BARIŞ BÜYÜKOKUTAN*
Bir polis cenazesinde bandonun Chopin’in Cenaze Marşı’nı çalmasını engelleyerek tekbir getiren ‘halk’ ve olayı yorumlayan ‘uzman’lar 150 yıllık hikayemizi bir çırpıda özetleyiverdi: bir tarafta Osmanlıcı, İslamcı popülizm; öbür tarafta Batıcı, sekülarist elitizm. Ama daha önemlisi, arkaplanda bu iki tarafı kavgalarına anlam ve yön vererek birbirine bağlayan otoriter gelenek—zira tören bir devlet töreni ve katılım yarı zorunlu. Ve tabii ki o otoriterliğe karşı durmanın, üçüncü bir safı tutmanın görünürdeki imkansızlığı: Itri ile Chopin arasında seçim yapma zorunluluğu. ‘Dünyadan kopmamak’ için yapılacak her şeyin ‘halktan kopmak’ anlamına gelmesi.
Bu zavallı felç durumundan çıkmak için basit bir soruyu yeniden ciddiye almayı öneriyorum: Bu ‘halk’ ile bu ‘dünya’ birbirinden niye bu kadar kopuk?
Bu iki düşman aslında kardeş
Doğuculara sorarsanız cevap basit. ‘Dünya’ gerçekten dünya değil. Batılı emperyalistlerin sırtımızda otururken önümüzde sallandırdıkları bir havuç var orada sadece. Eşekliği bırakıp Batı’yı üstümüzden atmamız kendimize gelmemiz için yeterli.
Batıcılar için ise ‘halk’ gerçekten halk değil. Bindirilmiş kıtalar. Beyni yıkanmışlar. Sayıları belki çok ama temsil yetenekleri yok, olmadı, sıkı bir Atatürk sevgisi ve fen bilgisi onlara aşılanana kadar da olmayacak.
Birbirini reddeder gibi gözüken bu iki cevabı birleştirmeyi öneriyorum: Ne ‘halk’ gerçekten halk, ne ‘dünya’ gerçekten dünya. Nasıl ki İslamcılık sosyalizmden fikir apartıp antiemperyalist olabiliyor, nasıl ki Batıcılığın harcında ciddi bir Batı fobisi de var, bu iki düşman aslında kardeş. Düşman kardeşlerin ana-babasını dinlemeyi, gerçekten dinlemeyi öneriyorum. Dedikleri doğru olduğu için değil. Satır aralarında halimizin gerçek resmine dair ipuçları olacağı için.
Ne o ‘halk’ var ne de o ‘dünya’
Birincisi: Orada öyle bir ‘halk’ yok. Haberi bir yandaş web sitesinde okuyana kadar kaç AKP seçmeni Itri düşkünü olacak kadar Itri biliyordu? Kaçı arabada TRT Nağme dinler? Halk dediğin, bini bir yerde binbir türlü bir çokluk. Bakmayın Fatih-Harbiye, Nişantaşı-Kasımpaşa klişelerine; Afyon Bartın’a, Urfa Antakya’ya, Antalya Mersin’e benzemez. Bakmayın yüzde 60lık AKP-MHP bloğuna: Savaş zamanı yüzde 40 az mı? Yüzde 50lik AKP seçmeninin kaçının kesin ve çekincesiz tercihidir AKP?
İkincisi: Öyle bir ‘dünya’ da yok. Kültürün ulusal kültürlere bölündüğü, ulusal kültürlerin içinde de evrenselci bir yüksek kültürün ‘low-brow’ beğenilerden ayrışıp özerkleştiği ‘uygar uluslar ailesi’ düzeni hiçbir zaman tam oturmamıştı, şimdi ise yavaş yavaş sona eriyor. Artık Chopin sevmenin ön şartı Itri (ya da Orhan Gencebay, ya da Ankara havası) sevmemek değil. Kültürel sermayenin birikim sürecini belirleyen ilke snobluktan hepçilliğe kayıyor.
Birbirini tamamlayıcı iktidar mayaları
Halkın olmadığı yerde halkçılık, dünyanın olmadığı yerde dünyacılık ne iş peki? Bunları rakip bile olmayan, birbirini tamamlayıcı iktidar mayaları olarak düşünmek gerek. Bu kadar heterojen bir nüfusu idare etmek için o heterojen kitleyi bir ortak paydada buluşturmak lazım; o ortak payda da yeteri kadar içerici ve yeteri kadar dışlayıcı olmalı.
Halkçıların da bir evrensellik tahayyülü var, zira herhangi bir ismi değil anlı şanlı Itri’yi ortaya atıyorlar. Ama Itri evrensellik boş gösterenini bir türlü dolduramıyor, çünkü ‘uzman’ların birinin belirttiği üzere 9/8’lik bir tempoda marş olmuyor, olamıyor, devlet de marşsız yapamıyor.
Aynı şekilde dünyacıların da bir yerellik tahayyülü vardı, zira Halikarnas Balıkçısı gibi kötü bir hikayeciden bir tarih kuramcısı çıkarttılar. Ama o tarih kuramı yerellikle özdeşleştirilen otantikliği bir türlü hissettiremedi. Marş temposunda dost sohbeti yürümüyor. Yani şanssızlığımız bir orta noktanın bir türlü bulunamamış olmasında.
Kıytırık seçimi reddetmek
Peki ya bu şanssızlık aslında Türkiye’nin en büyük şansıysa? Bugün bize düşen bu kıytırık seçimi yapmayı reddetmek, ‘Halkçılık buysa biz halkçı değiliz; dünyalılık buysa biz dünyalı değiliz’ diyebilmek değil mi? Kemalist olsun Erdoğancı olsun, bu otoriter geleneği taşıyan siyasi iktidar bir de kültürel iktidarı ele geçirmiş olsa, bu itirazı dillendirmek mümkün olacak mı?
Dünyanın en hızlı yaşlanan toplumlarından birinin gençleri öldükçe ölürken bazı devletluların kafasına takılan şey o gençlerin cenazesinde çalan müziğin yampiriliği ise burada ciddi bir sorun var tabii. Ama her işte bir hayır vardır. Devlet kafasının bu sorunu bir türlü çözemiyor olması da belki başka her yerden kovulan demokratlığın kültür alanında yaşamaya devam edebileceğini müjdeliyor.
* Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi