Dünyanın girdiği yeni iklimde, kapitalizmin yapısal kriz ortamı, sığınmacı kaosu ve yükselen milliyetçi dalga eşliğinde hava fırtına yüklü desek yeridir. Patlayıp patlamayacağı, nasıl ve ne vakit. Kestirmek zor. Bildiğimiz, dünyanın herkesin kafa tuttuğu ‘düşüşteki’ süpergücü ABD’de 8 Kasım başkanlık seçiminin bu iklimi derinden etkileyecek olduğu. Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası iyice içine sürüklendiği girdabı da öyle…
Türkiye hükümetleri ABD başkanlığı için genelde retorik olarak bile ‘demokrasi’ derdi olmayan Cumhuriyetçileri tercih ederler. Klasik kalıba uymasa da Trump, üslubuyla şu anki Türkiye yönetimi için ‘biçilmiş kaftan’. Popülizmin dibine vurabilen emlak kralı, ‘içinden geldiği gibi’ savuruyor. Geçen sene Batı ülkelerindeki terör saldırıları sonrasında yaptığı ‘ABD’ye Müslümanları sokmamak’ çıkış hariç tutulursa, tarzının AKP tabanında heyecan yaratması şaşırtıcı değil.
Türkiye’yi yöneten siyasal İslamcıların ABD’ye itirazı yok. Bir koyup üç almanın çok ötesindeki ‘fetihçi’ ruhla mevzunun kendi üzerinden dönmesi. Anti-emperyalizmin ‘kullanışlı aracı olurken, onu kullandığını zanneden’ bir zihniyetten söz ediyoruz.