Narin’in ölümü, bireysel bir suç vakası olmasının yanı sıra, toplumsal bir trajedidir de.
Çelişkili ifadeler, gözaltına alınıp serbest bırakılanlar… Toplumun tepkisiyle mi hareket ediliyor, deliller ne, bilmiyoruz.
Dosyada gizlilik ve yayın yasağı var.
O yüzden “Narin’e ne oldu”, “kim, nasıl canına kıydı”; bunları konuşamıyoruz, zaten üzerine konuşacak kadar kesin ve net bilgiler de yok.
Narin’e ne olduğunu konuşamıyorsak; topluma ne olduğunu konuşalım.
Öldürülen her çocuğun ardından gereken önlemler alınsaydı, onları öldürenler cezalarını çekselerdi, Narin daha güvende olacaktı.
Tıpkı bugün Narin’e bunu yapanların cezalarını çekmesiyle, gereken koruyucu önlemlerin alınmasıyla, en azından bugünden sonra nice Narinlerin güvenliğini arttırabileceğimiz gibi…
Ancak Narin’in kaybolma sürecinin başından beri yaşananlar, bir köyün adeta İspanyol yazar Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” kitabındaki gibi herkesin bildiği cinayete karşı sessiz kaldığı düşüncesi, bizlerin vicdanını daha çok sızlatıp, öfkesini körüklerken; Narin’in katilleri gibileri için de cesaretlendirici oluyor. Böylece, öldürülen her çocuğun ardından sokaklar daha da güvensiz oluyor.
Toplumsal değerlerimiz ve aile yapılarımız ile ilgili yanlış ve vazgeçmemiz gereken gelenekler, öte yandan korumamız gereken birliktelik, yardımlaşma, dayanışma gibi toplumsal değerlerimiz arasındaki ayrımı görmek gerekir.
Çocuklarımız tehlikede, geleceğimiz tehlikede… Onları korumamız gerek, onlara adil ve güvenli bir toplum gerek.