
ŞULE TÜRKER
suleturker34@gmail.com
@suleturker34
HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, söyleşimizin ikinci bölümünde güncel siyasi gelişmeleri değerlendirdi.
Paylan, cumhurbaşkanlığı seçimi için mutlaka bir ‘demokrasi ittifakı’ kurulması gerektiğini ve isimden önce ilkeler üzerinde uzlaşılması gerektiğini vurguladı: “Altılı kurguda bir hata var. ‘Yarının Türkiye’sini kurmak istiyoruz’ diyor ama yarının Türkiye’sini HDP’siz bir masayla kurmaya çalışıyor. Aynı masada oturmak aynı düşünceye sahip olmak demek değil. Ortak bir sorumluluğumuz var; cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak zorundayız. Birlikte hareket etmek zorundayız. Biz bu çağrıyı yaptık ama bu konuda yeterince cesaret gösteremeyen masadaki bazı siyasi partilerin engelleyici tavrı oldu. Bu, değişim umudunu eksilten bir durum.”
“Yakın zamanda HDP’yi kapatmayı planlıyorlar, siyasetçileri hapse atmak istiyorlar, sosyal medya yasası çıkarmak istiyorlar” diyen HDP’li vekil şöyle devam etti: “Bütün bunlara baktığımızda, büyük bir riskle karşı karşıyayız. Erdoğan iktidarı kaptırmamak için her yolun mubah olduğunu düşünüyor. Bütün muhalefet olarak uyanık olmamız lazım.”
Paylan’a göre Gezi davası kararı, iktidarın ‘İstediğimizi hiçbir delil ortaya koymadan hapse atarız, istediğimizi sindirir, sustururuz’ yaklaşımının bir sonucu: “Hukukun kırıntıları bile yok artık. İktidar, Gezi davasıyla hiçbirimizin hukuk güvencesinin olmadığını ilan etti.“
Muhalefet partileri Erdoğan’ın planını göremedi
Adalete güven OECD genelinde ortalama yüzde 57 iken Türkiye’de yüzde 38. Bu oran 2010’dan 2020’ye kadar 22 puan gerilemiş. Gezi davası kararı bağlamında sormak istiyorum; bu bize hukuk sistemi adına ne diyor?
İktidarlar iki şekilde güçlerini sürdürür; huzur ve refah vadederek toplumun desteğini, rızasını alarak ya da zorla zulümle. Yakın zamana kadar rızayla yani daha refah, huzurlu bir toplum vadederek iktidarı sürdürme şansı vardı ama bence artık bu yolu tamamen terk ediyor Erdoğan. Halka daha fazla refah sağlayamıyorum, özgürlük hiç sağlayamıyorum, demokrasi veremiyorum… Ne yapmam lazım? Daha fazla kutuplaştırma, kamplaştırma ve muhalif gördüğüm herkesi sindirme. Yani gazeteci de olabilir, siyasetçi de olabilir, zaten konuşan geriye birkaç bin kişi kaldı. Bunları da sindirir, susturursam, provokasyonlara maruz bırakırsam, bir kaos planı devreye sokarsam, toplum korkar, ortada tek güçlü lider de benim, diğer muhalif liderleri de ya korkutur, sindirir ya hapse atarım, böylece iktidarımı sürdürürüm planı var.
Bu planı biz HDP olarak gördük ama maalesef diğer muhalefet partileri göremedi. Biz onlara dedik ki “Gelin beklemeyelim, birlik olalım, bir alternatif ortaya koyalım ve seçimi zorlayalım.” Ama muhalefet bu noktada “Bekleyelim, iktidar nasılsa kötüye gidiyor, bırakalım kendi kendilerini batırsınlar sonra seçime gideriz” dedi. Erdoğan Haziran-Kasım 2015 döneminde bir kaos planı sonucu yeniden iktidarı ele geçirdi. Kaos olduğunda insanlar yeniden güçlü lidere doğru dönüyor. Muhalefet de yeterli bir alternatif ortaya koyamadı tabii. Şimdi iktidarın benzer bir senaryoyu sahneye koyduğunu düşünüyorum. İktidarı devam ettirmek için her türlü kaos planının sahnede olacağını düşünüyorum.
Gezi davası kararı, Gezi’yle ilgisi olmayan insanları hiçbir delil ortaya koymadan hapse atarız, istediğimizi sindirir, sustururuz demenin bir sonucu. Hukukun kırıntılarının bile ayaklar altına alındığı bir davayla karşı karşıyayız. Kırıntıları bile yok artık. İktidar, Gezi davasıyla hiçbirimizin hukuk güvencesinin olmadığını ilan etti.
Bekir Ağırdır’a katılmıyorum
Bekir Ağırdır’ın, “Gezi davasında olduğu gibi hep muhalifler cezalandırılsa da siyasi sonuçlar farklı şeyler söylüyor; 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’tan sonra seçimleri mağdurların kazanması bunun ispatı” görüşüne katılır mısınız?
Ben Bekir beye katılmıyorum, gerçi yine de demokratik bir zeminde doğru, haklı. Ancak bahsettiği seçimlerin hepsinde bir şekilde muhalefet yapılabiliyordu. Serbest siyasetin önündeki engeller yoktu. O zaman askeri vesayet vardı, güçlü olan askeri vesayetti, diğer siyasi partiler eşitti, yarışa eşit girerdi. Şimdi sivil bir darbeyle karşı karşıyayız, şu an yönetim erki bir, belki iki siyasi partinin -AKP ve MHP’nin- elinde. Maçın hakemi de onlar, domine edecek başka bir güç de yok ülkede. Bu anlamda Ağırdır’a katılmıyorum.
Eğer ki bu şekilde, baskı dönemiyle seçime gidersek, ben daha çok 1913 yılında İttihat ve Terakki’nin yaptığı ‘sopalı seçimler’e benzetiyorum. Bu dönemin cuntası 1913’te de 1914’te de seçimler yaptı, ‘sopalı seçimler’ yaptı, bir darbe yapmıştı, ilk sivil darbeydi o yapılanlar, sonuçta İttihat ve Terakki bu seçimleri kazandı. Diğer muhalif partiler ya kapatılmıştı ya siyasetçileri hapse atılmıştı. Şimdi benzer bir durumla karşı karşıyayız; yakın zamanda HDP’yi kapatmayı planlıyorlar, siyasetçileri hapse atmak istiyorlar. Sosyal medya yasası çıkarmak istiyorlar…
Bütün bunlara baktığımızda, büyük bir riskle karşı karşıyayız bence. Bu açıdan uyanık olmamız lazım bütün muhalefet olarak, aklımızı başımıza devşirmeliyiz. Farklı düşünebiliriz ama hepimizin ortak bir sorumluluğu var; Türkiye’yi demokrasiye taşımak. Bunu başaramadığımız zaman, aynı 1933’teki Almanya seçimleri durumuna düşeriz. O seçimde Hitler’in yüzde 33 oyu vardı ama diğer partiler biraraya gelemedi, ortak bir adayda buluşamadı, birbirini eleştirdi ve sonuçta Hitler aradan sıyrıldı ve ülkeyi karanlığa sürükledi. O dönemde de baskı vardı, şimdi de daha büyük bir riskle karşı karşıyayız; Erdoğan iktidarı kaptırmamak için her yolun mubah olduğunu düşünüyor.
Birlikte hareket etmek zorundayız
Hep beraber sorumluluk almak gerektiğini söylüyorsunuz, bu bağlamda sormak istiyorum; HDP neden ‘millet ittifakı’nda değil?
Biz zaten bir ittifakız. Bu ittifakla en güçlü şekilde parlamentoda yer alacağız diyoruz. Parlamentodaki gücümüzü de Türkiye’yi demokrasiye taşımak için kullanacağız diyoruz; bu konuda her türlü işbirliği, müzakereye açığız diyoruz, bu bir boyutu. Ama cumhurbaşkanlığı seçimi için mutlaka bir demokrasi ittifakı kurulması gerektiğini ve burada ilkeler konusunda uzlaşmamız gerektiğini söylüyoruz.
Bu altılı kurguda şöyle bir hata var; ‘Yarının Türkiye’sini kurmak istiyoruz’ diyor ama yarının Türkiye’sini HDP’siz bir masayla kurmaya çalışıyor. Bu ‘millet ittifakı’nın masası olsaydı bir itirazımız olmazdı, ama altılı masa yarının Türkiye’sini kurma iddiasında, bunun kapsayıcı olması gerekiyor.
Aynı masada oturmak aynı düşünceye sahip olmak demek değil. Ortak bir sorumluluğumuz var, cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak zorundayız.
Şöyle bir açmazımız var, ‘cumhur ittifakı’ hala yüzde 35-40 oya sahip. ‘Millet ittifakı’ da aynı oranda oya sahip. Bizim iddiamız, en az yüzde 15 oya sahip olduğumuz. Şimdi burada meselenin matematiğine bile baksanız birlikte hareket etmek zorundayız. Biz bu çağrıyı yaptık ama bu konuda yeterince cesaret gösteremeyen -altılı masa demeyeyim- oradaki bir iki siyasi partinin bu konuda engelleyici tavrı oldu. Bu da değişim umudunu eksilten bir durum.
Mesele sadece makinisti değiştirmek olmamalı
Araştırma şirketleri yöneticileri tarafından “Cumhur ittifakı da altılı masa da Kürtler olmadan kazanacak durumda değil. 12 milyon Kürt, seçimin anahtarı”, “HDP’yi dikkate almadan yapılan bir aday tercihi baştan kaybetmiş sayılır” gibi görüşler dillendiriliyor. Durum böyleyse altılı masadaki liderler neden HDP’yi dışarıda bırakıyorlar?
Yeterli cesareti gösterememek, küçük hesaplar bazen siyasette öne geçebilir, Oysa bir memleket meselemiz var, memleket elden gidiyor. HDP yüzde 15 oy alacak diyorum, ama bunun bir anlamı olmadığını da düşünüyorum. Biz Diyarbakır’da yüzde 65, Van’da yüzde 68, Mardin’de yüzde 70 oy aldık ama belediyelere kayyum atadılar. HDP daha çok oy alsın desem ama yarın bütün milletvekillerimizi hapse atsalar ne anlamı var ki? Mesele Türkiye’yi demokrasi rayına oturtmak.
Mesele yalnızca makinisti değiştirmek olmamalı. Bunun tarihi referansını da vereyim; Abdülhamit gerçekten zulüm yapıyordu, bir istibdat kurmuştu. Buna karşı İttihat ve Terakki seküler bir parti olarak ortaya çıktı ama milliyetçiydi. Ermeni siyasi partileri de vardı -bugün Kürtlerin yerine koyalım- o zaman Ermenilere karşı da zulüm yapıyordu Abdülhamid. İttihat ve Terakki, Ermenilere “Gelin birlikte hareket edelim, bu tek adam rejimine son verelim” dedi. İki taraf da milliyetçiliği yok saydı, seküler olmanın yeterli olduğunu düşündüler değişim için. Abdülhamid’in dönemi son erdi ama Ermeniler için hayat çok daha zor oldu. Çünkü evet İttihat Terakki sekülerdi ama milliyetçiydi, tekçiydi. Tekçi bir politika istiyordu ve Ermeni halkının büyük felaketini yaşadık. Abdülhamid dönemini mumla arar duruma geldik ve daha büyük bir karanlığa sürüklendik.
O açıdan meselemiz yalnızca makinisti değiştirmek olmamalı. Meselemiz, Türkiye’yi demokrasiye taşımak olmalı. Aksi takdirde yalnızca ‘Erdoğan gitsin siyaseti’ yaparsak kazanma şansımızın azalacağını düşünüyorum. Çünkü Türkiye toplumu her zaman huzuru ve refahı vadeden iddiaya doğru yürümüştür. Hep böyle olmuştur. Bence muhalefetin de bu noktada siyaset yapması gerekir. Topyekün olarak söylüyorum. “Yalnızca Erdoğan’ı değiştirelim, her şey iyi olacak” demenin karşılığının yetersiz olacağını, sonrasında da içinde büyük riskler barındırdığını düşünüyorum. Makinist değişebilir ama sistem değişmezse zulüm devam eder, Kürtler için de diğer topluluklar için de. Parlamenter rejime dönelim diyorlar, 90’lı yıllarda da parlamenter rejim vardı ama, Türkiye demokrasi miydi? Değildi, çok karanlık bir dönemdi, faili meçhuller söz konusuydu. O açıdan elbette tek adamdan kurtulmak, demokratik yollardan bitirmek önemli ama daha önemli mesele Türkiye’yi demokrasiye taşımaktır.
İdeal cumhurbaşkanı adayını nasıl tanımlarsınız?
İdeal bir cumhurbaşkanı dediğimiz zaman, topluma huzur ve refah vadeden ve yetkilerini bu yönde kullanacağını söyleyen, herkesi kucaklayan, kapsayıcı bir cumhurbaşkanını tarif ediyoruz. Ben böyle bir adayın çok rahat -yüzde 75 oyla- kazanabileceğini düşünüyorum. Ama onu dışlayalım, ötekini orada bırakalım, şu dengeler, bu dengeler diye bakıp dar bir kesimin cumhurbaşkanı olarak yaftalanan bir kişi olursa o zaman mesela mütedeyyinler, Kürtler kendilerini onun içinde hissetmeyebilir ve durumu riske atarız. Rövanşist bir mantığa ihtiyacımız yok, ihtiyacımız olan şey kapsayıcı bir siyaset ve kapsayıcı olacağını gösterecek bir cumhurbaşkanı adayı. Bu geçiş dönemini yönetmek için bile buna ihtiyacımız var. Aksi takdirde kazanma ihtimalimizi Erdoğan zora sokar.
HDP’nin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı karşısında tavrı ne olur?
Biz bu konuda çok netiz; ilkeleri konuşmadan kişileri konuşmayacağız. Açıkladığımız ilkeleri -11 maddeyi- dayatmıyoruz. Tutum belgemize kimse itiraz etmedi zaten. Bu iddialarımız konusunda müzakere edelim diyoruz. Bu konuda da kesinlikle önce ilkeleri konuşmaktan yanayız. Kişilerle başlarsak gömleği yanlış yerden iliklemeye başlarız. Önce ilkeleri konuşmalıyız.
Hamaset siyaseti Erdoğan’a kazandırır
Sizce gündeme getirilen, konuşulan isimler dışında bir aday çıkar mı?
Her şey olabilir, siyasette 24 saat uzun bir süre, ama zaman kaybetmemeliyiz. Seçime en fazla sonuç olarak bir yıla yakın bir zaman kaldı. O kadar götüremeyebilir iktidar…
Bu kadar zulüm yapan, bu kadar işsizlik, aşsızlık yaşatan bir iktidarın şu an yüzde 5’e falan düşmüş olması gerekir. Hala anketlerde yüzde 30-35 gözüküyorsa bu bizim eksikliğimizdir. Şapkayı önümüze koyup düşünmemiz lazım. O açıdan cesur, kapsayıcı siyaset yapmak, topluma huzur ve refah vadeden bir program etrafında buluşmak gerekir.
Erdoğan oportünist bir lider, çözüm süreci dedi, Kürt meselesini ben çözeceğim dedi, Ermeni meselesinde açılım yapıyordu, Alevi meselesinde aynı şekilde… Toplumun yüzde 75’i bu politikalara destek veriyordu. Demek ki cesaret göstermek, çözüm önermek kazandırıyor. Ama bir taraf hamaset yapıp gerilim politikaları, milliyetçilik yaparken, öbür taraf da bu yarışa girerse, Erdoğan kazanır. Hamaset siyasetine başka bir hamasetle karşılık verilirse o yarışın galibi Erdoğan olur, çünkü maçın hakemi o. Ama bir taraf hamaset yaparken, öbür taraf çözüm, huzur, refah önerirse o zaman o seçimi huzur, refah öneren taraf kazanır. Bunu düşünmemiz lazım.
Bu noktada toplum siyasetin daha önünde. Beni sokakta İYİ Partililer çeviriyor, “Mutlaka biraraya gelin, uzlaşın” diyorlar. “Evet sizden farklı düşünüyoruz ama hepimizin birbirine ihtiyacı var” diyorlar. Bence herkes kendi seçmeniyle konuşmalı. Toplum değişim istiyor.
Açıkça söyleyeyim, bugünler çok önemli. Bundan 30 yıl sonra ya bize çok teşekkür edecek çocuklarımız, torunlarımız, “Helal olsun tek adam rejiminden ülkeyi kurtardılar, ülkeyi demokrasiye döndürdüler o sayede Türkiye gelişen bir ülke oldu” diyecekler. Ya da hepimizi lanetleyecekler, “Ülke büyük bir karanlığa sürükleniyordu, biraraya gelemediler, ülkeyi tek adama terk ettiler, Türkiye sonuçta 4’üncü Dünya ülkesi oldu, milyonlarca genç ülkeden göç etmek zorunda kaldı” diyecekler. Böyle bir sorumlulukla karşı karşıyayız ve herkesin bu sorumluluk bilinciyle davranması gerekir.
Hayat bir anda zorlaşabilir!
Sizce hangisi olacak?
Madem toplum siyasetin önünde siyasetçi topluma uyar. Böyle bir basınçla karşı karşıya kalacağını düşünüyorum tüm siyasetçilerin. Kendi tabanları diyecek ki, “Arkadaş bu gidişat bize kazandırmıyor, mutlaka aklınızı başınıza devşirin.” Ama biz geç kaldıkça Erdoğan da kendi oyununu kuruyor, hayat bir anda zorlaşabilir, bu çok önemli. Bizi nefes alamaz duruma getirmeye girişebilir.
Diyelim ki aday olarak gözüken bazı isimlere siyasi operasyonlar, saldırılar söz konusu olabilir. Bunlara dikkatli olmamız gerekiyor. Bekleyelim, yıkılsın siyasetinin doğru olmadığını söylüyorum. Sosyal medyayı da kapatırsa geri kalan birkaç medya kanalı var, onları kapatırsa, geri kalan bazı siyasetçileri hapse atmaya kalkarsa, HDP’yi kapatmaya kalkarsa nasıl refleks vereceğiz? Kurbağa meselesi, su kaynadıktan sonra kurbağa ölür. Yavaş yavaş alıştırıyor, o açıdan bence biran önce harekete geçmek gerekir.
Erken ya da baskın seçim bekliyor musunuz?
Erken seçim şu gerekçeyle olabilir; artık yönetememe durumu sözkonusu olursa, iktidar arasında bir çatlak olursa, ama şu anda o görülmüyor. Ya da muhalefet aklını başına devşirir, büyük toplumsal kesimlerin desteğini daha fazla alır, toplumu mobilize ederse.
2001 yılında erken seçimi ne getirmişti? Başbakanlığın önünde bir esnaf yazar kasa atmıştı. Toplumda tepki yoksa erken seçim olmaz. Tepki görünür olmazsa daha doğrusu. Tepkiyi görünür kılmak açısından toplumu mobilize etmemiz gerekiyor. Daha cesaretli siyaset yapmamız gerekiyor. ‘Kurtuluş yok tek başına’ sloganı önemli. Tek tek alıyorlar, eksiltiyorlar ve bir noktada nefes alamayacak noktaya getirmeye niyetliler. Ben bunu başaramayacaklarını düşünüyorum ama buna yeltenmeden birbirimize sahip çıkmamız gerekiyor.
Diyarbakır seçmeninin sorusu
Seçim öncesi HDP kapatılır mı, kapatılırsa Kürt seçmenin tavrı ne olur?
Partimizi savunmaya çalışıyoruz ama sonuçta bunun kararını kimin vereceğini biliyoruz. Erdoğan verecek bu kararı. Anayasa Mahkemesi’ni bu anlamda baskı altına alıyorlar. Bunu da tabii ki bizim seçmenlerimiz değerlendirir. Biz partimizi savunmaya çalışıyoruz ama bütün muhalefet partilerine bu konuda sorumluluk düşüyor. Düşünün ki Erdoğan partiyi kapatmaya çalışıyor, muhalefetin umurunda değil, bu da Kürt seçmenin kafasında ciddi soru işaretleri doğuruyor. Şunu soruyor Diyarbakır seçmeni, “Tamam Erdoğan kötü ama öbür taraf da hiçbir şekilde bize sahip çıkmıyor. Erdoğan gitse ne değişecek?” Bu önemli bir soru. Bu sorunun cevabını elbette biz de aramalıyız ama muhalefet de bu sorumlulukta. O yüzden kapsayıcı siyaset diyorum. HDP’nin de, İYİ Parti, CHP, SP’nin de seçmeni AKP, MHP seçmeni de hepsi bu ülkenin onurlu yurttaşları. Hepsi huzur, refah istiyor, o yüzden kapsayıcı bir siyasete ihtiyaç var. Ancak böyle bir çıkış yolu bulabiliriz.
Seçim Kanunu değişikliği yeni ittifaklar getirir mi?
Nasıl ki cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak zorundaysak ki bu konuda bir güç birliğine ihtiyaç olduğu açık, parlamentoda da çoğunluğu kazanmalıyız. Hatta nitelikli çoğunluğu kazanmalıyız. Yani en az 360 milletvekiline sahip olmalıyız demokratik değişim isteyenler olarak. O açıdan da her türlü görüşme önemli. Bizler henüz bu görüşmeler dahlinde değiliz. Ama daha köprünün altından çok sular akar.
İktidar kendine yaramıyor diye oyunun şartlarını değiştirdi. Ama nasıl ki yüzde 51 ayaklarına dolaştı, ben bu ittifakları bozma arayışının da yüzde 7 seçim baraj limitinin de ayaklarına dolaşacağını düşünüyorum. MHP’nin veya diğer bazı partilerin bu baraja takılabileceğini düşünüyorum. Turgut Özal da Seçim Yasası’nı değiştirmişti ama kendi ayağına dolaştı, ben aynı şeyin olacağını düşünüyorum.
Çuvaldızı iktidara batırsınlar
Levent Gültekin yeni kitabında “Kürt hareketindeki yenilikçiler yeterince cesur, kararlı, dirayetli olmadığı için PKK baskın geldi ve iktidarın da desteğiyle HDP’nin Türkiyelileşme çabasını sekteye uğrattı” diyor, ne dersiniz?
Hayır asla katılmıyorum. Bizim Türkiye’yi demokrasiye taşımak konusunda bir iddiamız var, demokratik siyaset iddiamız var. Şiddet, nefret siyasetini tercih eden bir iktidar var ortada. Hem demokratik alanı yok etmek istiyor hem savaş politikalarını sürdürüyor. İçeride dışarıda baskıcı politikalar sürdürüyor, demokratik siyaset alanını kilitlemeye çalışıyor, bu alanda iddia gösteren siyasetçileri hapse atmaya çalışıyor. Burada bizim herhangi bir sorumluluğumuzu görmüyorum. Eksiğimiz varsa eleştiriye açığız ama burada en fazla iğneyi bize batırsınlar çuvaldızı değil. Çuvaldızı bence iktidara batırsınlar.