SEÇİL TÜRESAY
secilturesay@diken.com.tr
Kendine iyi bak, beni düşünme
Su akar yatağını bulur
Ölümünden 10 yıl önce, 1990’da seslendirdiği, ‘Sevgi Duvarı’ albümündeki, sözleri Ali Çınar’a ait ‘Kendine İyi Bak’ şarkısının nakaratı belki de ondan geriye kalacaklara, özellikle adını ve ilkelerini yaşatmayı yaşam biçimi edinen eşine mesaj niteliğindeydi.
Özgün müziğin ustası Ahmet Kaya, 10 Şubat 1999’da, Magazin Gazetecileri Derneği’nin (MGD) düzenlediği törende ödül almak için kürsüye çıktığında, “Önümüzdeki kasette Kürt asıllı olduğum için Kürtçe bir şarkı yapıyorum ve Kürtçe bir de klip çekiyorum. Klibi yayınlayacak yürekli insanların olduğunu da biliyorum” dedi. Salon karıştı. “O adamı atın” diye bağıran da oldu “Bölücülük yapıyorsun” diyen de… Türkiye’nin ‘önde gelen’ sanatçılarının, ‘seçkin’lerinin olduğu ortamda çatal-bıçak fırlatıldı. ‘Bölücülüğün pan zehiri’ olarak Serdar Ortaç’ın önderliğinde 10’uncu Yıl Marşı okundu.

Daha sonra, “Yaşamımız boyunca Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü savunduk ama Kürt halkının realitesini kabullenmek zorunda bu ülke” diyen Ahmet Kaya eşiyle güçlükle ayrıldı törenin düzenlendiği salondan.
Sonrasında gazete manşetleri ve köşe yazılarında, ‘O Gece’ belgeselindeki ifadeyle ‘bir linç senaryosu’ oynanmaya başladı.
Hürriyet gazetesi, 14 Şubat 1999’da, ‘Ayıp ettin gözüm’ manşetiyle çıktı. Kaya’nın ayıbı ‘1993’te, Almanya’nın başkenti Berlin’de Abdullah Öcalan posteri ve Kürdistan haritası önünde konser vermek’ti. Oysa Ahmet Kaya, o yıl Berlin’de konser vermemişti.
Soruşturma açıldı; tehdit telefonları geldi, otomobili, stüdyosu kurşunlandı, yalnızlığa itildi. Aynı belgesele konuşan ve “Manipüle edileceğini, nerelere varacağını tahmin edemedik” diyen eşi Gülten Kaya Hayaloğlu’na göre medyaya olup biten dikey olarak empoze edildi; ‘ağır çekim bir cinayet’ tasarlandı.
Haziran 1999’da, önceden planlanmış bir turne için yurt dışına gitti. Linç kampanyasının kalemşorları bu kez de “Kaçtı” diye yazıp çizdi.
Bir konserde, “Birkaç tane şerefsizin yaptığı şey yüzünden şu başıma gelenlere bakın ben bunları hak etmiyorum, sürgünde olmayı hak etmiyorum. Ben ülkemde olmak istiyorum, ülkeme dönmek istiyorum” dedi. Hürriyet gazetesi bu kez de ‘Vay Şerefsiz’ manşetini attı.
Ahmet Kaya, Fransa’nın başkenti Paris’te yaşamaya başladı. Gülten Kaya Hayaloğlu, ölümünden sonra, Balçiçek İlter imzasını taşıyan söyleşide, “Türkiye’de kalsaydı akıbeti dostumuz Hrant Dink’inki gibi olacaktı” diyerek nedenini açıkladı.
‘Edirne’den Ardahan’a kadar bu ülkeyi çok sevdim’
Orada kendisine mikrofon uzatıldığında, ölümünün yakın olduğunu hissetmiş gibi, “Ölürsem, ‘Bu ülkeyi sevmiyordu’ demesinler ben Edirne’den Ardahan’a kadar bu ülkeyi çok sevdim” diyen Kaya, 16 Kasım 2000’de, ülkesine hasret başka deyişle ‘sürgünde’ öldü. Ölüm nedeni kalp kriziydi; eşine göre bu krize neden olan şey ise çektiği kahır! 43 yaşında sevenlerinden ayrılan Kaya, Paris’teki Pere Lachaise Mezarlığı’na defnedildi.
‘Yakarım Geceleri’ şarkısında sevdayı, ‘Penceresiz Kaldım Anne’de annesine, çocukluğa ve gençliğe özlemi, umutsuzluğu anlattı. ‘Başım Belada’daki, “Nereden baksan tutarsızlık” sözleriyle memleket hallerine gönderme yaptı. Eşi Gülten Kaya Hayaloğlu’nun sözlerini yazdığı ‘Ağladıkça’da ‘barış’a olan inancını ifade etti. ‘O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız’ dediği ‘Mahur Beste’de Attila İlhan’ın dizeleriyle seslendi sevenlerine.
Geride onlarca şarkı, onu genç yaşta, yurdundan uzakta kaybeden yakınları ve dinleyenlerin içinde buruk bir acı, kendisine yönelik linç kampanyasının oyuncu, senarist veya figüranı olanlar için ise yüzleşilmesi gereken hazin bir öykü bıraktı.
O öldükten sonra yasını bile tutmadan, Kürtçe şarkı içeren albüm için stüdyoya giren Gülten Kaya Hayaloğlu, en büyük gücü onu sevenlerden aldı. Ve, ‘Karwan’ (Kervan) adlı şarkısının yer aldığı ‘Hoşçakalın Gözüm’ü tamamladı.
Ahmet Kaya’nın ölümünün 19’uncu yılında eşi Gülten Kaya Hayaloğlu’yla konuştuk…
Cumhurbaşkanının, ‘getirmek için gerekli adımları atabileceklerini’ söylemesinden sonra da mezarını Türkiye’ye getirmeyi düşünmediğini açıklayan Gülten Kaya Hayaloğlu, fikrinin değişmediğini söylüyor. Ve, hayranlarına tüm albümlerini LP olarak hazırladıklarının müjdesini veriyor…

Her yıl ölüm yıldönümünde Paris’e gittiğinizi biliyorum. Nasıl anıyorsunuz eşinizi?
19 yıl boyunca her 16 Kasım’da Ahmet’in başucunda oldum, onun sevenleriyle kucaklaştım, hissedeceği hayaliyle memleket hallerini anlattım. Aslında bizim yaptığımız Ahmet Kaya sevgi buluşması gibi. Kucaklaşıyor, o zor ve ağır duyguyla başa çıkmaya çalışıyoruz. Sanatçılar söz konusu olduğunda ‘anma’ sözcüğü bana pek iyi gelmiyor açıkçası. Onları ve üretimlerini ‘anma’ günleri ile sınırlıyorlar gibi hissediyorum zira sanatçılar zaten hep hayatın içindedirler. Eserleriyle yaşanan her buluşma onların anılmasıdır bana göre zira onlar bu dünyada kalıcı; konuk değiller. Dolayısıyla, milyonlarca insan, dinledikleri her şarkıda Ahmet Kaya’yı anıyor diye düşünüyorum.
‘Duygum değişmedi, çünkü ülke değişmedi’
Aradan geçen yıllar, MGD’nin gecesinde ve sonrasında yaşananları kapsayan süreçle ilgili duygu ve düşüncenizde bir değişikliğe neden oldu mu? Bugünden o günlere bakınca hangi duygu ağır basıyor? Öfke, kırgınlık…
Duygum hiç değişmedi, çünkü ülke değişmedi, algı değişmedi. Acıklı cehalet hallerinin örneklerini sokakta sıklıkla yaşıyor, gözlemliyoruz. Bilinç hiç gelişmedi. ‘Öteki’ olarak tanımlanana dair algı değişikliği olmaması kuşkusuz yalancı bir tarihin yazılmaya devam edilmesinden de kaynaklanıyor. Kendi anadilinde ‘yüzyıllardır sesini kaybetmiş’ tek bir şarkı okumak istemesi sonucunda ona linç ve sürgünün reva görüldüğü o yıllardan şimdiye, onun diline, kültürüne hürmetsizlik ve yok sayma devam ediyor. Acı…
Yaşadıklarınızın üstesinden gelmek için nasıl bir yönteminiz var, en iyi ‘ilaç’ ne sizin için?
Ben 19 yıldır 7/24 Ahmet Kaya ve onun eserleriyle yaşıyorum. Ahmet’ten sonra kurduğum (GültenAhmetMelis-GAM MÜZİK) yapım şirketinde onun üretimini hayatla ve sokakla buluşturmak, savunduğu tüm değerleri -ki yol arkadaşlığımızın en sağlam temellerinden biridir- savunmaya devam etmek ve taşımak benim için artık bir varoluş biçimi. İlaç yok, ilaç inandıklarınız ve mücadeleniz aslında. Yok edilmeye, haritadan silinmeye çalışılan bir ismi ve eserleri geleceğe taşıma mücadelesi benim ilacım. Elbette en değerli varlıklarımız olan başta iki kızımızdan, şarkılarımızdan ve sevenlerimizden de güç alarak yürüyorum bu yolu.
Eşinizin sizin deyişinizle ‘ağır çekim bir cinayete’ kurban gitmesine ‘neden olan’ Kürtçe meselesi başta olmak üzere, onun, ‘Bu ülke Kürt realitesini kabul etmeli’ sözlerini merkeze alırsak o günden bugüne olumlu ya da olumsuz neler değişti ya da değişmedi Türkiye’de?
Açıkçası ben olumlu bir değişiklik göremiyorum. Dönemsel olarak bazı adımlar atılmaya çalışılsa da gidişat içersinde o adımların daha da geriye gitmesiyle bir yerinde sayma halinin döngüsündeyiz bu bahiste. Tabii tüm sorunların kendilerine has dinamikleri vardır, olgunlaşma dönemleri vardır ama bir yara da bu kadar açık kalamaz ki. Sarılması gerekir de neyle saracağız? Bu yaraların en doğru merhemiyle, yani demokrasiyle, insan haklarıyla ve özgürlükleriyle, hukukla, kabulle, varlığa-dile-kültüre hürmetle, adaletle, vicdanla ve eşitlenerek tabi!
Mezarını ziyaret eden İmamoğlu’na teşekkür

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Paris’e gittiğinde mezarı ziyaret etti. Ne düşünüyorsunuz? ‘Siyasi malzeme’ olabilir gibi bir kaygınız var mı bu tür ziyaretlerde?
Siyaset artık maalesef bir intikam alma biçimi, muktedirin gösterisi gibi algılarla bezeli. Böyle düşündüğünüzde, karşınızdakini mütemadiyen ezeli ve ebedi bir düşman olarak algılayıp, halkları bir arada tutan ortak insani değerleri yok edersiniz. Bugüne kadar siyasi yelpazenin her temsiliyetinden siyasetçiler ziyaret etti Ahmet Kaya’yı. Ben niyetleri okuyamam elbette ama bir kabir ziyaretinden ‘siyasi malzeme’ çıkarmak o ziyaretçinin huzurdaki vicdanıyla ilgilidir. Sayın İmamoğlu’nun buna tevessül etmeyeceğini düşünüyor, kendisine eşimi temsilen teşekkür ediyorum.
MGD gecesiyle başlayan süreçten bugüne kadar, “Keşke şöyle yapsaydık; ya da şunu yapmasaydık” dediğiniz bir şey var mı?
Ben Ahmet’in o gecede söylemek istediği bir çok şeyin onun içinde kaldığını düşünüyorum. O, bir başkaldırı değildi; gerçeğin ta kendisini, bu gerçeğe gözlerini kapatmışların gözlerinin içine bakarak söyledi.
‘Keşke diskografisinin yarısı Kürtçe, yarısı ülkenin diğer dillerinden olsaymış’
Yani biz bir sanatçının bir ödül kürsüsünde en doğal, en insani, en demokratik hakkını kullandığı ama kendi anadilinden ve kültüründen bahsettiği için linçle kuşatıldığı bir geceden söz ediyoruz. O açıklama, “…İngiliz asıllı olduğum için İngilizce bir şarkı okuyacağım…” biçiminde olsaydı sonuçları böyle olmayacaktı. O geceye dair nasıl bir ‘keşke’miz olabilir ki? Ama ‘keşke’ Ahmet Kaya diskografisinin en azından yarısı Kürtçe, diğer yarısı da bu coğrafyanın diğer tüm kadim dillerinden olabilseymiş. Benim ‘keşke’m bu olabilir.
Kızlarınız Melis ve Çiğdem neler yapıyor? Yaşananlar hayata ve ülkeye bakışlarını nasıl etkiledi?
Onlar tüm incitilmişliklerine rağmen -babalarını çok iyi tanıyan ve sevgiyle büyütülmüş çocuklar oldukları için- kendilerini iyileştirmeye, yaşadıkları ülkeyi, içinde bulundukları dönemi anlamaya çalışarak büyüdüler ve öyle de yaşıyorlar. Kendi yüklerini taşıdılar. Kuşkusuz ki ellerinden alınan, babalarıyla paylaşacakları tüm özel ve güzel zamanlarının telafisi yok ve kuşkusuz ki kırgınlar. Çiğdem İstanbul’da, Melis ise Paris’te yaşıyor.
‘Gülten Kaya’ olarak Türkiye’de yaşamak nasıl bir duygu? Siz nasıl bakıyorsunuz hayata, Türkiye’deki gidişata?
Değişimin gücüne olan inancını bir varlık sebebi olarak içselleştirmiş bir kadın olarak, hayatın getirdiği ve gerektirdiği gibi algılıyorsunuz kendi koşullarınızı da. Burada da en büyük gücünüzü inancınızdan, ütopyanızdan, aşkınızdan, varoluş felsefenizden, üretmenin ve insanlıkla paylaşmanın size kattıklarından alıyorsunuz. Hayatın bir ucundan tuttuğunuzu derinlerinizde hissettiğinizde biraz anlam kazanıyor bazı şeyler.
‘Türkiye farkındalığı olan herkes için yıpratıcı bir yer’
Öte yandan Türkiye, farkında olarak yaşayan herkes için çok zor, ruhu çok yoran, çok yıpratıcı bir yer. Yine de ben ne kadar yorulduysam o kadar insan saydım kendimi ve kendi cennetime kuruldum.
Toplumsal olaraksa yaprağın kıpırdamadığını şaşarak görüyorum. ‘Özgürlük’ çok değer atfettiğim bir kavram. Bin benzemezin bir arada yaşadığı yerlerde ‘saygı’, ‘hak’ gibi değerler üzerinden kıymetini bize hep hatırlatan ve insanın gündeminden düşmemesi gereken bir kavram. Bu yüz yıllık toplumsal problematiğimizin de temel kavramlarından biri. Tarihi sebeplere baktığımızda, nelerden yoksun bırakılmanın bizleri bugünkü sonuçlara taşıdığını doğru analiz ettiğinizde karşımıza yine hak ve özgürlük kavramları çıkıyor. İşte bu eksiklik ve arayışla gidişat dediğiniz sürecin içindeyiz hepimiz.

Şarkılarının yorumlanmasından memnun musunuz? Telif hakkı sorunu var mı?
Eser sahipleri ve kurumsal olarak (GAM MÜZİK) meslek birlikleri üyesiyiz. Eserler yeniden yorumlanarak da kendilerini geleceğe ve yeni kuşaklara taşırlar. Gerekleri yerine getirildiği sürece buna karşı değiliz ama gözettiğimiz bazı normlarımız var elbette. Eser bütünlüğünün bozulmaması, iyi bir aranje, eserin duygusunun verilebilmesi vb.
‘Sahne performansı izne tabi değil, istismarın önlenemediği durumlar var’
Teknik ve hukuki olarak bilinmesi gereken ise şu: Maalesef sahne performansları bir izine tabi değil. Sadece albüm çalışmaları ve dijital pazar için yasal izinler zorunlu. Dolayısıyla istismarların önlenemediği ve kontrol edilemez bir alan hali de var bu ‘cover’ konusunun.
Kardeş Türküler’in imzasını taşıyan ‘Hep Sonradan Oyun’u biliyorum. Ahmet Kaya’yla ilgili, sizin onayınızı alan veya bizzat sizin imza atacağınız proje olacak mı yakın gelecekte?
‘Hep Sonradan Oyun’ birçok değerli sanatçı, yönetmen, yazarla birlikte Kardeş Türküler grubuyla hayata geçirilen bir müzikli oyun. Ahmet Kaya şarkıları eşliğinde yakın tarihe dair bir hafıza tazeleme ve yüzleşme performansı. Aynı zamanda Ahmet Kaya süreciyle de paralellikler taşıyan bir sürgün hikayesi.
‘Ahmet’in değerlerine uymayan işlere uzak duruyoruz’
Evet bir çok proje önerisi geliyor ama içimize sinmeyen ve Ahmet’in değerlerini ifade etmeyen işlere uzak duruyoruz. Elbette bir gün sinema filmini de yapacağız ama biz hep doğru zamanı ve doğru projeyi ölçü yapıyoruz. Tam burada söylemek zorundayım ki GAM PRODUCTION olarak imzamızın olmadığı hiçbir şeye itibar edilmesin. Şu sıralar tüm albümleri LP (uzunçalar plak) olarak hazırlıyoruz.
Mezarını Türkiye’ye getirmek istemediğinizi birden fazla kez ifade ettiniz; fikrinizde bir değişiklik oldu mu?
Ahmet’in bulunduğu yere biz “Mezar” değil, “Ahmet’in Evi” diyoruz. Sanatçının mezarı olmaz! Onlar hep yaşarlar ve tüm dünya onların topraklarıdır zaten. Türkiye’ye getirmeyi düşünüyor muyum? Hayır, buraya getirmeyi düşünmüyorum. Yaşanan bu gerçeği değiştirmek benim bile haddim değil. Bu konu, tarihe not düşülen haliyle kalmak ve bunun müsebbipleri de bununla yüzleşmek/hesaplaşmak zorundadır. Bir daha hiç kimsenin kendi kültürel kimliğinden vurulmaması için, bu sayfanın açık kalması, sorgulanması gerekir.
‘Bizim için zor ama sürgünde kalmalı’
Getirdik ve bitti! Peki hafıza? Peki adalet? Biz toplum olarak yüzleşme geleneğini oluşturmak, bunun adabını da öğrenmek zorundayız. Artık sokaklarında özgürce yürüyemeyeceği bir yere omuzlarda getirilmesi yerine -bizim için çok zor olsa da- sürgünde ve ait olduğu açık sayfada kalmalı. O da böyle isterdi. Bir sanatçıya gösterilecek hürmet onun gelecek kuşaklara doğru notlarla taşınmasıyla, üretiminin ve isminin devamlılığı ve kalıcılaştırılması ile de mümkündür.
Ahmet Kaya yaşasaydı bugünkü Türkiye’yle ilgili ne düşünür, nasıl bir konumda olurdu?
Ahmet Kaya muhalif bir sanatçıydı ve “Erk” denen hiçbir yapının içinde yer almadı; yakınında durmadı. Onun projeksiyonu hep halklara ve onlara yapılan haksızlıklara, insanlığın mağduriyetlerine dönüktü. Ahmet Kaya’nın şimdiki zamana ya da onun açısından artık olmayacak bir geleceğe konulması için geçmişine ve üretimine bakmak yeterlidir sanırım. Yani, içinden geçtiğimiz zamanlar çiçek-böcek zamanları olmadığına göre, hep yaptığı gibi o ahlaklı tanıklığını yapar, hayatın tüm kirliliğini ve haksızlığını yüzümüze şarkılarla çarpardı. Çünkü sanat, sadece Ankara’nın taşına değil, yasına da bakmakla oluyor.