
MİNEZ BAYÜLGEN
bayulgenminez@gmail.com
Kamu ihaleleri ve iktidarlar arasındaki samimi ilişki uzun yıllara dayanıyor. Günümüzde ihalelerin dağıtılma biçimiyse AKP iktidarı dönemini geçmişteki örneklerinden ayırıyor. Gazeteci- yazar Çiğdem Toker, yıllardır yakından izlediği, vergilerimizin nasıl harcandığını yazdığı yazıları nedeniyle bir yandan milyonluk davalarla yıldırılmaya çalışılırken, bir yandan da Tekin Yayınevi’nden çıkan kitabı ‘Olağan İşler’de yapılanları ince ayrıntılarıyla bir kez daha anlatıyor.

‘İhale, rant aktarımları, medya patronlukları ve vakıf bağışları AKP’nin sistem mimarisidir’
Türkiye’de kamu ihaleleri AKP’ye yakın firmalara dağıtılıyor. İktidar kamu ihalelerini bu müteahhitlere vermekte niye bu kadar ısrar ediyor?
Burada bir sistem mimarisi söz konusu. İktidarın hem yaslanıp hem uyguladığı ekonomi politik ve rant aktarım mekanizmaları var. Bu sistem mimarisinin oturduğu farklı ayaklar söz konusu tabii. İçine medya kuruluşları patronluğunu, ayrıcalıklı kimi vakıflara yapılan bağışları koyabilirsiniz.
Vatandaşın parasıyla yapılan kamu ihalelerinde bu sistem nasıl işliyor?
Kamu ihalelerinde meselenin düğümlendiği yer; ilan edilmeyen, şeffaflıktan uzak ihalelerdeki olağanüstü artış. Yalnızca deprem, sel, salgın hastalık v.b. gibi olağanüstü durumlarda başvurulması gereken ihale usülü, iktidarın en sık kullandığı yönteme dönüştü. Oysa ortada olağanüstü zor koşul yok. Harcanan ve dağıtılan kamu kaynaklarıysa zor koşullarda yaşayan vatandaşların emeği, ödediği onca vergiden oluşuyor.
AKP’nin müteahhitleri nerede toplanıyor? Anadolu’ya yayıldılar mı yoksa İstanbul, Ankara, Bursa gibi birkaç büyük kente mi yoğunlaştılar?
Özellikle ulaştırma projelerine baktığımızda Türkiye’nin hemen her bölgesinde yoğun bir şekilde varlar. AKP’ye yakın bu kuruluşlar arasında holding boyutunda şirketler, daha küçük ölçekli firmalar da. Zaman zaman küçük olanlar büyük olanların yanında taşeron biçiminde çalışıyor. Ancak ihale büyüklükleri ile bir merkezden söz etmek gerekirse Ankara merkezli müteahhitler ağırlıkta.
‘Projeyi zamanında bitirmeyen müteahhitler kamu kaynaklarından büyük dilimler kopartıyor’
Eskiden müteahhitlere verilen kamu ihaleleri 20 yıl beklerdi. Müteahhit ihaleyi aldı diye fiyatı da sürekli arttırırdı. Ve sonuçta ihale, ihaleye çıkılan fiyatın çok üstünde üstelik yıllar sonra tamamlanırdı. Günümüzün AKP müteahhitleri aldıkları projeleri hemen bitiriyorlar mı?
Bazıları bitiyor ama bazılarıysa yıllar sürebiliyor. Tamamlanması için de ‘ikmal’ adı verilen yeniden tamamlama ihaleleri açılabiliyor.
Yeniden ihaleye çıkılmasının maliyeti ne oluyor?
İkmal ihaleleri projenin maliyetini çok yukarıya çekiyor. Kamu kaynaklarından büyük dilimler koparıyor. Burada rivayet muhtelif. Bu konu Meclis tutanaklarına da geçti. Milletvekilleri bu tamamlama ihalelerini ve nasıl zarara uğratıldıklarına dair bir takım örnekler verdi.
Otoyollar, Osmangazi Köprüsü gibi projelerin kendi kaynağımızdan değil, yurt dışından kredi bulunarak yapılması gerekiyordu. Oysa müteahhitler Türk bankalarından kredi kullandı. Yabancı bankalar kredi vermedi mi?
Bir kısmında sanıyorum Türk bankalarının yurt dışı şubeleri var. O yüzden bunu yabancı finansman gibi duyuruyorlar. Bu önemli bir konu. Türk bankası da olsa yabancı banka da olsa sonuç, Hazine’nin devasa bir yükümlülük altına girmiş olmasıdır. Bir borç üstlenim yönetmeliği çıkardılar.
Borç Üstlenim Yönetmeliği nedir?
Devlet, bu projeleri yapan müteahhitlerin kullandıkları kredileri ödeyememeleri, temerrüde düşmeleri durumunda belli projelerde belli tutarlar için o borcu bir şekilde üstlenme yükümlülüğü altına giriyor.
Başka olumsuz yanları var mı?
Var. Verilen garantilerin artış oranları Amerikan enflasyonu üzerinden yapılıyor. Ayrıca olası bir uyuşmazlıkta Türk mahkemelerinin değil, milletlerarası tahkimin geçerli olması da ayrı bir olumsuzluk.
Peki bu projeleri devlet kendi yapsa daha mı ucuza çıkarırdı?
İktidar argümanına göre kamunun bu kadar kaynağı yok ve bunun için de bu yollara başvuruyorlar. Böyle bir retorik var.

Siz ne düşünüyorsunuz?
Gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Kamu kaynakları nerelere harcanmıyor, nerelere aktarılmıyor ve dağıtılmıyor ki. Ahbap eş dosta verilen makamlara, devlet parasıyla alınan araçlara, hava taşıtlarına, haşmetli binalara bakın. Bir zamanlar Devlet Planlama Teşkilatı diye bir kurum vardı, artık yok.
Artık olmayan Devlet Planlama Teşkilatı’nın görevi neydi?
Yatırımları önceliklendiriyor ve onların ihtiyaç duydukları kaynaklara göre bir sıralamaya tabi tutuyordu. Yatırımların bütçeyle bağını kuruyordu. Artık ne böyle bir kurum ne de bir irade var.
‘Kamu Özel İşbirliği projeleri başa çıkılamaz hale gelecek’
Türk Telekom özelleştirildi. Yabancı satın aldı fakat kendisi para getirmediği gibi Türk bankalarından kredi aldı. Sonra da kurumu borca soktu ve bu borcu da Türk bankalarının üzerine yıkıp kaçtı. Bu projelerde böyle mi olacak?
Kamu Özel İşbirliği projeleri riskli projeler. 25 yıl gibi çok uzun sürelere yayılıyor. Bir iki değil, onlarca projeden bahsediyoruz. Bunların, bütçeyi ve harcama alanını giderek daraltan yapıları var. Ona uygun gelir yaratamaz, üretim sağlayamaz ve vergi geliri toplayamazsanız harcama alanınız daralacaktır. Başa çıkılamaz bir noktaya gelecek bu durum. Hem Sağlık Bakanlığı bütçesi hem Hazine kaynakları açısından. Yanısıra belli başlı projeler tek tek altına imza atan kurumlar var.
Hangi kurumlar mesela?
Örneğin Devlet Demiryolları, Devlet Hava Meydanları İşletmesi. Bunlar Ankara Yüksek Hızlı Tren Garı, İstanbul Havalimanı gibi devasa KÖİ projelerine imza attı. Kamu sermayeli şirketler bunlar. Son tahlilde onlar da gelirlerini ve bütçelerinin bir kısmını Hazine’den alıyorlar. Bu projelerdeki uzun vadeli ödeme yükümlülükleri bütçenin daralması anlamına geliyor. Bu sözleşmelerin mutlaka yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Devlet olma sorumluluğu içerisinde başka bir bakış açısıyla değerlendirilmeleri gerekiyor.
Otoyollar, limanlar, sağlık tesisleri, havaalanları, hizmet tesislerinde Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) uygulanıyor. Buradaki sıkıntı ne?
KÖİ modeliyle yaptırılan proje sözleşmeleri saklanıyor. Verilmiş birtakım garantiler var. Zaten döviz üzerinden yapılıyor. Buna bir de Kanal İstanbul’un ekleneceği konuşuluyor şimdi. Kanal İstanbul sözleşmesi de ekolojik hasarın ve sorunların yanısıra eğer KÖİ modeliyle yapılırsa, bütçeye çok daha büyük bir yük getirecek.
‘Vatandaşa gelince TL’de kal, ihaleye gelince döviz kullan’
Geçen sene Rahip Brunson olayından sonra Türkiye’de yüzde 50 devalüasyon yaşandı. Hastane, köprü gibi projelerin kamuya yükü ne oldu?
Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modeliyle yapılan ihalelerin büyük kısmında döviz baz alındı. Normal ihaleler arasında da var. Bu büyük bir sorun. Vatandaşlarına TL üzerinden tasarruf yapmasını, TL’ye dönmesini telkin eden ve iş dünyası aracılığıyla bunu duyurup yaygınlaştıran bir iktidar var. Ancak kendisi buna uymuyor.
Kitabınız ‘Olağan İşler’, 13 Kasım’da çıktı. Ne var ki Türkiye’nin en tanınmış kitabevlerinden birinde hala bulunmuyor. Son durum nedir?

Kitap, geçen yıl sahiplik değiştiren zincirin mağazalarında bulunmuyor. Çok sınırlı sayıda satın aldıklarını, az sayıdaki mağazaya sırf koymuş olmak için birer ikişer bulundurduklarını, doğal olarak onların da hemen bittiğini öğrendim. Bu bir politika gibi görünüyor.
Neden kitabınızı satmak istemiyorlar?
Kitap içeriğinin bunda etkili olduğunu düşünüyorum. Öte yandan aynı kurumun online zincirinde de birkaç gün süren bir ‘stok’ sorunu yaşandı. Almak isteyen ulaşamıyordu yani. Ancak sorunun sosyal medya ve dijital mecralarda gündeme gelmesinin ardından yeniden okura sunuldu. Ama bu kez de internet sayfalarında kitabımın görselinin altında 3 bin 800 olan olan ‘beğeni’ sayısının dörde düşürüldüğünü gördük.