutfak bıçaklarıyla yapılan ameliyatları ve insanların umut edebileceği tek ağrı kesicinin bir hemşirenin dokunuşu olduğunu anlatıyoruz; sandalyelerin üzerinde sakatlanmış bendenler, kafalar, eller, kafatası yığınları gördüğümüzü…
Teyit edilmilş 150 bin ölü var, ama tahminler 220 bine kadar çıkıyor. Aylardır dehşeti, gaddarlığı, bütün bu katıksız vahşeti aktarıp duruyoruz. Ve bütün bu olup bitenin acısını. Bütün kelimeleri kullandık. Sıfatlarımız bitti.
Hala kavrayamadık
Üzgünüm. Savaşın neye benzediğini hala tam kavrayamadık.
Çünkü bugün Halep’te tek bir cephe var: gökyüzü. İşte, burada, öylece ölürsünüz, hiç kimse fark etmeden. Nereden geldiği belli olmayan bir patlama, bir parlama olur, tokat gibi çarpan alevleriyle sıcak bir rüzgar gelir ve ısı artar. Ve kan ve şarapnel parçaları ve toz dumanın ortasında, çığlıkların arasında, sadece et parçaları, kömürleşmiş çocuk bedenleri.
Hiç sığınak yok. Binaların bodrumları yok. Kilerleri yok. Hiçbirşey yok. Suudi Arabistan ile Katar’ın az biraz silahlandırdığı isyancıların elinde sadece Rus yapımı eski makineleli tüfekleri, doşkaları , paslanmış metal parçaları var. Bu silahlar bir jet karşısında ancak bir tüftüf kadar etkili. Halep’te aniden ölüverirsiniz.
İnsanlar çıplak elleriyle kazarlar toprağı. Buldozer yok, kazma kürek yok. Zaten yakıt da yok, hatta artık elektrik bile yok. İnsanlar cep telefonlarının, çakmakların solgun ışığında kazarlar toprağı; gözlerini dikmiş size bakan cesetler direk ve sütünların temeline dayanmış.
Beşşar Esad’ın karşı saldırısı Aralık’ta başladı. Şimdilerde şehrin iç kısımlarına 15 km’lik cepheden, Şeyh Naccar Sanayi Mahallesi’nden geçerek ulaşıyorsunuz. İsyancılar tarafından öyle sıkı korunan bir bölgeydi ki, Devrimci Konsey’in Merkez Karargahı ile, müthiş bir iyimserlikle boruların tamiri, okulların yeniden açılması, hatta ağaç dikmek gibi işlerle uğraşan Halep’in geçici yönetimine ev sahipliği yapıyordu.
Orası artık Dresden
Ama şimdi, bunların yerine, top atışlarının, RPG’lerin, kalaşnikof mermilerinin arasından, tepenizde jetler tam güç uçarken, bir varoş bulup sığınmak için olabildiğince hızlı koşarak girebiliyorsunuz ancak bu bölgeye. Varil bombalarının altından kaçarak. Variller. Variller petrol ve patlayıcı dolu, helikopterlerden yağdırılıyorlar, tek seferde, iki, üç, dört tane birden. Her gün, her gece, her saat, her tarafa, gerçekten her yere, ortalama 50 tane yağıyorlar. Ve sivillerle savaşçılar arasında hiçbir ayrım gözetilmiyor. Tek fark, cepheye hedefi daha kesin vuran jetler gönderiliyor.
Her zamanki gibi, isyancılarla rejim yanlıları birbirlerine o kadar yakın savaşıyorlar ki, karşılıklı küfürler ederek ateş ediyorlar. Varil bombaları rejim yanlılarını da vurabilir. Zaten tek farkı bu yaratıyor. Çünkü Halep’te diğer herşey için, hedef seçiminde tek bir ayrım var: Saat yönünde ya da saatin aksi yönünde.
Biz Halep demeye devam ediyoruz ama orası artık Dresden.
Kilometreler, kilometreler boyunca Halep yok. Her gün küçülüyor.
Bekliyorsunuz ve ölüyorsunuz
Ama, ilk bakışta göründüğü kadar boş değil şehir. Çünkü şoförümün de söylediği gibi, “Mülteci olmak herkesin harcı değil, mülteci olmak bir lüks.”
Türkiye’ye araba tutacak 150 doları yok şoförümün; ayrıca polise rüşvet verip sınırı yasadışı yoldan geçmesini sağlayacak -karısı ve üç oğlunun her biri için 100’er dolar- parası da yok. Hala pasaportu olan çok az kişi var.
Zaten Türkiye şu sıralarda 700 bin mülteci ağırlıyor. Birleşmiş Milletler’in kampları da kapasitelerinin üzerinde dolu. Halep hayalet şehir gibi görünse de hala Suriyeliler var burada. Binlerce. Yorgun.
Tahminlere göre 80 bin kişi var. Açlıklarını bastırabilmek için mukavva çiğniyorlar; yorgun, yıpranmış bir halde, uykusuz gözlerle, üstü başı yırtık dökük, gökyüzüne bakarak kaldırımlarda duruyorlar. Çünkü eskiden, haftada iki ya da üç kez, jetler gelir ve bombalardı. Bombalarlar ve kaybolurlardı.
Şimdi ise yukarıda helikopterler dönüp duruyor ve aniden bombaları bırakıyorlar. Saatte iki, üç kez. Aniden ölüyorsunuz. Halep’te başka birşey yok. Bekliyorsunuz ve ölüyorsunuz. Bu metal vızıldamalarının ve gürlemelerin altında. Ses yaklaşıyor ve bir aşamasında sadece bu haykırış, “tayyare, tayyare!“ duyuluyor. Bir uçak, bir helikopter ve herkes bir sandalyenin altına, bir kapının arkasına, bir kovaya, ne varsa altına arkasına çöküyor…
“Biz sizin için sadece birer sayıyız”
Çünkü Halep boşmuş gibi görünüyor ama yüzlerce, binlerce korkmuş Suriyeli enkazların arasından fırlıyor. İşte böyle yaşıyorlar: asla toplanmayan cesetlerin arasında..
Bir kez vurulmuş bir yerin, belki ikinci defa vurulmayacağı umuduyla. Enkaz yığınlarının ve beton plakaların, uçuşan giysilerin, kitapların, bir saatin, içinde hala bir ayak olan bir çocuk ayakkabısının arasında… “Biz sizin için sadece birer sayıyız” diye söyleniyor Seyf el Devlet’te bir genç adam, bir yandan da bana dün geceki havasaldırısının kurbanlarının listesini vermek için ısrar ediyor. İsim isim.
Ama Birleşmiş Milletler geçen Ocak ayında ölüleri saymayı bıraktı. Sürekli güncel tutmak çok güç, kaynaklar güvenilir değil, diye açıkladılar gerekçesini. Ve böylece, savaşı sona erdirmek yerine, BM, ölüleri saymaya son verdi.
Genç adam şikayetçi, bana ölenlerin her birinin tek tek hikayesini anlatmakta ısrar ediyor. Bilmiyor ki Suriye’deki ölüler, bizler için, artık birer sayı bile değil.
Ama Halep’te insanlarla konuşmak, sorular sormak kolay değil. Gazeteciler El Kaide tarafından tehdit edildikleri, gizlenerek dolaşmaya mecbur bırakıldıkları için de deği sadece. 20’den fazlamız hala kayıp. Aslında erkekler, kadınlar, gençler, yaşlılar, herkes elinden gelen en iyi şekilde yanıt vermeye çalışıyor.
Bir cümleye başlıyorlar, bir-bir buçuk cümleden sonra, birden çaresizce omuzunuza yaslanıp ağlamaya başlıyorlar. Ağlıyorlar. Soruyu soran onlar. Size -Neden? diye soranlar onlar. Neden diye soruyorlar ve başka hiçbir şey söyleyemiyorlar, çaresizlik içinde. Size sarılıyor ve ağlıyorlar.
Bir sonraki patlamaya kadar ağlıyorlar. Bir doşka dört beş kez öksürür gibi patlayana kadar. Bu, sizi korumak ya da yukarıdan geleni düşürmek için açılan bir ateş değil. Bir helikopterin sadece bir kalp atımı kadar uzakta olduğuna dair sizi uyarabilmek için. Kalbiniz bir kez atar, helikopter gelir ve belki de ölüverirsiniz.
Bu arada yine alalacele koşarken, siz de sesi duyarsınız. Ses giderek güçlenir, artar gürültüsü, yaklaşır bu sonu gelmeyen kalp atışları içinde. Ve yine herkes çığlıklar atar, herkes kaçar ve yine işte tüm şiddetiyle patlama… Soluk kesilir.
El Ensari, öğleden sonra 4.40. Ortaya ilk çıkan bir kadının silueti. Duman ve barut bulutunu yarıp sendeleyerek size doğru geliyor. Sonra bir adam, bir tane daha, ve bayılan biri, diğerlerinin kollarında, elden ayaktan kesilmiş. Dağılmış parçalanmış bedenler, damlayan ve toprakta kuruyan kan… Az önce tanıştığın çocuk şimdi orada, gri bir silüet ve oyuncak ayısını tutuyor hala.
Bir halı, çevreye saçılmış, bir vantilatör, bir sandık. Bir üç tekerlekli bisiklet.
Ve günler boyunca, şafak vakti, kadınlar görürsünüz, insan kalıntılarıyla dolu toprakta deniz kabuğu toplar gibi dizlerinin üzerinde toprağı eşeleyen kadınlar… Parmaklarının arasında bir kumaş parçası, bir evlat parçası…
Halep’te ölürsünüz. Başka birşey yok. Beklersiniz ve ölürsünüz.
Suriyeliler yalnız
Suriyeliler yalnızlar. Kırmızı çizginin bu tarafında, kimyasal gazdan değil ama, onun dışındaki herşeyden öldüğünüz bu yerde, yapayalnızlar. Kimsenin umurunda değiller. 9 milyon insan yerinden yurdundan oldu. Tüm nüfusun neredeyse yarısı. 3,5 milyon kişi ise, BM’nin sözcük seçimiyle ‘erişilmesi güç bölgeler’de.
Geçen Kasım’da, imamlar başıboş kedilerin pişirilmesine cevaz verdi.
22 Şubat’ta kabul edilen BM Güvenlik Konseyi’nin 2139 sayılı kararı, hiçbir kısıtlama olmaksızın insani yardım ulaştırılması çağrısı yapıyor. Ama tüzüğü gereği sadece devletlerle, yani Esad yönetimi ile çalışabilen BM, şimdilik kararın uygulanması için baskı yapmıyor.
Esad, isyancıların kontrolündeki Türkiye sınırından yardım kamyonlarının girişini engelliyor. Onları daha güneye doğru gitmeye zorluyor ki, bu da İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre 10 kat daha fazla riskli ve , büyük zaman ve para kaybı demek. Dahası, bu kısıtlamalar nedeniyle yardımların çoğu, yüzde 90’ı, rejimin kontrolündeki bölgelere gidiyor.
Rejim bunu yardım çalışanlarının güvenliği için yaptığı iddiasında. Gerçi, ellerinde isimler ve fotoğraflar bulunan dosyalarıyla, Kızılay gönüllüleri farklı bir hikaye anlatıyorlar: rejim isyancıların kontrolündeki bölgelere erişmeyi deneyen arkadaşlarını işkenceden geçirip hapishaneye atıyormuş.
Diğer yandan, muhaliflerin tarafına geçebilenler de El Kaide tarafından kaçırılmış.
Bugünlerde bazı kamyonlar şehre girmeye başladı. Ama Halep’te kimseye birşeyler ulaşmış gibi görünmüyor. Pirinç ya da şeker. Burada yabancı logolu hiçbir şey yok. Bir kutu süt bile. Hiçbir şey.
Kesin olan bir tek şey var, o da, eğer savaşçılarla beraberseniz, onlara ilişik çalışıyorsanız, hangi tugay olursa olsun -ki binden fazla gruba bölünmüş durumdalar- her zaman mutlaka yiyecekleri vardır. Hatta doğrusu, cihatçılar, özellikle de sakal ve iPad’leriyle donanmış şekilde Avrupanın varoşlarından gelenler, Facebook sayfalarında Suriye’yi “beş yıldızlı cihat” mekanı olarak övüyorlar ve potansiyel cihatçı adaylara, burada salt kum ve açlık dolu bir başka Mali bulmayacakları vaadinde bulunuyorlar.
Hedef olmamış tek yer El Kaide karargahı
Çünkü bu buradaki tek diğer kesin olan şey. Şu ana kadar Halep’te bir tek kez bile hedef olmamış tek bir yer var, o da El Kaide karargahı. Doğrusunu isterseniz, bu karargahın görece ıssız lokasyonu, savaş hukuku bakımından onu tek meşru askeri hedef yapıyor.
Vurulması halinde, meydana gelecek tali hasarın askeri açıdan sağlayacağı avantajlara göre orantısız sayılmayacağı tek yer burası. Yine de, işte orada, hala ayakta duruyor. Ve Esad muhtemelen GSM koordinatlarını da biliyordur. Zira sonradan Amerikalı işgalcileri Irak’tan kovmaya gidecek olan her çeşit cihatçıya barınma, eğitim, finansal kaynak ve desteği, geçtiğimiz yıllarda ta kendisi sağlamıştı.
Çünkü Esad muhtemelen ABD’nin devreye girip kendisini devirmesine engel olacak şeyin ne olduğunu da çok iyi biliyordur: El Kaide liderliğinde bir Suriye’nin kabusvari olasılığı.
Üstelik tam İsrail sınırında.
Gazetecilere güvenlikleri için genellikle mülteci kamplarına, hastanelere, ekmek kuyruklarına yakın yerlerde kalmaları tavsiye edilir. Burada ise tavsiye edilen El Kaide’ye yakın durmanız.
Çünkü El Kaide’nin tesisleri dışındaki herşey saldırı altında. “Artık bu insani yardım meselesi olmaktan çıktı” diyor, xxxxx xxxxx adlı Kızılay şoförü. “Ekstra bir kilo pirinç fazla olmuş, fark etmez. Her halukarda ölüyorsunuz.”
Cesetler çifter çifter çıkarılır Halep’te
Zaten bombardımanda hayatta kalmayı başarsanız dahi ölüyorsunuz. Sizi enkazın altından çıkarmaya kimse gelmiyor. Yeni kurulan Sivil Savunma ekipleri, lamba, eldiven, kask ve bir traktörden oluşma ekipmanlarıyla, itfaiye gibi çalışıyorlar. Yaklaşık 30 kişiler. Ama sayıları gününe ve saatine göre değişiyor. Çünkü Halep’te cesetler hep çifter çifter çıkarılır. İkinci kişi ilkinin yardımına koşmuştur ve ikinci varil bombasının hedefi olmuştur.
Olur da sizi nihayet enkaz altından çekip çıkarmayı başarsalar bile, burada hiç kimsede ilk yardım için kullanılabilecek malzeme yoktur. Sadece iki hastane kaldı şehirde. Daha doğrusu tek bir tane. Diğeri de ben bu yazıyı yazarken vuruldu.
“Size ilk müdahalede bulunabilseler bile, hayatta kalmanız helikopterlerin acımasına kalmış” diyor bir kızçocuğu. Sol kolu yaralarla dolu. Tam bana sağ kolunu da gösterecekken bir top mermisi yolun sonuna düşüyor ve kaçıp saklanıyor.
Çünkü Halep’te beklersiniz ve ölürsünüz. Başka hiçbir şey yok burada.
İlk darbeden daha serti yoktur. Birisi, orada, enkazın altında, hala hayattaysa, sesini duyarsınız, çığlıklarını. Toz duman arasında hala hiçbir şey göremiyorken, ‘Saaa’idni! saaa’idni! Bana yardım edin! Bana yardım edin!’ diyen sesleri duyarsınız. Yalvarıyorlar, imdat, imdat!..
Tıpkı bu kadın gibi. Soukkari’deyiz, biri 17 diğeri 18 yaşında iki yeğeninin enkaz altından gelen çığlıklarını duyuyoruz. Diğer akrabaları tutmaya çalışıyor onu, o ise onların elinden kurtulmaya çalışıyor ve kayıp düşüyor, tekrar ayağa kalkıyor, bağırıyor saaa’idni! saaa’idni!
İşte en acımasız an: Kardeşler, babalar, arkadaşlar, diğer herkes onları tutmaya çalışıyor, onlar ise çaresizce kurtulmaya çalışıyorlar, çıplak elleriyle enkaza doğru koşuyorlar. Hemen bir başka helikopter geliyor, tam zamanında, herkes yeniden nereye gideceğini bilmeden kaçarken, helikopter tepede sadistçe dönüyor, dönüyor. Ve az önce diğerlerinin kolları arasından kurtulmaya çalışan herkes, yeniden ayağa kalkıyor, çığlıkların, metal gürültüsünün arasında. Ve toz ve kan: Patlama.
Çünkü Halep’te ölürsünüz. Hepsi o kadar.
Şehir artık bir tampon bölge
Şehir ikiye ayrılmış durumda: bir taraf isyancıların diğer tarafı rejimin kontrolünde. Geçen Eylül ayında Doğu yakasında, yani isyancıların kontrolündeki tarafta, eskisinin yerine yeni bir rejim, El Kaide rejimi geldi. Ama bugün artık ister isyancılarınki, ister Esad’ınki olsun bir rejimden, yönetimden söz etmek anlamsız. Çünkü Halep artık bir tampon bölge. Savaş ağalarının pençesinde. Kontrol noktaları kayboluverdi. İsyancıların hepsi cephede, savaş barikatında.
Çabalarını hükümet güçlerindense yağmalamaya yoğunlaştırdıklarından beri ve hepsinden de öte, Esad’ın karşı saldırısına yol verecek şekilde birbirleriyle girdikleri çatışmalarda haftalarca birbirlerini katlettiklerinden beri, artık Şam’a giden tahkimat yollarını kesmekle ve Lazkiye tarafına oyalayıcı bir saldırı düzenlemekle meşguller.
Bizim uzmanlarımız ise ellerinde bir harita, saat başı adım adım sahadaki gelişmeleri izliyorlar. Ama burada ilerleme sağlayan da, geri çekilmek zorunda kalan da, kim olursa olsun hiçbirşeye hükmedemiyor. Vahşi bir hayat. Kimse kimseyi kontrol edemiyor artık.
Fethedilebilecek tek şey enkaz.
İktidara, otoriteye dair gözle görülebilir tek işaret, ölüm geçidi olarak bilinen Karaj el Hajez’in girişinde. Çünkü burası Halep’in iki tarafı arasındaki geçiş noktası ve her daim Esad’ın keskin nişancılarının ateşi altında. Doğu yakasında yaşayanlar için burası hayati öneme sahip.
Çoğunluk için tek gelir kaynağı devlet memurluğundan aldıkları maaş. Sadece Batı tarafına geçince alabilirler. Meyve, sebze ve et ticareti de Batı’da çünkü fiyatlar o tarafta daha yüksek. Bu tarafta iki kilo satın almak için orada bir kilo satmak yeter. Ama en önemlisi Halep’in Batısındayken bombardıman altında değilsiniz. İnsani yardımlara da erişebiliyorsunuz. Yerinden olmuş ailelerin çoğu o tarafa kaçtı.
İşte bu yüzden iktidara dair tek işaret Karej el Hajez’de. El Kaide’yle ilişkili İslamcılar önce Batı yakasından gıda ve ilaç getirmeyi yasakladılar. Şimdi beton bir barikat da inşa etmiş durumdalar.
Suriyeliler artık politikadan, müzakerelerden falan bahsetmiyorlar. Savaşın ekseriyeti, bir tarafta cihatçılar diğer tarafta Hizbullah ve İranlılar, yabancı savaşçıların ayrıcalıklarına ve bir sürü ganimet avcısına dair. Suriyelilerin hiç ilgisini çekmiyor. Artık kimse ‘kurtarılmış bölgeler’den de söz etmiyor. Şimdi herşey çok basit: Batı ve Doğu Halep.
Durumun özeti
“Özgür Suriye Ordusu ilerliyor, ilerliyor, tam kazanacak gibi görünüyor… Hop birden silah akışı kesiliyor ve rejim karşı saldırıya geçiyor. Bu kez onlar ilerlemeye başlıyor, ilerliyor, ilerliyorlar, tam kazanacak gibiler.. Hop Özgür Suriye Ordusu’na yeni silahlar geliyor” diye özetliyor durumu, hala burada yaşayan birkaç aktivistten biri olan xxxx xxxxxx.
Hala burada yaşıyor ve hala hayatta: “Aylardır durum böyle. Sizler sürekli dış müdahaleden bahsediyorsunuz ama burada zaten dış müdahale var. Bizim asıl ihtiyacımız iç müdahale: Suriyeyi Suriyelilere geri vermemiz gerek.”
Geceleri savaş cineyete dönüşüyor
Çünkü burada tek öncelik hayatta kalmak. Helikopterler, jetler, jetler, helikopterler; ardı arkası kesilmiyor. Ve gün batımında, tüm yapabildiğiniz bir yere kıvrılıp yatmak. Korku içinde. Yerel TV kanalı Bugün Halep’te ekranın altındaki bantta ölülerin isimleri kapanış künyeleri gibi akıp gidiyor.
Dışarıda, karanlıkta her 10, 20, 30 dakikada bir, bir patlamanın pencereden süzülen ışığında Halep’in hayaleti yeniden canlanıyor. Sinir içinde durmadan saate bakıyorum. Gündoğumunu bekliyorum. Bir tek ben saate bakıyorum, çünkü bu bir başka hayata ait bir alışkanlık. Burada ise gece ile gündüz arasındaki tek fark, gece kaçmak için şansınızın dahi olmaması. Geceleri Halep’te savaş cinayete dönüşüyor. Çatışma yok, sadece ölüm var. Rastgele ölüm.
Çünkü burada herşey bombalanmaya dair, bombalanmak, bombalanmak, bombalanmak. Başka hiçbirşey yok.
Halep, Suriye, Nisan 2014
*Bir parazitin yol açtığı ve bazı sineklerin ısırmasıyla bulaşan bir hastalık.
İngilizce’den çeviren: Işın Eliçin