MEHMET AKSEL
Geçen yazımda eğitim konusuna değinmiştim. Sonrasında birçok arkadaşımla (özellikle Oya Dalokay Doğu) konu üzerinde sohbet etme imkanı buldum ve hatta bir çok okuyucumdan da dolaylı yollardan (Instagram, MSA’nın info maili vb.) yorumlar aldım.
Hadi şu eğitim konusunu biraz daha kurcalayalım…
Biliyorsunuz bilgim, fikrim ve/veya tecrübem olan konularda doğru bulmadıklarımı acımasızca eleştirmekten geri kalmıyorum.
Özellikle dikkat ettiğim bir husus ise eleştirdiğim konular hakkında kafamda çözüm fikirlerimin olması ve benim onları sizinle paylaşabilmem. Zaten Diken’de yazmak istememin en önemli nedeni de bu idi.
Benim uğraşı alanım aslında mesleki eğitim (yetişkin eğitimi) ama, hadi bu sefer biraz daha öncesinden (çocuk ve gençlerin eğitimi) gıdıklayalım konuyu.
Düşündüğümde aklıma gelen demode konular şunlar:
– Okulda geçirilen uzun saatler, uzun ders süreleri, gereksiz teneffüsler ve hatta yemek araları.
– Öğrenciyi öğrenme keyfinden alıkoyan/soğutan kitâbî metotlar, havada kalmış kavramlar ve tabii ki bezdirici ödevler.
– Öğrenci üzerindeki not ve öğretmen baskısı.
– Proje ödevleri. (Çocukların değil de adeta velilerin kapışması)
– Muhakeme yeteneği (Birbirine karşı savları olan iki yanı dinleyerek bir yargıya varma/yargılama, akıl yürütme)
– En ağırıma giden de tüm çocukların aynılaştırılması kolaycılığı.
Böyle olunca da okul kavramı çocuklar için zorunluluktan öteye gidemiyor.
Çocuklara satranç, kodlama vb. öğretmeye kalkarken onları evlerinden, aile büyükleri ile geçirecekleri kıymetli zamandan, mutfaklarında pişen yemeklerden, aile sofralarından, yani görerek, yaşayarak öğrenecekleri pek çok kavramdan ve duygudan uzaklaştırmış oluyoruz.
İlmik atamayan, kendi yemeğini pişiremeyen, hatta kendi çocuğuna bile bakamayacak olan bir nesil yetişti.
Bu becerisizliğin sebebi ise çocukları hayatın içinden koparıp, günde 10 saat okulda tutup, 7-8 saat tahtada veya ekranda bir şeyler yüklemeye çalışmak bence. Çocukların büyükleri ile hatta birbirleri ile iletişimi bitti, yan yanayken bile bir ekrana bakar oldular.
Anne babaları ile iletişimleri bozuldu, rahatlamak nedir bilmiyorlar; stres içinde, realiteden uzak, çok ciddi iletişim problemleri yaşayan bir nesil yetişti.
Kulaklarında nasihat, hatıralarında ev yaşamına ait pek bir şey yok ne yazık ki.
Sıralaması nispeten kolay ama hayata geçirilmesi adanmışlık isteyecek bir demet çözüm önerisi size…
Okul süresi
Acilen müfredat düzenlemeleri yapmalı ve çocukların okulda geçirdikleri vakti azaltmalıyız.
Geçirdikleri vaktin tamamına yakınını matematik, fen ve sosyal bilimlere ayırmalı, bunu Türkçe ve yabancı dil(ler) ile daha da ileri taşımalıyız.
Geri kalan bilişim teknolojileri, müzik, beden, sanat, satranç ve benzeri dersleri ise mutlaka opsiyonel yapmalıyız. Ve bu ‘geri kalan dersler’den öğrencilerin not peşinde koşmamasını, bunları sadece ilgisi doğrultusunda arzu etmesini ya da etmemesini sağlamalıyız.
Bu sayede ders süreleri azaldığından teneffüsler de azalacak, belki yemek arası bile olmayacak ve o sağlıksız, porsiyon/para hesabı ile hazırlanmış beslenme(me)ye mecbur olmayacaklar.
Okuma alışkanlığı
Çocuklara her sene okuyacakları kitap listesi dayamak yerine belki bir dönem içerisinde sadece bir kitabı öğretmenleri ile beraber şevkle okumalarını sağlayıp, okuma meraklarını kamçılamayı denemeliyiz.
Daha az olanaklara sahip bölgeler
Nispeten geri kalmış bölgelerde okulların eğitim içeriği biraz daha farklı olmalı bence. Tarla-atölye eğitimleri, ziraat dersleri, ev ekonomisi gibi dersler ağırlıklı olmalı, beden, sanat, müzik, vatandaşlık bilgisi eklenmeli belki.
Köylümüzü korumalıyız; toprağımızın, ağacımızın, tohumumuzun bekçisi onlar. Bu yüzden köy çocuklarını bölgenin ihtiyaçları doğrultusunda eğitmeli, bilinçlendirmeliyiz.
Ve tabii sömürülmelerine de fırsat vermeyecek şekilde, olup biteni okuyup değerlendirebilecek, haklarına sahip çıkacak alt yapıyı onlara vermeliyiz. Gerek bedenlerinin, gerekse duygularının istismar edilmemesi için onları din konusunda doğru bilgilendirmeliyiz.
Proje
Proje çalışmaları ve ödevlerinin çocukların eğitmenleri ile birlikte okulda yapılması gereken bir şey olduğunu artık idrak etmeliyiz.
Projeler, eğitmenler önderliğinde okulda bir ekip çalışmasına evrilmeli ve çocuklarda bir yarışma duygusu yerine bir merak konusu olmalı bu. Bilmedikleri bir konuya yaklaşımlarını şekillendirmeli.
Muhakeme yeteneği
Gelelim çok önemli bir konuya daha…
Çocukluğumdan beri evde en çok ‘muhakeme yeteneğini’ konuşuruz biz.
Gerçek şudur ki, nesiller arasındaki farklılıklar nedeniyle her an çocuklarımızı koruyup yönlendirme gereksinimindeyiz. Ama bir taraftan da gerçek şu ki, önlerindeki seneler ve yüzleşecekleri riskler hakkında pek de fikir sahibi değiliz.
Örneğin bugün dijital sosyal mecranın durumunu bir düşünün lütfen. O kadar derin bir ağ ki bu, biz ebeveynler olarak çocuklarımızı neye karşı uyaracağımız konusunda dahi bilgisiziz.
Eğitimden beklediğimiz önemli unsurlardan biri de, çocuklarımızın ‘muhakeme yeteneklerinin’ geliştirilmesi olmalı bence.
Ezberci eğitim formasyonlarımız nedeniyle, çocuklarımızı farklı fikirleri ve savları dinleyerek bir yargıya varmaları konusunda iyi yetiştiremiyoruz, bu gerçek.
Hatta tam tersi, kendi gibi olmayan, kendi gibi düşünmeyen ve/veya kendi gibi görmediği insanların/grupların fikirlerini dinlemek ve değerlendirmek yerine, sadece cevap vermek üzere kurgulanmış ezberci zihinler yaratıyoruz ne yazık ki.
Oysa benim bir okulda en faydası olduğunu düşündüğüm çalışmalardan biri münazara gruplarıdır.
Bir fikri savunabilmek için o fikri ve karşıt fikirleri araştırmak, bilgi sahibi olmak gerekir. Gerekirse haftalar önceden çalışmaya başlanır. Bir fikri savunmak için gerekenleri ve daha da önemlisi diğer bir fikri dinlemeyi öğrenirsin. Şimdi lise eğitimlerinin içinde kodlama kadar bile popüler değil bu format. Halbuki öğrenmeyi, araştırmayı en çok destekleyen yöntemlerden biridir.
Tek tip kolaycılığı
Birbirine benzeyen zihinler yaratmanın en üzücü kısmı, farklı olan çocukların özgüven yıkımı ile karşılaşmak oluyor. Farklı olabilmenin, farklı durabilmenin, farklı bir yaşam tarzı veya hobiyi savunabilmenin imkanı yok çocuklar için. Ters açıdan bakarsan da, ne kadar benzeşiyorsan o kadar kolay yöneticiye.
Halbuki öğrencilerin özgüvenini destekleyen öğretim biçimi çok ama çok değerli. Keşke bireysel yetenekler gözetilerek kişiye özel programlar oluşturulabilse.
İş arkadaşım Mehtap’ın (Alp) oğlunun okulunda yaptıklarını öğrendiğim ve bayıldığım bir uygulama var. Küçücük çocuk İngilizcede sınıfındakilerden biraz daha iyi diye, bir arkadaşının koçluğunu yapıyor. Önceleri yadırgamış ve ‘benim işim zor anne’ demiş ama, şimdi görülüyor ki okul arkadaşının İngilizce seviyesini yukarı çekme sorumluluğunu taşıyor ve gün geçtikçe daha da gelişiyor Alp kendi kişiliğinde.
Okullar çocukların öğrendiklerini başkaları ile paylaşma yeri de olsun değil mi? Bir çocuğun öğrenme şekli ve öğrendikleri bir başkasına ilham olabilir, nasıl ama?
Eğitimde İsveç modeli yıllardır konuşuluyor, belli ki birkaç doğru uygulama var. İsveç’li Çocuklar Neden Mutlu En azından incelenip değerlendirilmesi harika olurdu bence.
Bir de keşke çocukların fikirleri alınsa bu eğitim konularında. Özellikle yeni jenerasyon. İhtiyaçlarını nedenleri ile birlikte o kadar güzel anlatıyorlar ki. Ve değerli de hissediyorlar kendilerini. Değerliler de.
Şu anda sistemi tasarlayanlara o kadar ‘bilgisiz, ilgisiz ve sabit fikirli’ olarak bakıyorlar ve o kadar az saygı duyuyorlar ki, bazı yenilikleri iyi de olsa görmek istemiyorlar olabilirler. Onları da karar sistemine katmak gerek, hevesleri de artar bu sayede.
Yani…
Çocuklar temel bilgiler ile toparlanmış 4-5 saatlik zaman dilimi dışında serbest kalmalı,
Çocuklar öğretmenler tarafından ne notlar ne de psikolojik anlamda baskılanmamalı,
Çocuklar aynılaştırılmamalı,
Çocukların merak duyguları teşvik edilmeli,
Muhakeme yetenekleri geliştirilmeli,
Fikirlerinden faydalanmalı,
Çocuklardan doğayı tanıyan, koruyan, ilmik atabilen, yemek pişirebilen, aile duyguları, milli duyguları güçlü bireyler yetişmeli,
Özgürlük ve birey olma duyguları güçlendirilmeli, hayatla mücadele iştahları daha hayata atılmadan zedelenmemeli, törpülenmemeli.
Çünkü bunlar ÇOCUK.