• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Demokratlar otokrasilere karşı

14/05/2023 14:22

BAHADIR KAYNAK

@bahadirkaynak

Hayır, bu bir seçim yazısı değil. Her ne kadar Kılıçdaroğlu’nun Rusya’yla girdiği polemikle içerideki rekabet bir kez daha ulusal sınırları aşıp dünyayla ilişkilerimize sıçradıysa da başlık uluslararası siyasetle ilgili. Dünyada olup biteni bu iki ana eksende kutuplaşmış aktörler arasındaki çekişme üzerinden okumak mümkün mü sorusuna cevap arıyorum.

Devletlerarası ilişkileri incelemek için kullanılan ana akım gelenek realizmde, ulusların dışarıdaki davranışları, içerideki siyasi örgütlenmelerinden bağımsız olarak okunur. Kendi coğrafyası ve tarihinin dayattığı koşullar içerisinde devletler, güçlerini maksimize etmeye çalışır. O ülkede iktidarı elinde tutan kişilere, kesimlere bağlı olmadan gidilecek yön büyük ölçüde belirlidir. Sadece ulaşılacak hedefe yönelik kullanılacak araçlar bir tartışma konusu olabilir.


Bütün teorik çerçeveler gibi dünyayı anlayabilmek için daha basit ve izlenebilir hale getiren bu yaklaşım, elbette bazen önemli detayların gözden kaçırılmasına neden olabilir. İç dinamiklerden, ideolojilerden soyutlanan bir uluslararası güç mücadelesi okumasının hele modern zamanlarda, açıklayıcı gücü aşınır. Fransız Devrimi sonrası, Napolyon Savaşları’yla Avrupa’nın ve hatta Yakındoğu’nun kaderini sonsuza kadar değiştiren dinamik, 14’üncü Louis’in kıtayı hakimiyetine almak için giriştiği savaşlardan çok daha derin etkilere sahipti. Avrupa’nın tek bir gücün egemenliğine girmesi ihtimali bu dönüştürücü momentumun sadece bir parçasıydı.

İdeolojinin, uluslararası siyasetteki rekabetin orta yerine oturması asıl Soğuk Savaş’la gündeme geldi. Her ne kadar İkinci Dünya Savaşı’na giden yolda demokrasilerle, otokratik rejimler bir ara karşı karşıya geliyor gibi olsa da Sovyetler Birliği ile Nazi Almanya’sının çatışmanın ana ekseni haline gelmesi bu tasnifi ortadan kaldıracaktı. Soğuk Savaş’ın mekanik bir dünya algısıyla iki kutuplu olarak ifade edilebilecek düzeni ise iki çatışan ideoloji etrafında şekillendi. ABD’nin liderliğini yaptığı Batı Bloku kendisini liberal demokrasinin, özgürlüklerin savunucusu olarak konumlandırırken, karşısındaki Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku, halkların, emekçilerin gerçek temsilcisinin kendisi olduğu iddiasındaydı. Yarım yüzyıl boyunca Batı’nın karşısına dikilen sosyalist blok için liberal demokrasiler bir avuç seçkinin kitleler üzerinde tahakkümünü gözden kaçırmaya çalışan, sömürüye dayalı rejimlerdi.

Soğuk Savaş’ın ilk defa telaffuz edilmeye başladığı 1940’ların ikinci yarısında daha keskin olan bu ideolojik kutuplaşma, zaman içerisinde blok içi çatışmaları da içerecek, devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda beklenmedik hamlelerine de sahne olacak şekilde esnedi. Sosyalist blokta Stalin-Tito çekişmesiyle ilk büyük gedik açılırken, Batı ittifakı içerisinde De Gaulle Fransa’sının ABD’ye yönelik olumsuz tavrı somut çıkar çatışmalarının, ideolojik baraj duvarlarını aşabileceğini gösterdi. Batı ile Doğu arasındaki çekişme daha görünür yöntemlerle sürdürülürken, blokların kendi içindeki çekişme daha alttan alta sürdü.

Uluslararası rekabet şiddetlendikçe taraflar her türlü aracın, ulaşılacak amaçlar için gerekli olması halinde, kullanılabileceğine hükmetti. Sovyetler, kendi ideolojik pozisyonlarıyla örtüşmese bile Üçüncü Dünya’daki milliyetçi ancak anti-Batı yönetimlere yoğun destek verecekti. Ortadoğu’dan, Latin Amerika’ya, Asya’dan Afrika’ya ABD hakimiyetinde gedik açma potansiyeli olan her fırsat değerlendirildi.

ABD ise demokrasinin ve özgürlüklerin koruyucusu olma iddiasıyla çıktığı yolculukta bu hedefle uzaktan yakından alakası olmayan yol arkadaşları edindi. Üçüncü Dünya’daki bir dizi diktatörü sadece anti-Sovyet, anti-komünist oldukları gerekçesiyle destekledi. Bu kıyıcı rejimlerin önemli bir kısmının kurbanları sıradan, kendi halinde vatandaşlardı. Uluslararası siyasetin soğuk hesap kitapları içinde uluslar kâbus gibi yönetimler altında yaşamak zorunda kaldılar. Sovyet tankları Doğu Avrupa’daki halk hareketlerini işçilerin iktidarı adına ezerken, ABD destekli cuntalar özgürlük adına kendi toplumlarının canına okudular.

Soğuk Savaş’ın en büyük kırılma anı yine belki de ideoloji temelli açıklamaların uluslararası siyaseti açıklamakta en yetersiz kaldığı gelişme oldu. Sosyalist blokun iki devi Sovyetler ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki kopuş, her ne kadar ideolojik bir kılıf giydirilmeye çalışılsa da, iki ülke arasında güç ve liderlik mücadelesi üzerinden gerçekleşti. Sonuçta Moskova, ABD’yle çekişmesi için bile kullanmayı düşünmediği nükleer saldırı seçeneğini Çin üzerinde kullanmayı bile değerlendirdi.

Neyse ki bu karabasan senaryosu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Fakat bu büyük gedikten ortak düşman ABD’nin girişi ve Sovyetler karşısında Pekin’le tesis ettiği ittifak Soğuk Savaş’ın en önemli dönemeciydi. Anti-komünist siyasi pozisyonuyla bilinen ABD Başkanı Nixon’un, Pekin’de Mao ile tokalaştığı sahne, uluslararası siyaseti ideolojilerden bağımsız, çıkarlar üzerinden okuyanların da zafer anıydı.

İki kutuplu dünya düzeninin Sovyetlerin çöküşüyle birlikte sona ermesi, uluslararası sistemin işleyişini anlamaya çalışanların önüne bir dizi yeni sorun getirdi. Devletlerin yanında birçok yeni aktör tanımlandı, bir dizi yeni teorik çerçeveyle dünya geleneksel teorik çerçevelerin okumakta yetersiz kaldığı gerekçesiyle yeniden ele alındı.

Son yıllarda ise dünyayı demokrasilerle otokratik rejimler arasındaki güç mücadelesi üzerinden tahlil etme modası başladı. Bilhassa Çin’in ekonomik yükselişine paralel olarak siyasi bir güç odağı olarak da ortaya çıkması, Putin Rusya’sının ABD hegemonyasına meydan okuması, bu sınıflandırmayı daha da mümkün hale getirdi. Son bir buçuk senemize damga vuran Rusya-Ukrayna savaşı ise demokrasilerle otokratik yönetimler arasındaki ayırımı daha keskin hale getirdi. Savaşın başlamasıyla AB’nin, Ukrayna’nın yanında saf tutması, Anglosakson ekseniyle kıta Avrupası arasındaki makasın ortak tehdit karşısında kapanması, bu tasnifi kolaylaştırdı.

En hafif tabiriyle, sorunlu bir demokrasiye sahip Rusya’nın uluslararası hukuka ve normlara aykırı olarak komşu bir ülkenin egemenlik haklarını hiçe sayması, Batı dünyasının blok halinde karşısında durmasına yol açtı. Bununla birlikte Moskova’ya nispeten daha anlayışlı yaklaşan Macaristan ve Türkiye gibi NATO üyelerinin kendilerinin de demokrasilerinin sorunlu olması aynı tezleri destekler nitelikteydi. Yine otokrasiler bloğundaki Çin’in Batı’ya eleştirel yaklaşımı, bu çerçevenin içine oturur görünmekteydi.

Yine de görünürdeki bütün bu açıklayıcılığına rağmen demokrasilere karşı otokrasiler sınıflandırmasının sorunları olduğunu, kısa dönemli ışıltısının zamanla kaybolabileceğini de söyleyebiliriz. Zira Rusya-Ukrayna savaşıyla daha kemikleşmiş görünen bloklar aslında kaygan zeminlere oturmakta. Her şeyden önce Rusya ile Çin arasındaki ilişkiler iki otokratik rejimin dayanışmasıyla açıklanamayacak kadar karmaşık dinamikler içeriyor. Çin, Rusya’nın Batı baskısıyla tamamen çöküşünü engellemekte kararlı gözükse de Moskova’nın Ukrayna savaşı için ortaya koyduğu gerekçelere mesafeli duruyor. Rusya’daki rejime yakınlıklarından değil, ABD ile rekabetlerinde fayda sağladığı sürece Çinliler Putin’e destek veriyor.

Eş zamanlı olarak Ukrayna savaşında ABD-İngiltere ekseniyle hareket eden Almanya ve Fransa gibi aktörler de olan bitenin Avrupa’nın güvenliğiyle ilişkili gördüklerinden safları sıkılaştırıyor. Çok tartışma yaratan Fransa’nın, Çin’e yönelik diplomatik açılımı da dünyayı demokratlar-otokratlar çerçevesinden okumadıklarını ispatlayan başka bir işaret.

Gelelim Türkiye’ye. Erdoğan yönetiminin Rusya’yla yakınlığını otokratik rejimlerin dayanışması üzerinden okuyanlar varsa da bu eksik bir çerçeve. Önümüzdeki dönemde bir iktidar değişikliği gerçekleşirse Ankara’nın politikalarının ancak kısmen bu özel ilişki üzerinden açıklanabileceğini görebiliriz.

Daha demokratik bir Türkiye’nin dümeninde bir düzeltme beklesem de mevcut dış politika sorunlarının gündemden hemen kalkmasını bekleyemeyiz. Somut meselelerin ağırlığı, siyasi rejimden bağımsız, çıkarlara dayalı bir dış politikayı zorunlu kılacak. Bu yolculuk da demokratik olsun olmasın farklı rejimlerle amaçlar doğrultusunda işbirliklerini gerekli kılacak.

Kategori:Agora, Vitrin-mobil

Tüm yazılar: Bahadır Kaynak

SON HABERLER

Kuvvetli yağış geliyor: Meteoroloji 10 ili sarı kodla uyardı

Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM), 10 ile sarı kodlu kuvvetli yağış uyarısında bulundu.

Amasya'da 4,6 büyüklüğünde deprem

Amasya’da 4,6 büyüklüğünde deprem meydana geldi.

İletişim başkanlığı: Sivil, demokratik ve kuşatıcı bir anayasa için çalışma yapılıyor

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, PKK’nın silah bırakma kararı sonrası çıkan ‘Anayasa değişikliğiyle özerk ve federal bir yönetimin sağlanacağı’ iddiasını yalanladı.

Barzani: Bölge için tarihi adım

Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Başkanı Neçirvan Barzani, PKK’nin silah bırakma ve fesih kararı için “Bölge için yeni bir sayfa açacak tarihi bir adım olarak değerlendiriyoruz” dedi.

Türkiye Kupası finalinin hakemi Cihan Aydın

Galatasaray ve Trabzonspor arasında oynanacak Türkiye Kupası finalini Cihan Aydın yönetecek.

Sandık üyesini dövüp Erdoğan'a seri oy basmışlar
HDP YSK temsilcisi: AKP'lilerin jandarma eşliğinde açık oy kullandırdığını tespit ettik

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 750 gündür hapiste

YAZARLAR

Araştırma: Beş yaşın altındaki her beş çocuktan birinde beslenme bozukluğu var

Mesude Demir

Editör eksikliği fazlalık yaratır

Mustafa Dağıstanlı

Anne dediğin başlangıçtır

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Dilsiz bir ülkenin çığlığı

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Sırrı Süreyya Önder'in 'Cumhuriyet' eleştirisi üzerine…

Murat Sevinç

Silmek isteseler de silemezler

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Füruzan'ın röportajlarındaki dil dikenleri

Mustafa Dağıstanlı

GÜNÜN 11’İ

Alaattin Aktaş: 'Şak diye 10 milyar döviz satma' önerisi acaba 'şak' kısmı aynı kalmak kaydıyla faiz artışında uygulansaydı…

Murat Muratoğlu: 'Dış mihrak', 'üst akıl', 'iç hain' derken şimdi de repertuara 'malum çevreler' eklendi

Abdullah Tolu: Büyük şirketler futbol kulüplerinin statlarında loca kiralayarak, müşterileri ve personelini ağırlıyor

Yusuf Dinç: Politika faizini, enflasyonu bahane edip kura göre ayarlamaktan vazgeçilmeli…

Engin Solakoğlu: ABD'nin Ortadoğu'da yeniden çizmeye kalkıştığı harita bakımından Türkiye'nin önemi eşsiz

Erdal Sağlam: Bu iktidarın enflasyonu tek haneye indiremeyeceği çok açık

Ünal Özüak: Malaga ligin en iyi takımı olabilir ama Galatasaray daha motive olmalıydı

Abbas Güçlü: Çin, başta ABD olmak üzere diğerlerine hiç benzemiyor!

Nuray Babacan: Temkinli duran AKP'li siyasetçiler var

Murat Belge: İki çocuğunu öldürmüş 'vatanperver'le aynı safta yer almak 'bütün' AKP sempatizanlarını mutlu eder mi?

Faruk Bildirici: Haberi düzeltmesi, istismarın ayrıntılarının pornografik bir dille anlatıldığı satırları silmesi gerekirdi

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×