Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Son zamanlardaki yargı kararlarına bakınca hep bu sorulara kafa yoruyorum:
Geçmişte cüzdanlarıyla vicdanları arasında sıkışmaktan yakınan yargı mensupları şimdi nerede sıkışmış ki böyle vicdanları kanatan kararlara imza atıyorlar?
Vicdan gitti de yerine ne geldi?
Düşünsenize, kanlı eylemleriyle ünlü IŞİD terör örgütüne mensup olduğu kesin görülen, 45 kişinin katledilmesiyle suçlanan, 46 defa ağırlaştırılmış müebbet almış isimler “Mağdur olmasın, cezaevinde bir gün dahi fazladan yatmasın” diye serbest bırakılıyor. İş insanı Osman Kavala, belki de hayatı boyunca karıncayı dahi incitmemiştir, 7 yıldır tutuklu…
Gaffar Okkan’ın Konca Kuriş’in katili olan eli kanlı Hizbullahçılar serbest, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman, halkın oylarıyla milletvekili seçilen Can Atalay yıllardır cezaevinde.
Yayında dili sürçen gazeteci Özlem Gürses, terörist muamelesi görerek gözaltına alınıyor, Abdi İpekçi’nin katili, Papa suikastçısı Mehmet Ali Ağca canlı yayında gazeteci tehdit ediyor, kimse kılını kıpırdatmıyor.
Siyaset camiası özellikle de iktidardaki siyasetçiler rakiplerine, kendilerini eleştirenlere kötülük yapmayı düşünebilir, isteyebilir, hatta kötülük yapabilir.
Ancak yargı mensubunun böyle bir lüksü olamaz.
Zira yargı mensubundan vicdanlı olması beklenir ve vicdanla kötülük aynı bedende bulunması zor iki kavramdır.
Eğer yargı mensubu birine dahi kötülük yapıyorsa/kötü muameleye yol veriyorsa, birinin özgürlüğünü bile bile elinden almayı sorun olarak görmüyorsa, vicdanıyla çoktan vedalaşmış, siyasetin kötülük taleplerine teslim olmuştur. Hatta belki de yargı cüppesini çıkarıp siyasetçi elbisesini giymiştir.