
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sinema
insanatinart@gmail.com
Ya seçimi kazanmak istemiyorlarsa!
‘Nasipse Adayız’ filminin en can alıcı cümlesi… Politika ile siyasetin ayrı yol haritaları olduğunun göstergesi.
Bir aday adayının birbirine karışmış mevziler içinde gideceği yönü nasıl kaybettiğini gösteren bir hikaye Doktor Kemal’inki…
İdeolojilerin değil, siyasetin hayli eskidiği ve kirlendiği; Amerika kıtasından, Avrupa’nın yaşlı entelektüeli Fransa’ya kadar siyaset düzeyinin yerlerde süründüğü günümüz dünyasına bakan film, önemli bir yüzleşmenin kapısını aralıyor.
Ercan Kesal yaşanmışlıklarından yola çıkarak, dramatik kurgusunu oluşturduğu filmde senarist ve yönetmen koltuğunda oturuyor. Ve, ‘Nasipse Adayız’ gittiği her festivalden ödül almadan dönmüyor.
Ceket iliklemeli bir siyaset bahsedilen.
Daha adaylık aşamasından başlayarak Doktor Kemal’in her adımda duruşunu, değerlerini kerameti kendinden menkul; “Üç bin oyum var, beş bin oyum var” diyen akıl hocalarının etkisiyle nasıl kaybettiğini adım adım izliyoruz.
Film, politik dünyada ya da herhangi bir sivil toplum kuruluşunda, hatta kendilerini çok daha ayrıcalıklı gören beyaz yakalı dünyasında işin içine seçilmek, yönetim kuruluna girmek veya terfi etmek girdiğinde ceket iliklemeli, hafif öne eğilmeli siyasetin hayatımızın ne kadar içinde olduğunu, bize acımadan gösteriyor.
Bütün mesele en güçlü olanın birinci çemberi içinde yer alabilmek.
Müthiş güzel çekilmiş asansör sahnesi bunu çok etkileyici biçimde anlatıyor.
Böyle yazınca günümüzün yakışıksız deyimiyle spoiler vermiş gibi oluyoruz fakat filmde bilmediğimiz ya da dost ortamlarında konuşulmayan hiçbir şey yok. Ancak Ercan Kesal senaryoyu öyle güzel kurgulamış ki film her sahnede ayrı bir tokat atarken, bireysel yaşamınıza kadar iniyor sorgulamanız.

Herkes kendini ötekilerle ifade ederek ayrıştırmaya ve farklı olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Koca koca adamlar alınlarından öpüldüklerinde, saat almış sünnet çocuğu gibi seviniyor.
Oyunu kaybeden, yanındaki herkesi kaybediyor.
Asıl ihtiyacın akıl ve cesaret olduğu yerde, varsayılan ihtiyacın ilişki yönetimi olduğunda yola çıkarak her şey vıcık vıcık biçime dönüşüyor.
En sonunda kapıdan cebinizde başka birinin takma dişleriyle çıktığınız süreç bu…
Yeniden yazılması gereken bir toplumsal ilişkiler manzumesi hayat…
Sinema yalnızca afişte ismi yazanların değil, çok daha kalabalık bir kitlenin üretimi. Bu bağlamda Ercan Kesal yazarlığından, senaristliğinden ve oyunculuğundan bildiğimiz hassasiyetiyle iyi bir ekip kurmuş. Ne ışık aksıyor ne oyunculuk ne de kurgu masasında sıkıntı var.
Filmi izledikten sonra Wilhelm Reich’ın ‘Dinle Küçük Adam‘ kitabını bir daha okumak geldi içimden, okudum.
Size önerim filmi izlemeden önce okuyun kitabı. Yok. Kitabın filmle hiçbir ilgisi yok. 1940’ların sonunda yazılmış bir kitap. Fakat her ikisi de aynı insanı anlatıyor.
Zaaflarının kuyusuna düştüğünde önce kendini, sonra geçmişini ve geleceğini kaybeden, ceketinin önünü ilikleyip ya da yalancıktan eliyle kapatarak alnından öpülmeyi ve iktidarı temsil eden her kimse, onun birinci çemberinde olmayı bekleyen küçük adamı…
Sonra ‘ilişki yönetimi’ diye kendi küçük hayatınızda yaptıklarınızı düşünün.
Bakalım samimi olabilecek misiniz kendinize?
Düşünün kim, aslında ne?