MURAT SEVİNÇ
Yaşamına son veren, İstanbul Hukuk öğrencisi, gencecik Nahit Emre Güney’in anısına…
Son yazıda, İletişim’in yayınladığı faşizm serisinin birkaç kitabından alıntılar yapmıştım. Bugün, yine İletişim’den geçen ay çıkan ‘SS Subayının Koltuğu-Bir Nazinin Gizli Yaşamının Peşinde’ başlıklı kitaptan söz edeceğim. Yazarı Daniel Lee, çeviren Büke Temizler. (344 s.)
Faşizm dendiğinde ya da özel olarak Nasyonal Sosyalizmden söz edildiğinde, doğaldır ki aklımıza en bilinen isimler gelir. Hitler, Nazileri örgütleyenler, SA ve SS’in başındakiler, Gestapo’nun namlı katilleri, halka söylenecek yalanları bir düzene koyup kurumsallaştırmak için kurulan propaganda ve dedikodu birimlerinin sorumluları vb. Oysa azımsanmayacak sayıda yurttaş ve çeşitli düzeydeki memur, o sistemin dişlilerini çalıştırdı. Yurttaş faslı bir örnek değil tabii, yalnızca susanlar ve görmezden gelenlerle örneğin muhbirler, aynı kefede değil, her birinin deneyimi birbirinden farklı.
Faşizme dair çalışmaların dikkat kesildiği konulardan biri, işte bu ‘sıradan’ insanın yaşadığı ve rejimle suç ortaklığının niteliği, o ortaklığın sonraki yıllara bıraktığı miras. Dolaysıyla faşizm okumaları, yalnızca tarihin belli bir dönemi hakkında değil, aynı zamanda insanın nasıl bir varlık olduğu, olabileceği, yaşadığının üstesinden hangi yolla gelebileceği ya da gelemeyeceği, faşist idarelerin insani ilişkilerde ve insan ruhunda neye yol açabileceği, yalanlarla nasıl ve nereye kadar yaşanabileceği üzerine de çok fikir veriyor.
Daniel Lee’nin kitabı yazma gerekçesi, hayret verici bir rastlantı. Döşemeciye giden bir koltuğun astarından çıkan belgeler ve o belgelerin Daniel Lee gibi birine ulaştırılabilmesi. Gerisi, Lee’nin çabası, tarihçiliği, işine tutkusu, inadı ve becerisi. Bir de tabii, çalıştığı yedi ülkedeki arşivci ve kütüphanecilerin işlerine duyduğu saygıyla, SS Subayı Robert Griesinger’in ailesinin anlayışlı tutumu. Kitabı okurken muhtemelen siz de, geride kalan aile fertlerinin haleti ruhiyesinden ve bu çalışmanın ortaya çıkması için harcanan emeğin büyüklüğünden etkileneceksiniz.
Griesinger’in anlatıldığı kitap, yıllar sonra hiç kimsenin hatırlamadığı ve yalnızca arkasında beliğin bir iz bırakmamış bir SS subayını değil, aynı zamanda bir ülkeyi, dönemi, ideolojiyi ve insanı betimliyor. Sıradan insanlar nasıl suç ortağı oldu, olmayı istedi, onları büyüleyen neydi, sonrasında aileleri tarafından hatırlandı mı ya da hatırlanan gerçeğin ne kadarıydı, gerçekler öğrenildiğinde, ömür boyu yalanlarla yaşayanlar nasıl davranıyor, kabullenmekte zorlanıyor mu?
Evet, SS subayının belgeleri bir koltuktan çıkmış. 2011’deki bir davette, bir kadın, yazar Lee ile tanışmak istemiş ve annesinin başından geçenleri anlatmış. Kadının annesi, koltuğunu Amsterdam’daki bir döşemeciye götürmüş, birkaç gün sonra döşemeci ‘Naziler ve aileleri için çalışmayacağını’ söyleyince çok şaşırmış. Adam, bir Nazi subayının kızıyla karşı karşıya olduğunu düşünmüş ve kadının ikna çabaları sonuç vermemiş, içinden Nazi belgeleri çıkan koltuğu onarmayı reddetmiş. Meraklanan Daniel Lee, anne (Jana) ile irtibat kurmuş, koltuğu ne zaman ve nerede edindiğini öğrenmiş, diğer bilgileri edinmiş ve Lee’nin, koltuğun, şehirlerin, insanların, belgelerin peşine düştüğü zorlu serüven böyle başlamış.
Griesinger bir SS üyesi. SS Numarası: 161.860. Lee, kısa sürede, SS subayının bir baba, hatta eşinin ilk evliliğinden bir de üvey evlat sahibi olduğunu keşfediyor. Kızlar 1937 ve 1939 doğumlu. 1945’te öldüğü düşünülürse, çocukların zihnindeki baba hatırası belli belirsiz. Griesinger’in annesi bir Alman kasabasında, babası 1871’de New Orleans’ta, yani ABD ‘de doğmuş. Dedesi Robert 1866-67’de New Orleans’a yerleşen ve bir Alman mahallesi kuran ‘19 bin 752’ Almandan biri. İç Savaş sonrası pamuk sektöründe işe başlamışlar. Hal böyleyken, işin içinde bir de Amerikalı atalar var ki, Nazilerin kolayca kabulleneceği bir durum değil: “Görünüşe göre yetkililer, New Orleans’taki atalarının istenen ırksal özelliklere sahip olduğunu bildirdiğinde, Griesinger’in sözüne güvenmişlerdi.” Babası Adolf, 1871’de dünyaya gelmiş.
Malum, Hitler’e göre iyi Almanlık, ancak ataları Alman topraklarında çalışmışların ‘yüce geçmişiyle’ mümkün ve SS üyesi olabilmek için ırksal ve ailevi bilgiler hayati. Griesinger aslen Stuttgartlı, çocukluk ve gençliği burada geçiyor. Babası rütbeli bir asker ve annesi Wally, oğlunun hiçbir zaman yanlış bir şey yapmadığını düşünen bir anne. Anne Wally son gününe dek böyle düşünüyor, oğlunun büstü şöminesinin üzerinde. Dedim ya, insanlık hallerini okumak heyecan verici, böylesi büyük felaketlerin neden olduğu travmaların sonunda gerçeği görmeyi reddetmek, inanmak istediğine inanmak, mümkün. Yazar Lee, çalışmasının başından sonuna dek, tahmin edilebilir insanlık halleriyle, SS subayının tanıdıklarının çelişkili ruh durumlarıyla da yüz yüze kalıyor.
Söz konusu durum, yani ‘unutma’ ve ‘üzerini örtme’ isteği uzun yıllar devam etmiştir. Adı sanı bilinen Naziler dışındaki Nazi anne ve babalar ne yapmıştı o yıllarda, çoğu Alman için gizemdi: “1950’lerin başlarında, Alman çocuklar artık ailelerine Üçüncü Reich’ta yaptıklarını soracak kadar büyüdüklerinde, pek çoğu sessizliğini korudu… yıllar sonra bu dönemle ilgili hatırladıklarını anlatan Alman bir kadın, ailesinin sınırlamalarını planlanmış bir şey olarak anladığını yazdı: ‘Bu durum savaş sonrası yaşayan çocukların ve gençlerin çoğunun üzerinde ağır, kalın bir örtü gibi durur.’” Alman aileleri, uzun yıllar birbirini sınar, soru sormakla sormamak arasında gidip gelir, Nazi geçmişlerini çocuklarından saklar, pek çok çocuk savaşın aileleri tarafından idealleştirilmiş şekline inanmayı tercih eder, tarihlerine leke süren biri olmayı istemez. Bir de ‘istenmeyen incelemelerden kaçmak isteyen’ tanıklar var, onlar da; “Eh, savaş dönemiydi” diyerek Nazi devrinin izlerini normalleştirmeye çalışır. Çalışmanın bu kısımları, hafıza, hesaplaşma ve cesaret hakkında çok şey anlatıyor.
Burada daha çok ilgilendiğim, SS subayının kiminle evlendiği, hangi şehirlerde yaşadığı, komşularıyla ve ailesiyle arasının nasıl olduğu gibi ayrıntılar değil. Sıradan Alman Griesinger neden SS subayı oldu, ne tip bir insandı, sıradanlığı nasıl bir sıradanlıktı ve o sıradanlığı yaratan koşullar nelerdi? Bir insanın Nazi subaylığını seçmesinin gerekçesi, kariyer isteği olabilir mi?
Aile değerleri onu nasıl şekillendirdi? Örneğin, annesi Wally’nin (günlüklerine bakılırsa) epeyce milliyetçi olduğu görülüyor, Protestan ve Yahudi düşmanı bir gazete alıyorlarmış. 1906’da doğan Robert ve akranları zaten savaş ve çalkantılar devrinin çocukları. I. Dünya Savaşına dek çok rahat olsa da, 1914 sonrasında işler değişiyor. Hastalık, kıtlık, müttefik ablukası, yetersiz beslenme, 1918’de Alman İmparatorluğu’nun sonuna tanıklık, anarşi-iç savaş koşulları, Robert’in Bolşevik (ve Spartakist devrim) korkusu, 1918 sonrası grip salgını, savaş bozgunu, zedelenen milli duygular, yetim çocuklar, dul kadınlar, darbe girişimleri, 1923’teki dehşet verici ekonomik çöküş… “Yıkımın eşiğindeki nesil.” Yazara göre, “Griesinger o zamanlar fark edemese bile 1918-1919 olayları onda kalıcı yaralar açmıştı.” Devrin Alman gençlerinin siyasi eğilimi: “Yeni bir kimlik duygusuna karşı duydukları özlem ile kolektif eylemde birleşen ve siper yoldaşlığının romantik yorumlarından esinlenen gençler, liberal demokrasiye karşı şüpheciydiler… Almanya’nın içinde bulunduğu politik ve ekonomik karışıklığa çözüm, ancak geleneksel sosyal ve siyasi otorite yapılarına dönerek bulunabilirdi… gençlerin çoğu, soğuk, sert, kararlı bir yapıya ve abartılı bir kendini önemseme duygusuna sahipti.” Tüm bunlar, milliyetçi ve Weimar karşıtı bir ailede yetişen Robert’ın da nitelikleri. Yeri gelmişken, öğretmenleri de militarist bir Almanya arzularmış. Sıradan Alman Griesinger’in geçtiği yol bu: “Wally’nin günlüğü gösterdi ki, Griesinger daha ortaokulu bitirmeden, milliyetçiliğin oldukça gerici bir formu, oğlunun karakterinin belirleyici özelliklerinden birisi olmuştu bile.” Giderek ırkçı milliyetçi duyguları pekişir müstakbel SS subayının.
Üniversitede hukuk eğitimi ve vasat öğrenciliği, ilk iş, muhafazakâr Tubingen’de geçirdiği zaman, o esnada Nazilerin yükselişi ve iktidara gelişi, Nazi yöntemlerinin en sakin şehirlerde dahi görülmeye başlaması, 1933’te yaşadığı bölgenin içişleri bakanlığında işe başlaması, SS’e katılması (ki bu katılım, 1937 ya da 1939’daki bir katılımla aynı değildi), stajyer avukatlık dönemi, Paris ve Londra ayları, bir SS’e yaraşır evliliği… Bu süreçte, halkın Nazilere olan desteği değişkendir. Ayrıca, 1935-36’da Nazilere yönelik olumsuz görüş bildirmek henüz imkânsız olmadığı gibi, 1936 başında Hitler dış politikası saldırganlaşmamıştı. Örneğin 1936 Berlin Olimpiyatları esnasında, Nazi rejimi epeyce sakin ve barışçıl görünmek için çaba harcıyor.
Sonrasında her şey hızla değişir tabii ve Griesinger’in önüne Nazi kimliğini sergilemek için muhtelif fırsatlar çıkar. 9 Kasım 1938, Kristal Gece, gibi. Kitabın bu sayfalarında benim için çok çarpıcı olan, Kristal Gece’de, Stuttgart İtfaiye Teşkilatı’nın yangınlara müdahale etmemesi bir yana, sinagogun ateşe verilmesine yardım etmesi oldu. Faşizmin nasıl her şeyi tersyüz edebildiğine ilişkin çok anlamlı bir örnek. Sonrası, korkunç savaş, SSCB’yi işgal denemesinin sonu vs. 1942 sonlarında, SS subayı bir daha dönmeyeceği Prag’a tayin olur. İşgal edilen Çek topraklarında görevlendirilmek istemesinin temelinde kariyer hevesi var. Griesinger 1941’e dek katil olmasa da, bu andan itibaren artık soykırımcılarla birlikte çalışır, katliamcıların suç ortağı ve alt düzeyde bir karar alıcıdır. Çalıştığı bakanlığın görevi Yahudileri zorla çalışmaya göndermek: “Griesinger, Prag’daki ilk yılı boyunca, Avrupa’nın işgal edilmiş topraklarından zorla çalıştırılmak için toplanan yüz binlerce işçiye katılmak üzere tam 75 bin Çek erkek ve kadının nakil işlemlerinde görev aldı.” Savaş sonunda, orada ölür.
Daniel Lee, SS subayı kahramanının işini seven biri olduğu kanısında. Kariyer planlayan, o kariyeri Nazi iktidarında yapıyor olmaktan rahatsızlık duymayan, övgü bekleyen, milliyetçi-ırkçı bir ortamda vasat bir öğrenci olarak yetişmiş, Nazi memuru kimliğiyle neler yaşadığının ve nelere yol açtığının farkında, sıradan biri Griesinger. O koltuk döşemeciye gitmese ve belgeler Daniel Lee gibi birinin eline ulaşmasa, adı bilinmeyecek, herhangi bir Nazi memuru. Yaşamının farklı aşamaları, sıradan bir insanın en acımasız yönetim dişlisinin gönüllü parçası olabileceğinin hikâyesi.
Faşizm, sıradan insanını, memurunu, gönüllüsünü bulmakta hiç zorlanmadı. Ne o gün, ne bugün.
Öneriler:
- Bir halkı temsil etmek nasıl bir şeydir, merak eden varsa, gazeteci Işın Eliçin’in, KKTC parlamentosu üyelerinden Doğuş Derya ile söyleşini dinlemesini öneririm.
- Elif Gökçe Aras’ın, ‘Muhafazakarın pişkini’ başlıklı güzel yazısı. Eline sağlık.