CENK SİDAR
Koalisyon görüşmeleri sonunda başladı. Cumhurbaşkanının süreci bu denli uzatması ve gönlünden geçenin bir ‘tekrar seçim’ olduğunu bu kadar açık ifade etmesi daha önceki partizan tavırlarına şahit olan ülke için pek de şaşırtıcı olmadı.
İlk görüşme bugün Başbakan Davutoğlu ve CHP lideri Kılıçdaroğlu arasında gerçekleşti. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Meclis başkanlığı sürecindeki ‘HDP ne yaparsa tersini yapacağız’ tavrı ve bütün koalisyon ihtimallerine kapıyı kapatması MHP’nin Türk siyasetindeki gereklilik ve anlamını da sorgulattı.
Türkiye için ciddi bir restorasyon hükümetinin ancak CHP-MHP-HDP koalisyonunda yapılabilecek olmasına rağmen bu kapı maalesef Bahçeli nedeniyle belki de sonuna kadar kapanmış durumda. Ortaya çıkan seçenekler: AKP-CHP, AKP-MHP, AKP-HDP ve erken seçim olarak beliriyor. Tabii azınlık hükümetleri de ihtimal dahilinde.
Türkiye normal ve sağlıklı işleyen bir demokrasi değil
Normal ve sağlıklı işleyen bir demokraside merkez sağ ve merkez solun koalisyonu ülke kalkınması için en ideal alternatiftir. Denge ve denetim mekanizmaları kurulur, ülke ideolojik olarak bir ortak payda bularak ekonomik ve demokratik kalkınmaya ağırlık verir. Türkiye’de bazı çevrelerin tekrarladığı Almanya’daki ‘Büyük Koalisyon’ bu etkin ve başarılı ortaklığın dünyadaki en iyi örneklerindendir.
Fakat Türkiye maalesef bir süredir normal ve sağlıklı işleyen bir demokrasi değil. Bu yüzden bu örnekler de Türkiye için geçerli değil. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bu sürecin ilkesel çerçevesini çizdi ve 14 ana ilke belirledi. Koalisyon görüşmelerini bu çerçeve üzerinden yapacağını belirledi.
Bu ilkeleri gerçekleştirmek AKP’nin mevcut varlığını inkar etmesi haline gelir. Bunu yaparsa da zaten başka bir parti haline gelir. Neden mi öyle?
Sadece son birkaç sene içerisinde olanlara bakalım: Sırf daha fazla demokrasi ve özgürlük talep ettiği için gençler sokaklarda öldürüldü. Yolsuzluğu aleni olarak ispatlanan siyasetçiler hayasızca Meclis’te kalkan ellerle aklandı. Seçim sürecinde Cumhurbaşkanı Anayasa’yı deldi, tarafsızlığını zedeledi. Evladını kaybeden anneler meydanlarda yuhalatıldı. Ülkenin kurumları parti devletinin propaganda makineleri olarak çalıştı. Gazeteciler kovuldu, hakaret ve iftira davaları hukuki bir silah olarak kullanılarak ifade özgürlüğünün önü kesildi.
CHP için yapısal risk ve tehditler
Bu, seçim sonrası da devam ediyor: Ülkede kime çalıştığı belirsiz istihbaratçılar, AKP’nin trolleri ve yandaş basın işbirliğiyle çalışıyor.
Bütün bu yapılanların sorumlusu ise bugün bazılarının CHP’nin koalisyon yapmasını arzu ettiği AKP. Tamamen temizlenmeyen bir AKP ile ittifak kurmak CHP için yapısal risk ve tehditler barındırır. Ülkede merkez sağın restorasyonunu da engeller.
Ancak ve ancak AKP’nin CHP’nin ileri sürdüğü 14 temel ilkeyi koşulsuz kabul etmesi durumunda bu gündeme gelebilir ki bunu yapmak AKP’nin kendini ve geçmişini inkar etmesi anlamına geldiği için çok zor.
Bu koalisyon ne Türkiye için ne de CHP için hayırlıdır. Çünkü kendini temizlemeyen bir AKP ile koalisyon Türkiye’deki merkez ana muhalefeti zayıflatacaktır. Neden mi?
AKP kir bulaştırır
1- AKP mevcut haliyle kirli bir partidir ve şu aşamada yapabileceği tek şey kirini bulaştırmak olur.
AKP Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yüzde 40’ının oy verdiği bir parti. Partinin içerisinde mutlaka mevcut yozlaşmadan memnun olmayan, partinin içine bulaştığı otoriter ve yolsuzluk çamurundan hoşnut olmayan kesimler var. İhtiyaç duyulan bu temizliği de bir CHP-AKP koalisyonu değil, bu kesimler elini taşın altına koyarak gerçekleştirmeli. Bu temizlik zaman ve emek istiyor. AKP bu temizliği yaptığı şartta Türk siyasetinde meşru bir merkez sağ parti olarak farklı siyasal yelpazenin temsilcileriyle işbirliklerine mutlaka girecektir.
Bu temizlik yapılmadan yahut göstermelik bazı şartlarla işbirliğine gitmek AKP’yi meşrulaştırmak olur. Bu işbirliğine giden parti bir sonraki genel seçimlerde kaçınılmaz bir bedel öder.
Enkaza ortak olmak AKP’ye yarar
2- AKP sorumsuz politikalarıyla ekonomik olarak bir enkaz yarattı. Ekonomiyi ayağa kaldıracak siyasi irade olmadan bu mirasa ortak olmak, sürecin sonunda güçlü bir AKP yaratır.
Siyasi pozisyonunu güçlendirmek adına AKP ekonominin temel yapıtaşlarını bozdu. Kısa dönemli siyasal çıkarlar uğruna uzun vadeli ekonomik iklimi tehlikeye attı. Demokrasi bozuldukça ekonomik kalkınma yavaşladı. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yok edilerek para politikalarının etkisi azaltıldı. İşsizlik ve yoksulluk had saflara çıktı. Yatırım asgari noktalara indi, ülkenin yetenekli ve yaratıcı sınıfları ülkeyi yaratılan siyasi iklimden ötürü terketmeye başladı.
Ekonomide ciddi bir restorasyon ve yeniden yapılandırılma gerekiyor. Ancak bu, AKP’nin temsil ettiği siyasetle mümkün değil. Yarım yamalak reformlar ve iradeyle ekonominin gidişatı aşağıya doğru ivme kazanacaktır. Keza eylül ayından itibaren artması beklenen küresel faizler sonrasında da ülkenin ciddi bir finansman sıkıntısı yaşayacağı ortada.
AKP-CHP koalisyonu sonrasında ortaya çıkabilecek bir ekonomik kriz ve tıkanmanın faturasını AKP’nin CHP’ye yahut koalisyon konseptine kesmeye çalışacağının farkında olmamak stratejik bir hata olur.
AKP ile ortaklık yapmak, Erdoğan ile yapmaktır
3- AKP kadrolarının Erdoğan’a rağmen hareket etmesi mümkün değil. AKP ile ortaklık yapmak, Erdoğan ile yapmaktır.
AKP-CHP koalisyonunun AKP içerisindeki Erdoğan rahatsızı grupların elini güçlendirmesi tezinden hareketle bu tablonun yeni bir siyasal iklim yaratacağını iddia edenler var. Halbuki AKP demek, Tayyip Erdoğan demektir. AKP’nin mevcut parlamento kompozisyonunu Davutoğlu değil, Erdoğan oluşturdu. Bu nedenle parti liderliğinin Erdoğan ekseninden çıkma iradesi olsa bile, Meclis grubunun çıkmasına imkan yok.
Bu yüzden AKP ile ortaklık, Erdoğan ile ortaklık demektir. Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi faktörlerin yer almadığı bir AKP’nin Erdoğan çizgisinden çıkabileceğini düşünmek naiflik olur.
CHP’den ciddi bir oy kayması olur
4- CHP, AKP ile koalisyona girdiği takdirde CHP’den HDP’ye ve ulusalcı partilere ciddi bir oy kayması yaşanır.
Bir önceki yazımda belirttiğim üzere Gezi Hareketi’nin Türk siyasetine etkisi görünenden ve hissedilenden çok daha fazla oldu. HDP’nin aldığı oy oranı ve sandık güvenliğini sağlayan ‘Oy ve Ötesi’ benzeri grupların Gezi sürecinde ortaya çıkışı bu durumu daha da aleni hale geldi. Niceliksel olarak küçük de olsa bu süreçte mobilize olan Gezi jenerasyonun ‘çarpan etkisi’ çok yüksek ve belirleyici oldu. Bu grubu AKP ile koalisyon yaparak kaybetmek, CHP için büyük bir kayıp olur.
Koalisyon kültürünün kuvvetli olduğu Yunanistan, İtalya gibi örneklere baktığımızda daha fazla oy almış ve meşruiyet sıkıntıları olan sağ partilerle ittifak yapmış sol partilerin süreç sonunda hep kan kaybettiğini, sağ partilerin ise güçlendiğini gözlemliyoruz. Syriza’nın ortaya çıkıp, Pasok’un yok olması bunun en somut örneğidir. CHP Kılıçdaroğlu döneminde önemli açılımlar gerçekleştirdi, çağdaş ve ilerici bir sol parti olarak yerini aldı. Farklı siyasal görüşleri temsil eden grupları birleştirdi.
AKP ile koalisyon bu sürece zarar verir, partide yıkıcı bölünmeler yaşanır.
Sonuç: Ne CHP’ye ne ülkeye yarar
Sonuç olarak AKP-CHP koalisyonu ne ülke ne CHP, ne de merkez sağ için rasyonel ve hayırlıdır.
Türkiye’nin normalleşme ve içinde bulunduğu kutuplaşma, gerginlik ve kısırlık sürecine son verip ekonomik, demokratikleşme ve dış politikada güçlü bir altyapı kurması için bir fırsat penceresi aralandı. Normalleşme ne yapılanların üstüne sünger çekmek, ne de rövanşist bir yaklaşımla savaş tamtamları çalmaktır. Fakat normalleşme ve adalet işlenen suçların bedelini ödemeyi gerektirir. Aksi takdirde uzun vadede benzer senaryolarla karşılaşılır.
Sermaye çevrelerinin ve uluslararası medyanın ‘AKP-CHP koalisyonu ülke için iyi olacaktır’ derken kaçırdığı bir nokta var. O da şu: CHP bu koalisyondan zayıflayarak çıkarsa ülke ana muhalefetsiz kalır. Bu da ülke için hiç ama hiç hayırlı olmaz.