Ankara’nın nabzı çok hızlı atıyor. Caddelerinde TOMA, semalarında kapkara polis helikopteri. Oy kullanılan okulların önünde kılıçlı, palalı saldırganlar. Sayım merkezine “Dağıtırım burayı” diye giren anlı şanlı politikacılar. Sanırsınız büyük bir kalkışma hareketi çıkmıştır; sanırsınız, kan dökülmüş, dükkânlar yağmalanmıştır.
Hayır. Devleti bu kadar öfkelendiren; hiçbir çıkar gözetmeden, oylarına sahip çıkmaya çabalayan, bu uğurda nöbetleşe uyuyan gençlerin adalet arayışıdır.
Kedilerin kısa devre yaptırabildiği (!) trafolara rağmen, lamba yakarak oylarını korumaya çalışan dirayetidir. Öyle ‘tuhaf’ bir gençlik ki… Ne servis araçlarına doldurulup üstlerine salınan kadrolu boksörlerden korkuyor ne de gece yarısı farlarını söndürerek yanaşan esrarengiz makam araçlarından. Korkmazlar ki; adı anayasada yazılı tek kentte yaşadıklarının farkındalar. Doğduklarından beri tanık oldukları kent suçlarının artık sona ermesini istiyorlar. İlk kez oy kullanacakları 30 Mart’ı heyecanla beklediler.
İlk kez ‘seçebildikleri’, ‘yurttaş olma’ duygusunu yaşadıkları o ‘evet’in kirli oyunlarla başka partinin hanesine yazılmasına, yakılmasına, sayılmadan ortadan kaldırılmasına direniyorlar. Adaleti tarumar eden ‘devlet’ o yüzden tahammülsüz. Haklı öfkenin gücünü, adalet arayışını küçümseyenlerin bildiği tek yola bu yüzden başvuruyor.