Totoloji olacak ama yine de “oyunun bir başka kuralı” da şudur: “Borç almayan ya da alamayanın borcu olmaz.”
Bir yıldan fazladır Türkiye dış borç alıp, cari açık vermek için çırpınıyor. Londra’ya, New York’a hatta Tokyo’ya gidip, ‘roadshow’ tabir edilen ‘kendini beğendirme’ defilelerinde boy gösteriyor. Yetmiyor, sırf borç almak için dövize fahiş faiz bile veriyor. Buna rağmen, ancak eski borçların anapara taksitlerini ve faizlerini ödeyebilecek kadar döviz bulabiliyor. Dışarıdan bol döviz gelmeyince, döviz fiyatı yükseliyor. Döviz fiyatı artınca, enflasyon patlıyor. Enflasyon yükselince onu düşürmek için TL faizleri yükseltiliyor. Reel sektör firmalarının borçları, durduğu yerde artıyor. Yüzen firmalar, batan firma oluyor. Yatırımlar geriliyor. Hane halkı gelirleri, fiyatların gerisinde kalıyor, iç talep daralıyor. İşsizlik artıyor. Milli gelir küçülüyor. Yani ‘kısır döngü’ oluşuyor. Kök sebep: Sürdürülemez ‘dış-borç-kolik’ yapıdır. Yapısal reformun stratejik hedefi işte bu yapıyı değiştirme olmak zorundadır.