Yargıtay, 10 tutuklunun demir çubuk ve sopalarla dövülerek öldürüldüğü ‘Diyarbakır Cezaevi katliamı’ davasında zaman aşımı kararını hukuka uygun buldu.
24 Eylül 1996’da Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde 10 tutuklu sopa ve demir çubuklarla dövülerek öldürülmüş, 24 tutuklu yaralanmıştı. Asker, polis, gardiyan, cezaevi doktoru ve müdürü dahil 89 sanıklı dava, usul ve esas yönündeki eksiklikler nedeniyle iki kez Yargıtay’dan dönmüştü.
Yargıtay’ın ikinci bozma kararından sonra dava, Diyarbakır 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görüle davada zaman aşımı kararı vermişti.
Yerel mahkeme kararının hukuka aykırı olduğunu savunan mağdur avukatları dosyayı üçüncü kez Yargıtay’a taşımıştı. Bazı sanık avukatları da zaman aşımı yerine beraat kararı verilmesi gerektiğini savunarak karara itiraz etmişti.
Böylece yaklaşık 28 yıldır süren davada dosya, üç kez Yargıtay’a taşınmıştı.
MLSA‘dan Deniz Tekin’in aktardığına göre Yargıtay 1’nci Ceza Dairesi, temyiz incelemesini dört yılda tamamladı ve yerel mahkemenin dosyayı düşürme kararını oy çokluğuyla onadı. Yargıtay, mahkemenin sanıkların maktullere karşı gerçekleştirdiği eylemleri tanımlarken kullandığı suç maddesi ve hukuki değerlendirmelerinde bir hata bulunmadığını belirtti. Ayrıca, 2014’te beraat eden yedi kamu görevlisi sanık hakkında yeniden hüküm kurulması ‘hukuki değerden yoksun’ bulundu.
Karara bir Yargıtay üyesiyse itiraz etti. Üye, mahkemenin sanıkların eylemlerinin görev gereği yapılıp yapılmadığının ve hukuka uygun hareket edip edilmediğinin ayrıntılı biçimde incelenmesi gerektiğini, eylemlerin hukuka uygunluğunun tespiti halinde beraat kararı verilmesi gerektiğini savundu. Sanıkların görev sınırlarını aştığının tespiti halindeyse lehte kanun hükümlerine göre ceza verilmesi gerektiğini savunan üye, müdahalenin ‘kastı aşan adam öldürme’ olarak değerlendirilip zamanaşımı kararı verilmesinin hukuka aykırı olduğunu kaydetti.
Mağdur avukatları, davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurmuş, AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşam hakkını güvence altına alan 2’nci ve işkence ve kötü muameleyi yasaklayan 3’üncü maddesinin ihlal edildiğine karar vererek Türkiye’yi 2010’da 798 bin avro tazminata mahkum etmişti.