
DR. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
Tarih boyunca her iktidarın arkasında, en az düşmanları kadar tehlikeli biri yer aldı; dalkavuk. Silahı kılıç değil, kelimelerdir. En ölümcül darbeyi alkışla indirir. Bir lider düşünün; çevresi gülücüklerle, övgülerle sarılı. Hataları ‘vizyon’, gafları ‘derinlik’, öfke nöbetleri ‘karizma’ olarak sunuluyor. Oysa gerçeğin sesi bu alkış tufanında boğulur.
Sessiz virüs
Dalkavukluk, sıradan bir yaltaklanma değil; bir rejimi içten içe çürüten sinsi bir virüstür. Güç etrafında yankı odaları oluşur. Çünkü hakikati dile getirmek çoğu zaman koltuğu kaybetmekle, hatta hayatla cezalandırılır. Bu yüzden birçok rejim, gerçeğin değil, yaltaklanmanın omuzlarında yükselir.
Bu düzen, güce yakın duranların kendi değerlerini askıya alarak sahte bir sadakat sergilemesiyle kurulur. Dalkavukluk bireysel bir zafiyet değil, sistemin iskeletidir. Gerçek eğilip bükülür, liyakat gölgelenir, eleştiri ihanete eşitlenir. Ortaya çıkan şey, altın varakla kaplanmış bir çöküştür.
Peki bir insan bir liderin hata üstüne hata yaptığını bile bile neden onu alkışlamaya devam eder? Bunun sebebi şahsi çıkarlar mı yoksa omurgasızlık mı? Sahte alkışların arkasında başka sebepler olabilir mi?
Güce tapan ruhlar
İnsan zihni, güçlü olana yakın durmaya meyillidir. Stanley Milgram’ın 1963’teki itaat deneyi, sıradan insanların yalnızca bir otorite figürü “Devam et” dediği için, kendi vicdanlarına aykırı eylemleri bile gerçekleştirebildiğini gösterdi. Bu, insanın yalnızca fiziksel değil, psikolojik güce de boyun eğdiğini ortaya koydu.
Dalkavuk, bu eğilimin uç noktasıdır. Onun amacı yalnızca güce yaklaşmak değil, o gücün bir uzantısı gibi var olmaktır. Burada temel güdü çoğu zaman yetersizlik duygusudur. Kendi varlığını değerli hissetmeyen birey, kendinden büyük figürlere yapışarak bir anlam üretir. Güçlüye yakın olmak, bireye de güç ilüzyonu verir. Bir nevi mental vampirliktir bu, yani başkasının kudretinden beslenerek ayakta kalma çabası. Dalkavuk, alkışlarının sonucunda liderden “Aferin” aldığında ise içsel değersizliğini örten geçici bir parıltıyla aydınlanır. Zamanla buna bağımlı hale gelir.
Ayrıca, otoriter yapılarda doğruyu söylemek riskli, lideri övmek ise kazançlıdır. Bu sistem, Ivan Pavlov’un klasik koşullanma deneylerini hatırlatır. Köpeğe zil çaldığında mama verilir, köpek sonunda zili duyunca salya üretmeye başlar. Dalkavuk da zamanla liderin her sözüne övgü üretmeye şartlanır. Çünkü o övgüler, statü koruma ve yükselmeyle ödüllendirilir.
Erich Fromm’un ‘Escape from Freedom‘ kitabında vurguladığı gibi, bu insanlar özgürlüğün getirdiği belirsizlikten korkar, güçlü figürlere sığınarak psikolojik güvenlik arar. Dalkavuk için düşünmek risklidir; çünkü düşünmek çelişki üretir. O ise çelişkiden değil, güvenlikten beslenir. Güçlü figürü kutsallaştırarak kendini korunmuş hisseder.
Hele ki lider öngörülemezse, yani bazen öfkeyle, bazen suskunlukla, bazen şüpheyle hareket ediyorsa dalkavuk bir tür hipervijilans geliştirir: Lider ne duymak ister? Ne zaman susmalı, ne zaman övmeli? Hayatını bu soruların gölgesinde ve dengeyi kurmakla geçirir. Sadece var olmak için değil, varlığını sürdürmek için de dalkavukluğa sığınır.
Alkışta boğulmak
Peki ya dalkavukları etrafında tutan, onları ödüllendiren liderin psikolojisi? O neden sahte alkışlara ihtiyaç duyar?
Uzun süreli iktidar, özellikle denetlenmeyen gücün olduğu yerlerde, lidere kendi mitini yazma imkânı sunar. Psikanalizde bu durum, ‘grandiyöz ego’ ya da ‘büyüklük kompleksi‘ olarak açıklanır. Lider, eleştiriyi kişisel bir tehdit olarak algılar, alkışı ise sadakatin kanıtı olarak görür.
Carl Jung’un ‘gölge‘ kavramıyla tarif ettiği gibi, lider kendi zaaflarını görmek yerine başkalarına yansıtır. Yani bir lider, kendi öfkesini, kırılganlığını, hatalarını görmek ve kabul etmek yerine, bunları reddeder ve hatta başkalarını sorumlu tutar. Kendisinin yaptığı her şey doğru, başkalarınınki yanlıştır. Örneğin, kendisi öfkelenirse bunu ‘haklı tepki‘ diye adlandırır ama başkasının öfkesini saygısızlık olarak görür. Hatalarının kendine ait olduğunu asla kabul etmez ve ‘dış güçler’, ‘muhalefet partisi yüzünden‘ gibi bahanelerle deyim yerindeyse topu taca atar. Bu, liderin iç dünyasındaki ‘gölge‘yi dışsallaştırma biçimidir.
Ortak akıl değil, ortak alkış
Bu liderler için dalkavuklar sadece moral desteği değil, birer psikolojik ayna işlevi görür. Gerçek bir ayna, tüm gerçekliği gösterir. Ama dalkavuğun tuttuğu aynada yalnızca zafer yansır. Lider, kendi efsanesini bu aynada tekrar tekrar izler. Bir süre sonra hakikatin yerini o efsane alır. Ve bu yansımanın yarattığı bağımlılık, lideri halktan koparır, gerçeklerden uzaklaştırır.
Irving Janis’in ‘Groupthink’ kavramında belirttiği gibi, grubun uyum arzusu liderin gerçeklikle bağını koparır. Kararlar, ortak akılla değil, ortak alkışla alınır. Shakespeare’in ‘Kral Lear‘ını hatırlayalım: Gerçeği söyleyen Cordelia sürgün edilir, dalkavuklar ödüllendirilir; ta ki ülke de kral da mahvolana kadar.
Tarih boyunca dalkavuklar
Tarih, dalkavukların gölgeleriyle kararmıştır. Otoriter, monarşik ya da kişisel iktidar yapılarında dalkavukluk yalnızca bireysel değil, kurumsal bir refleks hâline gelir.
Antik Roma’da, İmparator Caligula döneminde senatörlerin yere kapanarak onu tanrısal bir varlık gibi selamlaması zorunluydu. Bu, sadece bir saygı değil, aynı zamanda var olma biçimiydi. Eğilmeyen yok olurdu.
Osmanlı sarayında, “Padişahım çok yaşa” sadece bir selam değil, aynı zamanda sadakat yeminiydi. II. Abdülhamid döneminde, gazete sütunlarında padişahın gölgesine methiyeler düzen yazılar yazılırdı. Gerçekten bahsetmek yerine, hikmet anlatılırdı.
Stalin’in Sovyetler Birliği’nde, dalkavukluk adeta parti iç tüzüğüne yazılmış gibiydi. Stalin’in en basit kararı bile dâhiyane sayılır, en büyük hatası bile ‘Biz anlamamışızdır‘ bahanesiyle örtülürdü.
Saddam Hüseyin’in Irak’ında, dalkavukluk bambaşka boyutlara ulaşmıştı. Kendi yazdığı roman edebiyat şaheseri olarak sunuluyor, devlet televizyonları onun yüzüne bakarken gözyaşlarını tutamayan insanları yayınlıyordu. Eleştiri, sadece siyasi değil, psikolojik problem olarak görülüyordu.
Kurgu evreni yapıtaşı
Kuzey Kore’de, Kim Jong-Un’a dair anlatılar bir tür mitolojik evrene aittir. Üç yaşında konuştuğu, dört yaşında araba kullandığı, gökyüzünü yönettiği öne sürülür. Hannah Arendt’in ‘The Origins of Totalitarianism’ eserinde belirttiği gibi, totaliter rejimler gerçekliği değil, yeni bir mutlak kurgu evreni inşa eder. Bu evrenin yapıtaşı ise dalkavukluktur.
Rusya’da Vladimir Putin, uzun süredir dalkavuklukla çevrili. Duma’daki vekiller, Putin’in yaptığı anayasa değişikliklerini ‘tarihin doğal akışı’ olarak nitelendiriyor. Ona karşı çıkan muhalifler ya zehirleniyor ya hapsediliyor. Medya, Putin’in buz hokeyi oynarken sekiz gol attığını yazabiliyor; çünkü o dalkavukların yazdığı yalan destanlar yüzünden bir kesim tarafından ulusal kahraman olarak görülüyor.
Yani dalkavuklar, sahte alkışlarıyla liderlere cesaret verip onları gerçekten kopartıyor ve bir ilüzyon yaratıyor. Halkın bir kısmı da bu ideal lider ilüzyonunun arkasından sürükleniyor. Onlar da dalkavuklar gibi düşünmek istemiyor, sadece inanmak istiyor. Bazıları da kendi yetersizlikleri ile baş edemedikleri için kendini bu gücün bir parçası olarak hissetmek istiyor.
Dalkavuklar kimlerden oluşur?
Bu yapının üç ana taşıyıcısı vardır:
- Kariyerci bürokratlar: Doğrunun ne olduğu, kimin söylediğine bağlıdır. Liyakat değil, sadakat esastır. Koltuklarını korumak için ne düşündüklerini değil, liderin duymak istediğini tekrarlarlar.
- Entelektüel dalkavuklar: Pierre Bourdieu’nün ‘sembolik sermaye‘ kavramıyla açıkladığı üzere bu kişiler bilgi gücünü liderin gücüne eklemler. Akademisyenler, gazeteciler ya da sanatçılar, liderin söylediklerini teorik çerçevelerle parlatır, halkın gözünde ‘bilimsel’ ya da ‘tarihi‘ bir haklılık yaratır.
- Korkuyla sürüklenen yöneticiler: Bu kişiler dalkavukluk yaparak koltuklarını korumaya çalışır. Gerçeği söylemektense sessiz kalmayı ya da övmeyi seçerler. Dalkavukluk burada bir karakter meselesinden çok, sistemin yarattığı hayatta kalma biçimidir.
Sistemin sonuçları
- Lider gerçeklikten kopar: Eleştiri gelmeyince lider, kararlarının sonuçlarını göremez. Öfkeyle, dürtüsel kararlar alır. Ülkenin ve toplumun geleceğini tehlikeye sokabilecek eylemler sergiler.
- Kurumsal çürüme başlar: Sadakat ödüllendirilir, liyakat cezalandırılır. Bürokrasi yetersizleşir, kriz anlarında çözüm üretemez.
- Toplum sorgulamayı unutur: Eleştirel düşünce bastırılır, medya ve eğitim dalkavuk üretme aracına dönüşür.
- Yolsuzluk normalleşir: Dalkavuklar, sisteme sadakat bahanesiyle yolsuzluk yapar. Kimse “Bu yanlış” diyemez, çünkü yanlışın tanımı bile lidere göre yapılır.
Dalkavukluk, görünüşte bir övgü biçimidir ama aslında çürümenin, korkunun ve suskunluğun ifadesidir. Gerçek övgülerle sıvanır; eleştiri hainlikle eşitlenir. Bu döngü kırılmadıkça, liderin etrafında ne kadar alkış varsa toplumda da o kadar sessizlik olur.
Aslında, gerçeği söyleyen tek bir kişi, bin dalkavuktan daha değerlidir. Ama sistem dalkavukları besliyorsa o tek kişi ya susturulur ya da yok sayılır.
Ne var ki gerçek bastırılsa da unutulmaz. Her susturulan söz, bir gün başka birinin cesaretine dönüşür. Her dalkavukluk düzeni, sonunda kendi yankısına hapsolur.
Gün gelir, lider ne alkış duyar ne övgü; sadece susturduğu seslerin, gasp ettiği hakların ve ezdiği hayatların hesabıyla yüzleşir. Ve sonunda çiğnediği adalet dile gelir; bir öfke gibi üzerine yürür; ne kaçacak yer kalır, ne de susturacak bir alkış. Adalet er ya da geç yerini bulur!