ONUR ÖNCÜ
@oencueonur
Derinleşen ekonomik kriz ve beraberinde artan hayat pahalılığı, her kesimi olduğu gibi emeklileri de etkiliyor. Hatta emekliler bu sorunu iliklerine kadar hissediyor. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Emeklileri enflasyona ezdirmeyeceğiz” dese de emeklilerin aldığı maaşlar eridi. Yani Erdoğan’ın söylemleriyle emeklilerin yaşam mücadelesi örtüşmüyor.
En düşük emekli aylığı geçin hafta 10 bin liradan 12 bin 500 liraya çıktı. Bu ücret artışı Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) altı aylık enflasyon rakamlarına göre yapıldı. Ancak, TÜİK’in enflasyon artışı rakamları ile çarşının, pazarın fiyat artışı uzun bir süredir bir değil.
Emeklilerin durumunu bir emekliyle konuşmak için emekli aşçı Vahdettin Özkan ile Çengelköy’de buluştuk.
Neredeyse yarım asır çalışmış 63 yaşındaki Özkan ile ekonomik krizi, artan hayat pahalılığını ve bu krize karşı ne yapılması gerektiğini konuştuk.

Mesleğiniz nedir?
Ben aşçılık yaptım.
Kaç yıl çalıştınız?
35 yıl çalıştım.
Şu an aldığınız emekli maaşı ne kadar?
14 bin lira emekli maaşı alıyorum.
Hangi yıl çalışmaya başladınız?
1976’da mesleğe başladım. Turizm Bakanlığı’na bağlı bir otelde. Sonra çeşitli otel ve restoranlarda çalıştım.
Kaç yılında emekli oldunuz?
2006’da emekli oldum. Fakat ailede tek çalışan olduğum için, yaşamımızı sürdürebilmemiz mümkün olmadığından, emekli olduktan sonra da 2006’dan 2019’a kadar aktif çalışma hayatının içinde kaldım. Yarım asra yakındır çalıştım.
2019’dan sonra çalışmıyorsunuz…
Beş yıldır hiç çalışmıyorum. O sürede eşimi emekli yaptım. Çocuğumuzun okulu bitti, o da iş hayatına başladı. Şimdi kendi yağımızla kavrulmaya çalışıyoruz.
Aslında emekli olup ‘rahat’a erişilmiyor…
Kesinlikle. Aslında eğitim, sağlık, barınma, yani yaşamın zorunlu ihtiyaçlarını çalışırken de giderebilme, elde edebilme imkânı yok. Sürekli çalışmak için yaşayan, ona doğru dönüştürülmüş bir süreci yaşıyoruz. İnsan bu süreçte daralıyor, kendini makinanın bir parçası olarak görüyor veya bir tutsak duygusuyla iş yaşamına devam ediyor. Hayatını da döndürebilmesi için mutlaka üretmek, çalışmak, emeğini satmak zorunda.

Emeklinin hali hep böyle miydi?
Türkiye ve dünya, 1977’de neoliberal ekonomi dediğimiz, bir ekonomik modele doğru yelken açtı. 1980 cuntasıyla birlikte imkanlar ve olanaklar, yani çalışma koşulları, ücretler, sosyal haklar adım adım işçilerin elinden alındı. 80 öncesi dönemde emekli olan veya çalışan bir kişide hem örgütlülük vardı hem de o örgütlü mücadelenin getirmiş olduğu kazanımlarla birlikte satın alma gücü mümkündü. İnsanlar temel ihtiyaçları barınma, sağlık, eğitim, gıdaya ulaşmayı daha kolaylıkla gerçekleştirebiliyordu.
2006’ya kadar bu kazanılmış olan haklar insanların elinden alındı. 2008’de bir yasa çıktı. Emekli olduğunda, çalışırken aldığın ücretin yüzde 70-75’i üzerinden emekli maaşı bağlanıyordu. 2008’de bu değiştirildi. 2008 öncesi asgari ücretin bir buçuk katı ücret alıyorduk. Fakat 2008’den sonraki yasa değişikliğiyle hem bu bağlanma oranları düşürüldü hem de enflasyon altındaki ücretler arttırıldığından dolayı, emekli maaşlarının büyük bir kısmı artık asgari ücretinin yarısına düşürüldü. Bunun sonucunda emekliler arasında da ücret farklılıkları oluştu.
Nasıl farklılıklar oluştu?
Kök maaş adlı ucube uygulaması, emekliler arasındaki bölme ve parçalama işlevini gerçekleştiriyor.
Bu politikalar, her emekli grubunu, alacakları maaş anlamında birbirine yaklaştırmayı amaçlıyor o zaman?
Bu sistem pirimi yüksek olanların da ücretlerini aşağıya çekiyor. Aslında herkes yoksullukta, asgari ücrette, ortalama 12 bin 500 ile 15 bin skalasına sıkıştırmış durumda.
Bu politikalarla emeklilere savaş açılmış durumda?
Kesinlikle. Yoksullukta eşitleme politikası yaptıkları için… Emekliler, TÜİK’in açıkladığı rakamlarla, açlık, yoksulluk sınırının altına düşen bir ücret uygulamasıyla karşı karşıya.
“Yoksullukta eşitlendik” dediniz ya, Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Emeklimizi ezdirmeyeceğiz” diyor. Ne söylemek istersiniz?
“Enflasyona ezdirmiyoruz” söylemleriyle gerçeklik arasında ciddi bir çelişki var. Yerel seçimlerde bu politikayı uygulayan AKP’ye toplumun, emeklilerin, çalışanların, rıza göstermemesi gerekir.

Bu maaşlar, oranlar TÜİK’e göre belirleniyor. TÜİK rakamları açıklanacağı zaman sizin bir beklentiniz oluyor mu?
Yıllardan bu yana aynı senaryo var. Yavaş yavaş ücretlerin gasp edilmesine yönelik bir TÜİK oyunu var ortada. TÜİK’ten bir beklentimiz yok.
Neden yok?
Biz pazara ve marketlere gittiğimizde, temel ihtiyaçlarımızın alırken karşılaştığımız gerçek bir durum var. Altı ayda veya bir yılda gelen zamlarla bize yapılan zam oranı arasında ciddi bir fark var. Bunu yaşayarak görüyoruz.
Haftalık alışverişiniz ne kadar tutuyor?
Bir pazar alışverişimiz var. Artık zaten eti göremiyoruz… Haftalık alışverişimiz nerden baksan bakliyat, peynir ürünleri, sebze ürünleri toplam 2-3 bin lira civarında tutuyor.
Kirada mısınız?
Şu anda kirada değiliz. Bir de kirada olmuş olursak birçok şeye erişemeyiz. Özellikle büyük kentlerde kirada oturan emekli arkadaşlarımızın kira bedelini ödemesi mümkün değil. Bugün hem kiralar açısından hem de temel ihtiyaçlara ulaşılması açısından maaşlarımızla ürünlerin ücretleri arasında korkunç fark var.
Mesela nasıl farklar var?
Örneğin; İstanbul’da 20 bin liradan aşağıya konut yok. Şimdi 20 bin lira kira veren bir emekli düşünün, zaten aldığı ücret 12.500 – 20 bin skalası arasında. Bu kişi barınmaya bu parayı verdiği zaman, bunun gıdası var, sağlığı var, çocuğu varsa eğitimi var…

Emeklinin emekli olduktan sonra da çalışmasını mecbur kılan bir sistem var diyebilir miyiz?
Aslında şöyle diyelim, 1600-1700’lerde kölelik sistemi vardı. Bu sistemlerde köle sahibi, kölenin üzerinde tüm haklara sahipti. İstediği zaman onunla ilgili tüm kararları veriyordu. Köle olanın, doğduğu andan ölümüne kadar, köle sahibinin bir parçası veya malı olarak görüldüğü bir sistemdi. Günümüzde ise tarihin çarklarını geriye doğru sarmaya yönelik bir süreçle karşı karşıyayız. Kendine yabancılaşmış, çalışmak için yaşayan hale dönüşmüş, duyguları elinden alınmış, her yanı kuşatılmış, bir ekonomik modele entegre edilmiş bir anlayış sürdürülüyor. Bu anlayış içten içe bir öfkenin, bir itirazın, bir arayışın yollarının sorgulanmasına da neden oluyor.
“İtiraz ve öfke” dediniz. Sizce emekliler ne yapmalı?
1980 öncesi dönemde de ücret farklılıkları vardı. Sistem orada da bölüp parçalıyordu. 80 öncesi emekli olmuş birisi, çalışarak geçirdiği 35 yılın sonunda bir gecekondu, dönemin otomobillerinden bir Anadol ya da Murat satın alıp, bir miktar parayı da bankaya yatırabiliyordu. Şimdi emeklilerin birçok hakkı ellerinden alındı. Günümüzde de emeklilerin ücretlerini yoksullukta eşitlediler. Yeni emekli olanlar, en temel yaşamsal hak olan barınma hakkına bile erişemez hale getirildi. Emekliler ve emekli olacak olanlar bunu bir toplumsal sorun olarak görmeli ve tepki göstermeli. Siyasal olarak bu emekli politikalarını kim savunuyorsa, emeklilerin bunlardan desteğini çekmesi lazım. Diğer yandan da bunun seçim dönemlerindeki bir siyasal davranış biçiminin dışına taşması lazım.
Ne demek istiyorsunuz?
Türkiye’de 30 milyona yakın bir çalışan var. Bu çalışanların 2 milyona yakını sendika üyesi. 16 milyon emekli var, aileleri de katarsak bu 32 milyona tekabül ediyor. Türkiye’de örgütlenme kültürü karalandığından, ‘örgütlenme kötü bir şeydir’ algısı yaratıldığından dolayı, emekliler ve çalışanlar örgütlenmeye yönelmiyor. Emeklilerin, hakları için mücadele etmeleri lazım. Mücadele için de örgütlenmek gerekiyor.

Her yıl paranız daha da eriyor. Tekrar çalışmak zorunda kalırsanız, çalışabilir misiniz?
Yaş aldığımızdan dolayı, mesleki tecrübelerimiz ve birikimlerimiz olsa da işletmeler zaten bizi istihdam etme konusunda mesafeli davranıyor.
Endişeniz var mı?
Bugün ekonomik olarak aldığımız maaşlarla temel ihtiyaçlarımızı giderememe, temel ihtiyaçlarımıza ulaşamama kaygısını yaşıyoruz, çaresiziz. Bir yandan aç kalma, bir yandan temel ihtiyaçlara ulaşamamayla karşı karşıyayız. Bunun kaygısı, korkusu, endişesi ben de dahil bütün emeklilerde mevcut.