Oturup üst üste dört saat bir dizi izlenir mi? İzlenir. “Kızıl Goncalar”ın iki bölümünü üşenmeden izledim. Klasik melodram kalıbı üzerine oturtulmuş bir hikâye. İkiz kız kardeşler, çocuk hasretiyle yanıp tutuşan iki doktor tarafından birbirinden kopartılır, köylü ana baba bunun farkına varmaz. Yıllar sonra deprem nedeniyle İstanbul’a göçen o köylü ana baba “Faniler” adlı bir tarikata mensuptur. Faniler tarikatının genç veliahdı Cüneyd (Mert Yazıcıoğlu) normalüstü davranışları nedeniyle psikiyatri kliniğine sevk edilir. Bu kliniğin şefi yıllar önce Fanilere mensup köylü ana babadan bebek çalan Doktor Levent’tir (Özcan Deniz). Meryem (Özgü Namal) ölü doğdu sandığı kızının yaşadığından habersizken diğer kızı Zeynep’in (Beste Demirtaş) tarikattan biriyle evlendirilmesine gönlü razı olmadığı için tuhaf bir tesadüfle, bebeğini çalan Doktor Levent’in evine dalar. Doktor Levent’in babası matematik dâhisi Suavi Alkanlı (Şerif Erol) Faniler tarikatının Anadolu’daki eski merkezinde görev yapan Jakoben bir laiktir ve Faniler tarikatının kalın duvarları arasındaki bir ceylan gibi anlatılan Zeynep’e matematik öğretmeye başlar. Üstelik Zeynep’in torunu Mira’nın ikizi olduğunu bilmemektedir.
Bu kadar da tesadüf olur mu? Olur, çünkü hikâyemiz melodram formatındadır. Sinemada melodram, müzikte hicaz makamı gibidir. İnsanı “ciergâh eder”, gönül tellerine dokunur, gözyaşı bezlerinin kendini salıvermesini sağlar… Fakat dizimiz basit bir melodram izleğinden görsel yanıyla kurtulmaya çalışarak, Muhteşem Yüzyıl entrika ve görselliğinden ödünçleme yapar. Bilhassa tarikat için seçilen mekânda bunu hissettirir.