HÜRREM SÖNMEZ
Roboski katliamı yaşandığında, o patika yoldan katırlar üzerinde zavallı çocuk cesetlerinin indirildiği fotoğrafa baktığımda, bir daha hiçbir şey canımı bu kadar yakmaz sanmıştım. Yanıldım.
Soma faciasında bundan daha ağır bir duygu olmaz galiba demiştim. Yine yanıldım.
Her defasında en acısı bu galiba diye düşündüm. Her defasında yanıldım.
Yaşadığımız her felaketten sonra ‘Unutursak kalbimiz kurusun’ dedik, ‘Katil devlet hesap verecek’ dedik ya, ne kalbimiz kurudu, ne katil hesap verdi. Aksine hayat devam etti; memleket bize bir evvelkini unutturacak yeni trajediler ‘ihsan etti.’
Böyle böyle geldik bugünlere.
Bundan önce Cudi’nin ormanları yandığında şöyle yazmıştım, “Hemşin’den Cudi’ye giden yolda kuracağız kardeşlik hukukumuzu.”
Suruç katliamı yaşanmamıştı henüz… Suruç’tan Bursa’ya, İstanbul’a, Trabzon’a, Samsun’a, Dersim’e cenazeler gönderileceğini bilmiyordum o yazıyı yazarken. Üzerimize acı bir duman çökeceğini, acının Suruç’tan yol olup tüm memlekete dağılacağını bilmiyordum. “Hemşin’in ve Cudi’nin ağaçları, dereleri kardeştir, bir yol olacak birlikte yürüyeceğimiz” derken ben, Cudi’nin ve Hemşin’in çocukları paramparça edilerek karıştı birbirine…
Yolun sonuna, savaşın başlangıcına geldik dayandık
Suruç katliamının ardından her sabah, sanki gitgide büyüyen bir çığ üstümüze doğru geliyormuş duygusuyla uyandık. Artan bir endişeyle içimizde umut eden bir yer öldü her gün. Ve yolun sonuna, savaşın başlangıcına geldik dayandık.
Bilinen gerçektir, savaş bir kez başladığında kimin haklı, kimin haksız olduğunun bir önemi kalmaz. İlk taşı kimin attığı, her şeyin nasıl başladığı unutulur, kim neden savaştığını unutur, tabutları farklı bayraklara sarılı ölüler aynı toprağa karışır.
Savaşın içinde unutmak vardır daima, o günlere nasıl geldiğimizi de, bazı vakitler mutlu olduğumuzu da, bir zamanlar her şeye rağmen yüz yüze bakan insanlar olduğumuzu da unutmak…
Kaç gündür görüyorum, okuyorum, okuduğum yorumlar üstüne düşünüyorum; biz bu örgütlü kötülükle nasıl baş edeceğiz, kötülüğün parçası olduğunu asla anlamayacak bu çoğunluğa derdimizi nasıl anlatacağız, nasıl duracağız yan yana?
Kaç gündür yazılıp çizilenlere bakıyorum. Hepsi bir komutan edası içinde, hepsi bir savaşan şahin; ‘Vurduk, vuruyoruz, vuracağız…’ Birinci çoğul şahıs kurulsa da cümleler, vuranlar da ölenler de hep başkası aslında. O gururlu anlatıcıların coşkusu kendisinin asla ölmeyeceğine inancından, nasılsa savaşacak olan da başkası ölecek olan da.
“On evladım daha olsa onu da fedâ olsun” demenin kutsandığı, “Benim çocuğum ne uğruna öldü” diye sormanın lanetlendiği yakın tarih devlet formatı ise hep ‘çok pratik ve kullanışlı’ olmuştur toprağımızda.
Bir samimiyet ölçerle dolaşır vatanseverlerimiz
Her iki taraftan da aynı mânâya gelen cümleler yükseliyor şimdi: Ölen polisin, askerin kanı yerde mi kalsın?… Devlet bombalasın da örgüt boş mu otursun?.. HDP’nin Meclis’te kalabilmesi mümkün değildir, sırtını teröre dayamıştır, kapatılsın… Barışla bir yere varılamayacağını gördük bu romantik barış seviciliğiniz artık yeter…
HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş şimşekleri üzerine çekmek pahasına, “Asker de bu ülkenin evladıdır, polis de diyor” ama görünmeyen bir samimiyet ölçerle dolaşır bizim vatanseverlerimiz. Önce ‘Bak ona üzüldün buna üzülmedin’ derler ciğerini görüyorlarmış gibi, ‘Üzüldüm’ dediğinde de ‘Samimi değilsin’ diye buyururlar.
Oysa kendileri ne kadar da samimidir başkalarının acıları ve ölümleri üzerinden, ölümler kime yaradı diye kâr-zarar hesabı yaparken?
Peki, ya sonra?
HDP kapatılsın, milyonlarca insanın iradesi yok sayılsın, hatta mümkünse o milyonlarca insanın kendisi de yok edilsin, öldürülsün, zindana atılsın, sürgün edilsin ve sen alkışla bütün bunları, tüm kalbinle sevin…
Peki, ya sonra? Ne kalacak geriye sana canım kardeşim? Sonsuz bir huzur ikliminde, cennet bir vatanda birlik ve beraberlik içinde yaşayacağınız mutlu günler mi gelecek ardından?
AKP’li, MHP’li, milliyetçi, İslamcı, ulusalcı vb. ayrımlarınızı bir kenara bırakıp yine tek yürek olmuş bir koroya dönüştüğünüz şu günlerde, coşkuyla karşıladığınız savaşın ne için yapılacağını, bu ülkenin evlatlarının ne uğruna öleceğini ve ardından geriye ne kalacağını düşündün mü hiç ey vatansever arkadaşım?
Sen, bu savaş içinde ‘Vurduk, geberttik, yılanın başını ezdik’ diye coştukça, daha fazlasını istedikçe kimilerinin neşelenmesinin sebebi, saltanatlarının ancak böyle sürebilecek olması.
Yakında meydanlardan, Meclis kürsüsünden Mehmet Akif’in dizeleri okunabilir, “Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki fedâ, şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ.” Sen de şahlanırsın izlerken, vatan ve bayrak sevgisiyle dolar için. Bir daha düşün istersen, uğruna çocuklarımızı feda etmeye hazır olduğun cennet neresi diye…
Kokuşmuş, berbat düzendir cennetin
Senin ‘cennet’in tarihin, kültürün haraç mezat satıldığı, kentlerin yağmalandığı, ormanların yok edildiği, derelerin kurutulduğu bir talan düzeni… Kadınların her gün cinayete kurban verildiği, bütün bir köy halkının bir çocuğa defalarca tecavüz edebildiği, günde yirmi lira kazanmak için giden işçilerin kamyon kasalarında taşınırken öldüğü, hırsızın, uğursuzun devlet eliyle aklanıp baş tacı edildiği, kimsenin hesap vermediği…
İşte bu kokuşmuş, bu berbat düzendir cennetin.
Güçlünün kazandığı, zayıfın ezildiği, eşitliğin ve adaletin esamesinin dahi okunmadığı bu düzen sürebilsin diyedir bu alkışladığın savaş. Kötüler Yemen’e kadı olabilsin diyedir.
Ey vatansever kardeşim, uğruna on binlerce genci fedâ etmeye hazır olduğun şu toprağı sıksan şühedâ değil, pislik fışkırıyor şimdi. Zira muktedirler şühedanın mezarı dahil her şeyi paraya çevirdi çoktan, ahlaksızlık müesses nizam haline gelmişken, bu kötülerin saltanatına hâlel gelmesin diye çıkartılacak savaşa seviniyorsun sen şimdi.
Bir muhterisin kendi iktidarı hüküm sürsün diye
Çocukların aydınlık ve umutlu bir sabaha uyanabileceği, yoksulluğun, çaresizliğin, adaletsizliğin olmadığı daha güzel bir dünya için, ekmek için, umut için yaşanacak ise ufukta gördüğümüz karanlık günler, başımız gözümüz üstüne. Zira biliriz ardından güneş doğacak. Ama bir muhterisin kendi iktidarı hüküm sürsün diye her yeri ateşe verdiği, onun buyruğuna karşı gelen, ona ‘Yeter artık’ diyen milyonlarca insanı cezalandırmak için başlattığı bu savaşa sevinenlerin kendi içine dönüp bir sorgulama yapması gerekir naçizane fikrimce. İçimizdeki kötülükle yüzleşmek de bir insani meziyettir kimi zamanlar.
Savaş uçakları sorti yapsın, bombalasın… Barış bitsin, HDP kapatılsın, siyasi kadroları tutuklansın, seçmenleri sindirilsin, susturulsun, yok edilsin… Peki ya sonra? Ben söyleyeyim sana sonrasını; bir yeryüzü cehennemidir ardından sana kalacak olan.
O cehennemi kutlamak için Arif Nihat Asya’dan şiirler okuyun şimdi… Ya da “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak uğruna ölen varsa ancak vatandır” dizesi de uygun düşebilir. Sonra da medyası, işadamı, siyasetçisiyle bu pespaye düzenin nimetlerinden faydalanan leş kargalarının rahatı kaçmasın, bu devran böyle dönsün diye savaşa gönderin evlatlarınızı.
Cenazeler geldiğinde de bayrakla, imanla örtün uğruna ölünen o vatandaki tüm acıların ve günahların üstünü.