Senelerdir yenemediği, ciddi bir köpek korkusu olan biri olarak yazıyorum; ben korkuyorum diye, herhangi bir hayvanın öldürülmesine vicdanım razı gelemez.
Yasanın vicdani boyutu bir yana, hukuki açıdan da belirsizlikler içerdiğini, bu hâliyle sahipsiz sokak hayvanlarının varlığından daha büyük toplumsal sorunlara yol açabileceğini düşünüyorum.
Sokak hayvanları, esas olarak, bizim kültürümüzün bir parçası olarak yıllardır bizimle bir arada yaşıyorlar.
Evinde bakma imkânı olmayan veya dinî, ekonomik veya sağlıkla ilgili nedenlerle köpek sahiplenemeyen insanların köpekleridir aslında sokakta yaşayanlar.
Çocuklar için, hayvan sevgisinin temelini oturtacak canlılardır. Toplumda paylaşma kültürünü pekiştirir; doğanın tek sahibinin bizler olmadığımızı hatırlatırlar.
Çoğu zaman misafirin ardından tabakta kalan yemeğin sahibidir, sokaktaki köpekler. Faresiz sokaklarımızın ardındaki gizli kahramanlardır…
Fakirleşen Türkiye’yle birlikte, sokaktaki hayvanların da aç kalma olasılığı ne yazık ki artıyor. Bu yüzden, onlar için bile, sokaktaki hayvanların sayısının zamanla azaltılması gerekiyor elbet ama bunun için tek yol -şüphesiz ki- “kısırlaştırma”dan geçiyor.
Kıyıma yol açabilecek, belirsiz yasalardan ve vicdana sığmayan çözümlerden uzak durmamız gerekiyor.
Oysa yasa, bu hâliyle toplum vicdanını yaralıyor. Belirsizlikler, akılda soru işaretleri bırakıyor.
Nasıl karar verilecek hayvanın tehlikeli olduğuna mesela? Tehlikelilik hâli, nasıl bir rapora dayanacak? Ne seviye tehlike, ötanaziye gerekçe olabilecek? Konya barınağındaki gibi katliamların yaşanmayacağının garantisi verilebiliyor mu?